Kendisinden önce ülkesi ve milletini düşünen ve gönüllere girenler. Evet, 80 milyonluk Almanya’yı 18 yıl idare eden Angela Merkel‘in görevi bırakmasından sonra ülkesinde “nüfusun tamamı” sokaklarda, balkonlarda, pencerelerde 6 dakika boyunca “kendiliğinden” ve “sıcak alkışlarla” ayakta alkışlanmasından söz edeceğim. İdarecilere, parti genel başkanlarına, belli günlerde, bölüklerinde yaptığı uzun, sıkıcı konuşmaları yerli yersiz alkışlayanlara gelsin. Merkel özlü bir konuşma ile parti başkanlığını da bırakmış ve bu konuşmasından sonra 8 dakika süreyle ayakta alkışlanmıştı. 6 kez yerinden kalkarak salonu selamlayan Merkel, tezahüratın sona ermesini istemiş “Çünkü daha çok işimiz var” demiş. Ülkesini düşünen bir insan böyle yapar. Kendisine karşı hiç suç işlenmemiş. Yakınlarını göreve getirmemiş. Evini, elbise dolabını değiştirmemiş, hizmetçi almamış; alışverişini, ev işlerini kendisi yapmış. Ülkesini zirveye taşımış. Türklere düşmanlık etmiş olsa da ülkesindeki saygıyı hak ediyor. (Veda konuşmasında “Başarılarımız arasında Türkiye-AB arasında imzalanan mülteci sözleşmesi de var.” demiş. Tabii bu da bizim başarısızlığımız demek oluyor.)
Tarihte böyle insanlar var. Bu gibi büyük adamlar yetiştiren milletler de büyüyor, büyük oluyorlar. Ülkelerinde olduğu gibi dünyada da unutulmayıp gelecek kuşaklara örnek oluşturuyorlar. Fransız Dö Gol böylelerinden. 17 günde ülkesi teslim olmuş. Kukla hükümetin başına onu geçirmişler. Çörçil, beğenmediği bir bakanı değiştirmeye kalkar. Durumu öğrenen Dö Gol “Bana haber vermeden nasıl, ne hakla bir değişiklik yapıyorsunuz?” diye kafa tutar. En zor şartlarda Fransızlara unuttukları şeyi, milli gururlarını hatırlatmıştır. Yine Fransa’nın korkunç bir karışıklık içinde olduğu bir dönemde Dö Gol sıkıyönetim ilanına karar verir. Halka şöyle seslenir: “Hürriyetlerinizin bir kısmını, belli bir süre için kaldırıyorum. Buhran bitince haklarınızı kullanmaya başlayacaksınız.” Samimiyetin, dürüstlüğün böylesi alkışlanmaz mı? Mareşal İvin, bir konuşmasında Dö Gol’e, ikisinin bildiği bir hadiseyi kastederek “Daha önce harekete geçseydiniz, şahsınız yönünden daha büyük başarıya ulaşırdınız.” diyor. Dö Dol’ün cevabı müthiş: “Haklısınız. Söylediğiniz gibi hareket etseydim kendi yönümden hiç şüphesiz kârlı çıkardım. Peki ama Fransa ne kazanırdı?” Böyle şahsiyetleri olan milletler kıskanılmaz mı? “Ya Türkiye ne kazanırdı?” diyebilen kaç yöneticimiz var?
Hindistan Başbakanı Şastri de böyle önemli bir kişi. Taşkent’teki barış görüşmelerinde hazırlanan anlaşmaya imza atmış ve birkaç saat sonra da dünyasını değiştirmiş. Keşmir savaşı duracak. Keşmir davasında hak Pakistan’dan yana. Şastri, Hindistan kuvvetlerine “Ateş kes” emri verecek. Meclis toplantı halinde. Başbakan durumu açıklamak üzere kürsüye geliyor. Savaşa katılan askerlerini anıyor, hizmetlerini anlatıyor, hepsini en dokunaklı sözlerle övüyor. Ve sonra koca adam, hüngür hüngür ağlıyor ve emri açıklıyor. Saygıya değer bir davranıştır bu. Aynı Şastri, Hindistan’da akşam yemeklerini kaldırdı. Yemek dedikleri çorba, iki dilim ekmek, biraz meyveden ibaret. Nedeni şu: Hindistan’da yiyecek sıkıntısı vardır. Başbakan halkını tasarrufa davet ediyor. Akşam yemeğinden vazgeçilmesini istemektedir. Davetine uymanın mümkün olabileceğine önce kendisi misal veriyor. Halktan istenen bir fedakârlığın herkesten önce isteyenin nefsinde denenmesi. Başkalarına akşam yemeği yemeyin diyebilmek için yememek. Halkın yalnız sefasını değil cefasını da paylaşmak… Muhteşem bir davranış.
Meclis kürsüsünde türkü söylemek değil, milletin türküsüne ortak olabilmek, onun için ölenlerin acısını yüreğinde hissedebilmek; uzun konuşmak değil ve kısa özlü konuşmak, güzel hitap etmek; olur olmaz alkışlanmak değil, milletince ayakta alkışlanmak; kemer sıkalım derken önce kendi kemerini sıkmak; saraylarda değil kendi evinde yaşamak; milleti için gece gündüz demeden çalışmak; vakti gelince makamını, koltuğunu sessiz sedasız ama şerefle bırakıp gitmek… Gönüllere girmek, örnek alınmak ve asırlarca gıptayla anılmak… Çok mu zor?
Kaynak: Günboyu