Öyleyse asıl soruyu soralım: Trump, küresel sistemin olağandışı bir figürü mü, yoksa sadece emperyalizmin doğrudan ve pervasız hale geldiği bir dönemin temsilcisi mi? Şunu da ekleyerek tartışmayı genişletelim: Eğer Trump gerçekten 19. yüzyıl emperyalizmine dönüyorsa, bu Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezinin kesin bir çöküşü anlamına gelmiyor mu?
Francis Fukuyama’nın “Yeni Amerikan Emperyalizmi” (The New American Imperialism) başlıklı makalesi, 11 Şubat 2025’te “Persuasion” adlı internet tabanlı bir medya sitesinde yayımlandı.
Yeni duyanlar için hemen belirtelim, “Persuasion”, Temmuz 2020’de siyaset bilimci ve yazar Yascha Mounk tarafından kurulan, toplum, siyaset ve kültür konularında yayın yapan dijital bir dergi. Fukuyama da bu derginin danışma kurulunda yer alıyor.
Bu yazıda, Fukuyama’nın tespitlerinden yola çıkarak küresel çapta kapitalist dönüşümün evrimini değerlendireceğiz.
***
Fukuyama, 1992 yılında kaleme aldığı “Tarihin Sonu ve Son İnsan” (The End of History and the Last Man) adlı kitabıyla tanınan popüler bir siyaset bilimci ve tarih felsefecisi. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte liberal demokrasinin tarihsel zirve noktası olduğunu iddia eden Fukuyama, yıllarca bu görüşün savunucusu oldu. Ancak 2000’lerin başından itibaren Amerikan dış politikası, popülist liderlerin yükselişi ve küresel sistemin kırılganlıkları nedeniyle zaman zaman kendi tezlerine eleştirel yaklaşmaya başladı.
“Yeni Amerikan Emperyalizmi” isimli makalesinde Fukuyama, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemindeki dış politika değişimini analiz ediyor. Trump’ın diğer ülkelerin siyasal işlerinden uzak kalmayı içeren geleneksel soyutlanma politikasını yani izolasyonist söylemini terk ederek açık bir emperyalist ajandaya yöneldiğini iddia eden Fukuyama, Panama Kanalı’nı geri alma tehdidi, Danimarka’ya karşı Grönland baskısı ve Gazze’yi işgal edip Filistinlileri oradan sürme planlarını örnek göstererek, bu süreci 19. yüzyıl emperyalizminin dönüşü olarak yorumluyor. Ancak Fukuyama’nın çerçevesi, ABD’nin emperyalist doğasını “Trump’a özgü bir sapma” gibi sunarak, aslında liberal dünya düzeninin siyasal ve ekonomik açmazlarını, insani ve çevresel yıkımlarını göz ardı eden tipik bir söylem içeriyor.
***
Fukuyama’nın 1992’de ortaya attığı “tarihin sonu” tezi, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ideolojik mücadelenin bittiğini ve liberal demokrasinin insanlığın ulaşabileceği en ideal yönetim biçimi olduğunu iddia ediyordu. Ona göre, artık büyük çaplı savaşlar veya emperyalist yayılmalar yerine, serbest piyasa ekonomisi ve demokratik rejimler küresel norm haline gelecekti.
Ancak 21. yüzyılın gelişmeleri bu tezin oldukça safça olduğunu gösterdi. Küresel finans krizleri, otoriter rejimlerin yükselişi, Çin’in ekonomik gücünü artırarak Batı’ya meydan okuması ve ABD’nin Irak, Afganistan gibi ülkelerdeki askeri müdahaleleri, Fukuyama’nın öngörüsünün pek de gerçekleşmediğini ortaya koydu. Şimdi, 2025’te kaleme aldığı bu makale ile Fukuyama, dolaylı olarak kendi kuramının iflasını kabul ediyor: Tarih sona ermedi, hatta tam tersine, kapitalizmin kendi çelişkileri içinde yeniden emperyalist bir döneme girdiği görülüyor.
Ancak burada kritik bir nokta var: Fukuyama, Trump’ın politikalarını “Amerikan dış politikasının anormalleşmesi” olarak tanımlıyor. Yani ona göre Trump, geleneksel liberal düzeni bozan, sıra dışı bir figür.
Oysaki burada tam da tersi bir durum söz konusu: Trump sadece Amerikan emperyalizminin maskesini düşüren bir figürden ibaret. ABD’nin emperyalist doğası Trump ile başlamadı, sadece artık daha pervasız ve doğrudan hale geldi.
