Sinema, yalnızca eğlendiren değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız dünyayı sorgulamamıza da yardımcı olan bir sanat dalıdır. Perdede gördüğümüz görüntüler, bazen gerçek dünyanın çarpıtılmış bir yansıması, bazen de onun en keskin halidir. Öyle filmler vardır ki, izleyiciyi “rahat koltuğundan” eder, “Acaba ben de bu sistemin bir parçası mıyım?” diye düşündürür.
Bugün, 1999 yapımı The Matrix’ten 2019 yapımı Parazit’e (Parasite) uzanan bir yolculukta, sinemanın yer yer bize fısıldadığı ya da tüm çıplaklığıyla sergilediği sistem eleştirilerini masaya yatıracağız. Bu filmler, kapitalizmin labirentlerinde kaybolmuş insanlığa birer ayna tutuyor: Gerçek dediğimiz şey, acaba bir yanılsama mı? Özgür olduğumuzu sanarken, aslında kimin oyuncağıyız? Sistemi yıkmak için savaşanlar, bir süre sonra onun yeni muhafızları mı oluyor?
Bu sorular, yalnızca filmlerde değil, içinde yaşadığımız dünyada da karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, sinemayı bu kadar büyülü kılan şey de sanırım bu özelliği; Hakikati yanılsama, yanılsamayı hakikat olarak yansıtırken döngüsel bir etki bırakabilmesi.
Şimdi bazı kült filmler özelinde devam edelim.
- The Matrix (1999)
Yönetmenliğini Lana ve Lilly Wachowski kardeşlerin yaptığı Matrix “The Matrix”, gerçeklik algısını kökten sarsan bir bilimkurgu aksiyon filmi. Keanu Reeves (Neo), Laurence Fishburne (Morpheus) ve Carrie-Anne Moss (Trinity) yer aldığı film, sıradan bir yazılımcı olan Neo’nun yaşadığı dünyanın aslında makineler tarafından yaratılmış bir simülasyon olduğunu keşfetmesiyle başlar. Felsefi alt metinleri, cyberpunk estetiği ve çığır açan görsel efektleriyle büyük ses getiren film, En İyi Kurgu, Görsel Efekt, Ses ve Ses Kurgusu dallarında 4 Oscar kazanmıştır.
Felsefi ve mitolojik göndermeleri olan filmin Platon’un “mağara alegorisi” ve Baudrillard’ın “simülasyon ve simulakrlar” ile birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Filmin sistem eleştirisinin özü, gerçekliğin bir yanılsama olduğu, ve içinde hapsolduğumuz sistemin insanları ve toplumları bu yanılsamayla kontrol ettiğidir.
Filmin Anahtar Metaforlar:
Mavi hap: Sistemin sunduğu rahat cehalet (örnek: tüketim kültürü, siyasi pasiflik).
Kırmızı hap: Gerçeği görme ve isyan (eleştirel düşünce, devrim).
Ajan Smith: Sistemin baskı araçları (polisiye devlet, medya, algoritmalar).
Temel mesaj: “Matrix insanları kontrol etmek için değil, insanların kontrol edilmeye ihtiyacı olduğu için var.”
Neden Önemli?
Kapitalizm, teknoloji ve özgür irade arasındaki ilişkiyi sorgulatarak, “uyanma”nın bedelini hatırlatır: Gerçeği bilmek için, yalnızlığı ve mücadeleyi göze almak gerekir.
Küçük bir not: İlk iki devam filmi (Reloaded ve Revolutions), 2003 yılında birkaç ay arayla vizyona girdi ve aslında uzun olan tek bir bölümün iki alt parçasıydı ve hikâyeyi doğrudan birbirine bağladı. Dördüncü film (Resurrections) ise seriden neredeyse 20 yıl sonra geldi ve daha meta hafızayla ilgili temaları öne çıkaran bir yeniden başlatma denemesiydi. Ne yazık ki bir hayalkırıklığı oldu.
- Dövüş Kulübü “Fight Club” (1999)
Amerikalı sinema yönetmeni David Fincher’ın yönettiği Dövüş Kulübü “Fight Club”, Chuck Palahniuk’un aynı adlı romanından uyarlandı. Başrollerde Edward Norton, Brad Pitt ve Helena Bonham Carter bulunuyor. Film, modern tüketim toplumuna yabancılaşmış, uykusuzluk çeken bir adamın, karizmatik ve anarşist bir sabun satıcısı olan Tyler Durden’la tanışarak ülke çapında yeraltı dövüş kulübü zinciri kurmasını konu alıyor. Film toplumsal düzene, cinsiyet krizine ve toplumsal kimlik parçalanmasına dair sert bir eleştiri sunuyor.
