Birçok genç sevdiklerini sandıkları kişilerde var olan kusurları göremeden onlarla evlenir. Pek azı hayat boyu katlanamayacakları bir yükün altına girmekten son anda kurtulur. İşin aslı mutlu olmak için, sevdiklerini olduğu gibi görmesini bilmek gerekir. Reşat Nuri Güntekin, Leyla ile Mecnun hikâyesinde genç kahramanına âşık olduğu kadının ev halinin gösterilmesini anlatır ki çok hoştur; genç okuyucularımın okumasını tavsiye ederim. Dışarıdan temiz, titiz, hamarat, süslü püslü gözüken bir sürü hanım bilirim. Evlerine ani bir baskın yapsanız göreceğiniz şeylerden ürkersiniz. Manzarayı gözünüzün önüne getirin. Evin tozu halıların altına süpürülmüştür. İşte görgü kuralları bu yüzdendir. Kimse dağınıklığının, pasaklılığının, kirli çamaşırlarının görülmesini istemez. Bu yüzden bir eve gidecekseniz önceden haber verirsiniz. Bunun istisnası olmaz mı? Olur elbette. Çat kapı gidersiniz. Çok yakın dostunuzdur, evinin her halini bildiğiniz, rahatsız etmeyeceğiniz ve edilmeyeceğinizi bildiğiniz için tereddüt etmezsiniz. Değilse iki durum karşınıza çıkar: Ya tertemiz bir ev, kurulmuş sofra, pastalar, börekler, çaylar. (Siz önceki gün o evde misafir ağırlandığı için hiçbir kusurlu hal görmediğinizin farkına bile varmazsınız. Böylesi tesadüfler de az bulunur. ) Ya da görmek istemediğiniz şeyleri de görmüş bir şekilde ayrılırsınız ve bir daha da kuralları asla ihlal etmezsiniz.
Hayat insanlara ara sıra evlerin içinde olup bitenleri tesadüfen de olsa gösterebiliyor. Ne yazık ki çok katlı apartmanlara hapsedilmişiz ve duvarlarımız çok ince. Yolda izde, dolmuşta, otobüste bilmediğimiz tanımadığımız insanların konuşmalarından yakınımızdakilere dair ne çok şey öğreniriz! Eskiden komşudaki fırtınayı fırlatılan tencere tabak gürültüsü haber veriyordu, şimdilerde sanal basından öğreniyoruz. Basın, sanal basın, kahve sohbetleri ve daha bir sürü yoldan kurumlardaki kasırgaları da rahatça takip edebiliyoruz.
Arzum o ki insanlar birbirlerini tanısınlar ve oldukları gibi sevsinler. Evler, ocaklar, apartmanlar, şehirler mutlu ailelerle, insanlarla dolu olsun. Herkes olabildiğince kendisine, eşine, çocuklarına ve komşularına karşı saygılı olsun. Toplum bilgili, görgülü (töreli), ahlaklı, donanımlı, uygar bir toplum olsun. Ne yazık ki gerçekler böyle değil. En azından bizim toplumumuz “bugün” böyle değil.
Sevdiğimizi çok seviyoruz. Belki bu yüzden onu olduğu gibi göremiyoruz. Sevdiğimize çok fazla özellik atfediyoruz. İşin doğrusu bu da bizim gözümüzü kör ediyor. Birilerinin çıkıp bize sevdiğimizi bütün yönleriyle, olduğu gibi göstermesini bekleyemeyiz. Bizim onu tanımamız gerekir. Hem de bütün yönleriyle. Ailesi, eşi dostu, geçmişi, hal ve hareketleri… Tanıma ne kadar tarafsız olursa kurulacak beraberlikler o kadar güçlü oluyor.
Sanıyorum fikri, siyasi hayatımızda da böyle bir durum var. Fikirlerimize, partilerimize, ocaklarımıza kimsenin yan bakmasına tahammül edemiyoruz. Türk milliyetçileri, milletlerini nasıl abartarak seviyorlarsa, milleti her alanda yüceltmek için kurulduğu için gönülden bağlı oldukları ocaklarını da öyle, abartarak seviyorlar. Bu nedenle ocaklarıyla ilgili sağlıklı bir değerlendirme de yapamıyorlar. Ocaklara ve içindeki insanlara maziden gelen sevgi ve saygılarını asla kaybetmek istemiyorlar. Ancak görülen o ki kutsal bilinen ocaklar sönmeye yüz tutmuştur. Türk milleti için her alanda durmaksızın, karşılık beklemeksizin çalışma yerine benlik mücadelesi yapılmaktadır. Ocağı sen tüttürürsün, ben tüttürürüm kavgası yerine, ateşin karşısına ben oturup külbastıyı ben yiyeyim kavgası yapılmaktadır.
Sevdiğimizin haline çok uzaktan veya yüksekten bakmakta fayda var. Gerçekleri olduğu gibi görmek için seviye gerekli. Ünlü Kazak Şair Muhtar Şahanov’un dediği gibi kartal bakışına ihtiyacımız var. Yoksa sevgimiz bize binlerce şehidin kanı, yüzbinlerce insanın en az elli yıllık emeklerini bir çırpıda silip atan birkaç kuş beyinlinin yaptıklarının gerçek olmadığını söylemeye devam edecektir.