İstanbul’un Fethi’nin sembolü olan Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesinin yolu açıldı. 24 Temmuz Cuma günü camide namaz kılınmaya başlanacak. Hayırlı, mübarek olsun. Sevinmem gerekir ama nedense sevinemiyorum, içimde tuhaf bir burukluk ve endişe var.
Bana göre her ülke kendi sınırları içindeki her yapı üzerinde hiçbir vatandaşını incitmeden istediği tasarrufta bulunabilmelidir. Bu açıdan sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti yönetimi bir tasarrufta bulunmuştur.
Mimar Sinan’ın bir çocuğun “minare eğri” sözü üzerine yaptıklarını hatırladım. Bu karar minareyi eğri gören çocukları çoğaltacaktır. Artık seksen dört senedir süren tartışmalar sona erer, diyeceğim ama biliyorum ki bitmeyecek; hatta yeni tartışmalar başlayacak. İçte ve dışta bu işlemin elbette birtakım yansımaları olacaktır. Büyüklerimiz ne düşündü bilmem ama bu konuyu birçok açıdan durup düşünmekte fayda var:
- Müze halinde iken, 1991’den beri orada namaz kılınamıyor muydu? Sultan Ahmet Camisi de yabancılarca ziyaret edilen bir müze değil midir? Ayasofya’nın yerli yabancı herkes tarafından ücretsiz olarak ziyarete açıldığını, ibadet etmek isteyenlere de yer ayrılacağını veya vatandaşlarının talebi üzerine daha geniş bir alanın ibadete açılacağını duyurmak çok mu zordu? Konuyu devletlerin, UNESCO’nun vs. gündemine taşımanın, dövize ihtiyacımız olan şu günlerde anlamı nedir? Tam da dünyaya Korona yardımları ile şirin gözükmeye başlamışken!
- Devletler sınırları içinde istediği tasarrufta bulunabilir. Tek şartla; aynı uygulamayı başkaları yaptığı zaman da aynı saygıyı göstermek şartıyla! İsrail Kudüs’te Mescidi Aksa’yı Müslüman vatandaşlarına rağmen Havraya çevirirse bir sözümüzün olmaması gerekir.
- Hiç vakit namazlarında Sultan Ahmet Camisine baktınız mı? Cemaatine? O bölgede vakit namazları için böyle bir camiye ihtiyaç var mı? İhtiyaç varsa açın. Gerekçeniz bu olsun. 1934’ü ilgi göstererek açmanın ne anlamı var? Müze idi değildi tartışmasına yol açmamak için ihtiyacı gerekçe gösterir, açardınız.
- Gündeminizdeki en önemli konu niçin bu? Gerçi bu konuda hemen şunu söyleyeceksiniz: Kanayan bir yara idi, Fethin sembolü, kılıç hakkı vs. İyi de fethin gerçek sembolü İstanbul’un Türk(İslâm) İstanbul olmasıdır. Memleketi Türk-İslam olmaktan çıkardınız. En dindar ailelerin çocukları bile deist, ateist olmaya başladı. Sizi siz yapan dilinize sahip çıkmamış, sokaklarınızı yabancıların istilasına açmışsınız; çocuklarınızı yabancı kültürlerin kucağına vermişsiniz, sinemada, tiyatroda, romanda… istisnalar dışında yoksunuz. Kendinize ait doğru düzgün bir kültür ürünü ortaya konulmasını desteklemek yerine Ayasofya’yı açıyorsunuz. Elimizden uçup giden çocuklarımızı geri getirecek mi? Kültürü geçtim. Ağır bir ekonomik hasarla karşı karşıyayız. Ekonomiyi düzene sokacak mı?
- Burada Batı’ya, emperyalizme karşı bir diklenme yaptığınızı iç kamuoyuna gösteriyorsunuz. Türkiye’nin güçlü olmasını kim istemez? Samimiyetle Türk vatandaşı olmayanlar. Siz bu samimi kitleye hiç sordunuz mu? Zaten Türkiye, etrafını çakalların çevirdiği bir yalnız kurt olarak kendisini korumaya çalışıyordu, yeni çatışma alanları yaratmış olmadınız mı? Sizce kanayan bir sürü yaramız varken dindirilecek en son yara üzerinde durmak ne kadar doğru? Daha birçok soru sorulabilir, uzatmayalım.