Başlangıçta tartışmalı tepkiler alsa da zamanla kült bir filme dönüşmüş, Empire ve IMDb gibi listelerde en iyi filmler arasında yerini almıştır.
Filmin sistem eleştirisinin özü, tüketim kültürünün tolumsal kimliği yok ettiği üzerine kuruludur. Filme göre bu durumdan Kurtulmanin yolu sistemi yok etmektir, ancak insan bu şekilde özgürleşebilir.
Anahtar Metaforlar:
IKEA kataloğu: Tüketimle tanımlanan kimlikler.
Dövüş Kulübü: Sistemin dayattığı “yumuşak erkeklik” projesine karşı şiddetli bir isyan.
Mayhem Projesi: Anarşist devrim (ama aynı zamanda yeni bir dogmanın doğuşu).
Temel Mesaj: “Sahip oldukların, en sonunda sana sahip olur.”
Neden Önemli?
Sistemin büyük çoğunluğu “maaşlı köleler”e dönüştürdüğü fikri üstüne kuruludur. Tek yol başkaldırıdır. Ancak isyanın da bir tuzak olabileceğini (örneğin isyanın lideri Tyler Durden’ın diktatörleşmesi örneğinde olduğu gibi) işaret eder.
- Kar Küreyici “Snowpiercer” (2013)
Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho’nun ilk İngilizce filmi olan Kar Küreyici “Snowpiercer”, Fransız Jacques Lob (senarist) ve Jean-Marc Rochette (çizer) tarafından üretilen ve ilk defa 1982 yılında yayınlanan “Le Transpeeceneige” isimli çizgi romanından uyarlanmıştır.
Filmin başrolünde Chris Evans, Tilda Swinton, Song Kang-ho ve John Hurt gibi isimler yer alıyor.
Film, küresel ısınmayı durdurmak için yapılan bir deneyin ters gitmesiyle buz çağının başladığı distopik bir gelecekte geçiyor. Hayatta kalan insanlar, sürekli hareket eden bir trenin içinde sınıf hiyerarşisiyle bölünmüş bir düzende yaşıyorlar.
Filmde temel olarak alt sınıfın isyanı, sınıf mücadelesi metaforu üzerinden işleniyor.
Film, birçok bağımsız festivalden ödülle dönmüştür. Ayrıca, eleştirmenler tarafından da takdir edilmiştir. 2020 yılında dizi film olarak da yayınlanmış ve farklı bir oyuncu kadrosuyla dört sezon devam etmiştir.
Sistem eleştirisinin özü, kapitalizm bir trendir ve ön vagondakiler yani birinci sınıftakiler lüks içinde seyahat ederken, en arkadakiler çürür.
Anahtar Metaforlar:
Tren vagonları: Katı sınıf hiyerarşisi (en arkada işçiler, en önde elitler).
Protein çubukları: Sistemin kölelere sunduğu “ucuz hayat” (böceklerden yapılmış gıda).
Wilford: Sistemin tanrılaştırılmış lideri (“Denge gerekli” diyerek sömürüyü meşrulaştırır).
Filmin Mesajı: “Herkes kendi önüne konan lokmayı yer.”
Neden Önemli?
Devrimin bile sistem tarafından manipüle edilebileceğini (Kahraman Curtis’in sonunda “dengeyi” seçmesi) ve şiddet yoluyla yıkılan sistemlerin yerine genelde benzerinin geldiğini işaret eder.
- Parazit “Parasite” (2019)
Yine Bong Joon-ho’nun yönettiği Parasite, hem kara mizah hem de toplumsal eleştiri açısından çarpıcı bir Güney Kore filmidir. Oyuncu kadrosunda Kar Küreyici filminde de yer alan Song Kang-ho ile Güney Kore sinemasının önemli oyuncuları Choi Woo-shik, Park So-dam ve Lee Sun-kyun gibi isimler yer alıyor.
Film, düşük gelirli Kim ailesinin, zengin bir ailenin evine kademeli olarak sızmasıyla başlayan olayları anlatır. Alt sınıfın hayatta kalma mücadelesi ve sınıf çatışması filmde keskin bir biçimde işlenir.