***
Emperyalizm, sadece askeri işgaller veya toprak genişletme girişimleri olarak görülemez; emperyalizm, kapitalizmin yapısal krizlerine çözüm olarak ortaya çıkan bir mekanizmadır. David Harvey’nin Yeni Emperyalizm (The New Imperialism) çalışması bu bağlamda oldukça açıklayıcıdır. Harvey’e göre, emperyalizm yalnızca devletlerin birbirleriyle savaşmasıyla değil, aynı zamanda sermayenin genişleyerek yeni alanlara nüfuz etmesiyle de işler. Trump’ın politikaları, bu çerçevede değerlendirildiğinde klasik emperyalizmin dönüşü değil, neoliberal kapitalizmin krize girdiğinde daha saldırgan bir biçim almasının bir örneği olarak görülebilir.
Fukuyama’nın makalesinde bahsedilen üç olay, bu açıdan analiz edildiğinde şu şekilde yorumlanabilir:
- Grönland ve Kaynak Savaşları: Küresel ısınma nedeniyle yeni deniz yollarının açılması ve nadir minerallerin artan stratejik önemi, ABD’yi Danimarka üzerinde baskı kurmaya itiyor. Buradaki mesele, sadece Trump’ın agresifliği değil, küresel kapitalizmin yeni bir kaynak sömürgesi yaratma ihtiyacıdır.
- Panama Kanalı’nın Yeniden Ele Geçirilmesi: Küresel tedarik zincirlerinin kriz yaşadığı bir dönemde, ABD’nin lojistik avantajlarını yeniden ele geçirme girişimi. Bu, aynı zamanda Çin’in küresel ticarette artan payına karşı bir hamledir.
- Gazze’nin Kolonileştirilmesi: Trump’ın “ekonomik kalkınma” ve “yeniden inşa” vurgusu, tam anlamıyla neoliberal yeniden yapılandırma politikalarının bir devamıdır. Yıkılan yerlerin yeniden inşası, inşaat ve finans sermayesi için devasa bir kâr alanı yaratır.
Bu olaylar, Trump’ın salt irrasyonel bir emperyal hırsla hareket ettiğini değil, aksine, ABD’nin küresel sermaye akışlarını yeniden düzenlemeye çalıştığını gösteriyor.
Diğer yandan, medya ve akademi toplumsal algıları yöneterek emperyalist politikaların nasıl meşrulaştırıldığını belirler. Fukuyama’nın yazısı, tam da bu çerçevede, Trump’ı aşırı vurgulayarak Amerikan emperyalizminin asıl doğasını göz ardı ettiren bir medya stratejisinin parçası haline geliyor.
Fukuyama’nın söylemi üç temel noktada problemli:
- Trump’ı Bir Sapma Olarak Sunmak: Fukuyama, Trump’ı ABD dış politikasının olağandışı bir figürü gibi göstererek, önceki yönetimlerin emperyalizmini örtüyor. Oysaki, Obama yönetimi de Libya’da rejim değişikliğini desteklemiş, Bush yönetimi Irak’ı işgal etmişti. Ama bunlar “normlar içinde” kabul edilirken, Trump bir anomali olarak sunuluyor.
- Liberal Normların Çöküşü Söylemi: Fukuyama, sanki ABD daha önce emperyalist değildi de Trump ile birlikte öyle oldu gibi bir anlatı kuruyor. Oysaki, ABD’nin 1945’ten itibaren yürüttüğü Soğuk Savaş politikaları, dünya çapında onlarca askeri darbeyi desteklemiş, ülkeleri neoliberal modele zorlamıştı.
- Trump’ın “İronik Olarak” Normları Güçlendirmesi: Trump’ın saldırgan söylemi, geçmiş emperyalizmi daha masum gösteriyor. Medyanın bunu abartarak sunması, kamuoyunu pasifize eden bir stratejiye dönüşüyor.
***
Fukuyama’nın makalesi, Trump’ın emperyalist politikalarını Amerikan dış politikasının anormalleşmesi olarak sunuyor. Ancak gerçekçi bir perspektiften bakıldığında bu politikaların temelinde yatan asıl mesele, küresel kapitalizmin kendi krizlerine verdiği tepkidir.
Öyleyse asıl soruyu soralım: Trump, küresel sistemin olağandışı bir figürü mü, yoksa sadece emperyalizmin doğrudan ve pervasız hale geldiği bir dönemin temsilcisi mi?
Şunu da ekleyerek tartışmayı genişletelim: Eğer Trump gerçekten 19. yüzyıl emperyalizmine dönüyorsa, bu Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezinin kesin bir çöküşü anlamına gelmiyor mu?