Hatırlatırım: 1934 yılındaki Bakanlar Kurulu Kararı ile alınmış bir karar, bugün bir mahkeme kararı ile iptal edilebiliyorsa, hatta bu kararı alanlar hakkında çok ciddi suçlamalar yapılıyorsa, mesele kiliseden camiye, camiden müzeye, müzeden tekrar camiye dönüşüm süreci kadar masum görülmemelidir.
Bu karar yol olacaktır! Danıştay üzerinden Cumhuriyet’in olmazsa olmazları teker, teker iptal edilebilir! Umarım Danıştay’ın aldığı bu karar böyle bir yıkım sürecinin başlangıcı olmaz!
İkinci bir husus ise Balkanlar ve İsrail’in egemenlik alanında kalmasına rağmen, bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin caydırıcı gücü ve saygınlığı hatırına korunan kutsal alanlar ve ibadethanelere mütekabiliyet esasları uygulanması durumunda ne olacaktır?
Ayasofya meselesi, çözüldü zannediliyor, çözülmedi; çünkü zamansız ve özensiz bir şekilde çözülmüştür. Keşke yumuşak bir şekilde çözülse idi. Bir sürü meseleyi arkasına takarak gündemimizde olmaya devam etmesinden korkarım. (Tıpkı Barolar kanunu gibi, kamuoyunu oyalamak için atılmış ve geri alınmamış yanlış bir adımdır: Kabul edilen Çoklu Baro kanunuyla “PKK Barosu”nun kurulmasının yolu açılmıştır.) Ayasofya’nın da gündeme getirilmesi gerçek gündemi işgal etmesi içindi. Bunu anlamak için Ayasofya konusundaki önceki beyanlara bakmak yeterlidir. [1] Daha usturuplu bir şekilde çözülebilecekken başı gözü yarıla yarıla çözülmüştür. Keşke gündeme bu amaçla gelmese idi. Bu konuda atılmış olan adım, Hatay davasında Atatürk’ün Avrupa’nın zayıflığından istifade etmesi gibi bir adım değildir.
Kendi adıma Ayasofya’yı yeniden ibadete açtınız diye size oy verecek değilim. Millet de bunu bu şekilde görmüştür ve öyle değerlendirecektir. Kamuoyu yoklamalarının dibe vurduğu zamanlarda Türkiye’de dine sarılmak, Ayasofya’yı gündeme getirmek bir gelenekti. (Bu arada artık bu kozunuz da gitti!) Türklük vurgusunu yapmaya başlamak da yine bir başka oy toplama yoludur. (Türklüğü yok sayanların dünkü sözlerinde Türk vurgusu görmek mümkün!) Bu yollara tevessül etmeden hedefiniz Türk milletine hizmet olursa güzel işler yapabilirsiniz. Yönteminiz yanlış, zamanlamanız yanlış, hesabınız yanlış!
Zamansız ve yersiz olmasına rağmen Ayasofya’nın açılmasını Türk’ün egemenlik haklarını kullanması açısından doğru buluyorum. İnşallah sonu iyi olur. Dini ve milli açıdan insanımızın fazla bir kazancı olmayacağını da biliyor ve söylüyorum: Çünkü camiler, içindeki din adamlarının ne kadar bilgin olduklarıyla, vatandaşa ulaştıklarıyla, vatandaşın onlara itibar etmeleriyle belli olur. Siz camilerin imamlarını, hutbelerini yazan Diyanet’i, din anlayışınızı düzeltmedikçe, doğruları konuşmaktan kaçtıkça istediğiniz kadar cami açın!
Allah bu millete yardım etsin.
[1] https://odatv4.com/vid_video.php?id=90320 ve https://odatv4.com/vid_video.php?id=9030F