Film, 2020 Oscar Ödülleri’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Uluslararası Film ve En İyi Orijinal Senaryo dahil olmak üzere 4 Oscar ödülü kazanarak tarih yazmıştır. Ayrıca Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanan ilk Güney Kore filmi olmuştur.
Filmin, sistem eleştirisinin özü, sınıf farkının bir apartman dairesi kadar yakınımızda ama yine de aşılamaz olduğudur.
Anahtar Metaforlar:
Yarı bodrum daire (banjiha): Yoksulların görünmezliği.
Bahçe partisi: Zenginlerin naif ama acımasız ayrıcalığı.
Koku: Sınıfsal ayrımın en ilkel göstergesi.
Filmin mesajı: “Zenginler masum oldukları için değil, zengin oldukları için naiflerdir.”
Neden Önemli?
Kapitalizmin “fırsat eşitliği” idealini eleştirir. Sınıf farkının yarattığı yeni kültürel kodlara odaklanır. Örneğin, yoksullar sınıf atlamak için birbirlerini ezerlerken, zenginler izole ve aşırı temiz dünyalarında ansızın karşılaştıkları farklı “koku”dan bile rahatsız olurlar.
Sistem eleştirisi yapan filmlerin ortak yönlerine baktığımızda beş temel özellik, anlatı ya da gösterge ön plana çıkıyor:
- Gerçeklik inşası: Matrix’te “simülasyon”, Dövüş Kulübü’nde “tüketim toplumu”, Kar Küreyici’de “tren mitolojisi”, Parazit’te “başarı, zenginlik hayali.” Sonuç itibarıyla mevcut sistem, bize bir “hikâye” pazarlar ve ona inanmamızı sağlarken, ürünlerini düzenli olarak ttükettiğimizden emin olacak araçları yeniden üretir.
- Özgür irade yanılsaması: Neo’nun “seçimi”, Tyler’ın “isyanı”, Curtis’in “devrimi”, Ki-woo’nun “zengin olma planı.” Herkes, sistemin izin verdiği kadar özgürdür.
- İsyan diyalektiği: Matrix’te insanlar tarafından inşa edilen Zion’da bile hiyerarşik bir kontrol mekanizmasının olması, Dövüş Kulübü’nde Tyler’ın giderek sistemle bütünleşmesi ve katı bir sistem hiyerarşisi inşa etmesi, Kar Küreyici’deki isyanın başarısızlığı. “Sistemin araçlarını, kurallarını ve kodlarını kullanarak omu yıkmak mümkün değildir,” mesajı.
- Şiddet paradoksu: Dövüş Kulübü’nde “kendini imha”, Kar Küreyici’de “vagon katliamı”, Parazit’te “cinayet.” Şiddet, sistemin dilidir; onunla savaşırken sonunda ona dönüşürsünüz.
- Sistemin karanlık yüzü: Parazit’teki “koku”, Kar Küreyici’deki “protein çubukları”, Matrix’teki “insan pilleri. ” Sistem, devamlılığını sağlamak için insanlığı bir tür “kaynak” olarak (mı) görür?
Bu filmler sonuç olarak bize şunu sorar:
“Beyaz yalanı mı, acı gerçeği mi seçersiniz?” “Sistemi yıkmak için onun kurallarıyla oynadığınızda, yeni ve benzeri bir sistem yaratmış olmaz mısınız?” “Direniş anlatısı, sistem içinde ve onun belirlediği sınırlar kapsamında yeniden üretilerek zararsız bir tüketim kültürü ürününe dönüşmüyor mu?” (İsyan fikrinin popüler kültür tarafından keyif ve eğlence objesine dönüştürülmesi: Örneğin, Che Guevara, Marx ya da Atatürk tişörtleri giyerek “devrimcilik” oynamak ya da her türlü araç arkası yazısı, poster, kitap ayracı, bardak altlığı, anahtarlık vb. ve/veya sosyal medya mesajları yoluyla sisteme sanal ortamda “başkaldırmak” gibi.)
Belki de en çarpıcı mesaj Parazit’in finalindeki gibidir:
Sistem o kadar güçlüdür ki, eninde sonunda yoksul bile yoksulu ezer. Sistemin araçlarını kullanarak ona karşı asla zafer kazanılamaz. Sadece, mevcut yanları belki biraz törpülenir, belki biraz sadeleştirilir, ama özü aynı kalmaya devam eder.
Peki sizce “kırmızı hap” alanlar kazanabilir mi? Yoksa, Her defasında “Matrix” (bir akıl oyunu olarak) yeniden mi inşa edilir?
Üstüne düşünelim.