Üniversitedeyken bir iletişim hocamız, “Önemli gözükmek istiyorsanız, sözlerinize anlaşılmaz yabancı kelime ve kavramlar karıştırın.” demişti. Belki de bu yüzden, günümüzde birçok yönetici, siyasetçi, bilim adamı, hatta sıradan insan, yazı ve konuşmalarında yabancı kavram ve sözler kullanıyor. “Türkçesi var mı?” diye bakmıyor. Türkçesi olsa bile “Anlamı tam karşılamıyor.” diye, ısrarla yabancısını kullanıyor. Sonuçta “en zengin döneminde olduğu” söylenen Türkçemiz fakirleşiyor. “Bilgisayar” örneğinde olduğu gibi yeni bir anlamla karşılaşıldığında ona Türkçe ad vermek bir gelenek haline getirilemiyor. Her yabancı söz ve kavrama Türkçe karşılık bulmak çok kolay ama bu konuda “hep birlikte” büyük çaba gösterilmesi gerekiyor.
Son günlerde denizlerimizde çok büyük bir kirlilik görülüyor. Her büyük sorunu milletiyle birlikte aşan başbuğların aksine, buradan nasıl bir kâr elde ederiz diye düşünen “yöneticiler” soruna yanlış yaklaşıyor. Sorunları başlamadan tahmin etmek zor değil. Daha başında sunulan çözüm önerileri dikkate alınıp gereği yapılmıyor. Asıl sorun bunlara kulak tıkanmasından kaynaklanıyor. Daha da önemlisi milleti arkasına alarak sorunları çözme azmi gösterilmemesi! Sorun ortaya çıkıyor, millet infial içinde, “Ne olacak bu gidişin sonu?” diye kara kara yapabileceklerini düşünmeye başlamışken, siz seferberlik başlatmak, üstüne gitmek ve yok etmek yerine, sorunu öteliyorsunuz. Örnek: Yetkililerce sorunlara konan adlara bir bakın lütfen. Bir soruna Türkçe ad koymakla o sorunun önemli bir sorun olarak algılanacağını düşünüyor ama yanılıyorlar. Hem toplumu çözüme ortak etmiyor, harekete geçiremiyorlar, hem de sorunlara koydukları yabancı adlar yüzünden toplum sorunlara yabancılaşıyor, çözülmeyen sorunlar birikip katmerleşiyor. Biri bana çıkıp “müsilaj” ne demek lütfen açıklasın! Millet buna bir ad koymuştu: Deniz salyası. Bu adı kullansaydınız ölür müydünüz? (Bana göre, “deniz kusmuğu” ya neyse.)
Şöyle bir düşünün. Adı Türkçe olan kaç büyük sorunumuz, hastalığımız var? Bunun yerine yöneticilerin, siyasetçilerin, bilim adamlarının, aydınların ve sanatçıların sorunlara Türkçe ad koyması ve açıklaması gerekiyor. Düşünün, deniz kusmuğu hadisesini kıyamet alameti olarak gören bir toplum niçin harekete geçirilemiyor. Bir dostumuz “Çocuklarımıza bırakacağımız bir denizlerimiz kalmıştı. Onu da yok ettik.” dedi. Çok haklıydı. Peki, biz denizlerimizden başka neleri kaybettik? Hazine avcılarına “maden” diyerek dağlarımızı delik deşik ettirmedik mi? Ormanlarımızı yok etmedik mi? Sularımızı ona buna peşkeş çekip kalanını kirletmedik mi? Güzelim doğayı betonlaştırıp katletmedik mi? Tarım arazilerimizi boş bırakıp şehirlerimizi yaşanmaz kılarken niçin sustuk? Gıdalarımız zehirlenirken biz niçin parmağımızı kıpırdatmadık? Millet ilaç bağımlısı haline getirilirken neredeydik? Sigara, alkol ve uyuşturucu yaygınlaşırken niçin seyirciydik? Sağlıklı bir demokrasi için despotizmi önleyen bir siyasi partiler kanununu neden yapamıyoruz? Geleceğimiz, gözbebeğimiz çocuklarımızın beynini kirleten her türlü yayın için ne yaptık? Türk sanatı, edebiyatı, edebiyatçısı niçin fakir? Türk milletini alçak, kötü, beceriksiz gösteren bir “Türk” sinemasının bizim paramızla gelişmesine nasıl izin verdik? Üç beş zengin daha da zenginleşsin diye bu milletin fakirleşmesine kim göz yumdu? Sanki arabamızla yola çıkmıyor da savaşa çıkıyormuş gibi hissetmemizin sebebi nedir? …
Sorunlar ötelendikçe birikiyor. Düşünceme göre her bir kişi, her iktidar, sadece bir sorunu ele alıp onu sonuna kadar takip etseydi, Türkiye’de sorun kalmazdı. Gün Sazak örneğine bakın lütfen. Türkiye ve Türklerin asıl sorunu, “El elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.” atasözünde anlatılır. Sorunları çözmeye hem niyet, hem gayret yok. İlgileniyor, çözüyormuş gibi gözükmek “mış gibi yapmak” yetmez. Önce sorunu çözme isteğindeki samimiyetinize inanacağız. Sonra sorunu bize Türkçe kavram ve sözlerle anlatacaksınız. Millet de sizin arkanızdan koşacak. Aksi takdirde, her zaman olduğu gibi sahipsizliğini kendi imkân ve yöntemlerine göre çözmeye devam edecek; bunları bir kenara yazacak, belki de yakında, denizler gibi kirletilmekten, kusacaktır.
Kaynak: Günboyu