Dr. Alper Sezener
Dr. Alper Sezener

Altın Madenciliği: Doğru Soruları Sormanın Zamanı

featured

Madencilik, doğru yönetildiğinde ekonomik ve toplumsal fayda sağlayabilir. Ancak bunun için çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik öncelikli bir hedef olmalıdır. Türkiye, zengin yeraltı kaynaklarını toplumun refahını artırmak ve doğal mirasını korumak için kullanmalıdır. Çünkü toprak, sadece çıkarılacak bir kaynak değil, geleceğimizi üzerinde inşa ettiğimiz temel zeminimizdir.

Türkiye, yeraltı kaynakları bakımından zengin bir ülke. Altın madenciliği stratejik bir faaliyet. Ancak, bu zenginliğin nasıl yönetildiği ve toplumun geneline ne ölçüde fayda sağladığı, madencilik faaliyetlerinin sürdürülebilirlik, çevre ve toplumsal kalkınma ile nasıl dengelendiği tartışılması gereken önemli bir konu.

Sanılanın aksine, Türkiye’de çıkarılan altın ülke içinde üretiliyor yurtdışına çıkarılıp işlenmiyor ya da satılmıyor. Fakat bu durum, kaynak laneti adı verilen riskten bağımsız değil. Kaynak laneti, doğal zenginliklere sahip ülkelerin, bu zenginlikleri doğru yönetemediğinde ekonomik ve toplumsal açıdan zarar görmesi anlamına geliyor.

Özetle, doğal kaynak ekonomisine aşırı vurgu da bir yanılsama: doğal kaynak gelirlerine aşırı bağımlılık, diğer sektörlerin gelişimini engelleme riskini taşıdığı, çevresel sorunları ve toplumsal eşitsizlikleri derinleştirme potansiyeline sahip olduğu için daha çok geri kalmış ülkelerin ekonomik kalkınma modelini işaret ediyor.

Genel olarak madencilik sektörü ülke ekonomisine katkı sağlıyor gibi görünse de bu katkının gerçek boyutu sorgulanmalı. Türkiye’nin Brezilya. Arjantin ve Venezuela örneklerini takip etmesinin vatandaşa olumlu bir yansıması olmayacağı bir gerçek.

Madenciliğin işlenmiş ürün aşamasına kadar ekonomik değer yaratması ve bu değerin adil bir şekilde paylaşılması şart. Ancak bazı metalik minerallerin işlenmesi, uluslararası tekellerin kontrolü altında ve bu durum, ulusal ekonomilerin fayda elde etmesini zorlaştırıyor.

 

Madencilik ve Çevresel Sürdürülebilirlik

Madencilik, maden rezervinin bulunduğu yerde yapılan bir faaliyet. Dolayısıyla, endemik açıdan değerli bir orman alanında ya da tarihi ve kültürel miras kabul edilen bir yerleşim yerinde de toprağın altında olması olası.

Peki, madencilik her yerde yapılabilir bir faaliyet mi olmalı?

Özellikle biyolojik çeşitlilik açısından kritik olan bölgelerde, madencilik faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkisinin telafisi zor kayıplara yol açabileceği bilindiği halde sırf ekonomik kalkınma adına bu faaliyetlere göz yumulmalı mı?

Gerçekten maden faaliyetlerinden kim kazançlı çıkıyor, kim zarar görüyor?

Geçmişte deneyimlenmiş birçok olumsuz örnek var. Örneğin, Brezilya’da Amazon yağmur ormanlarında yapılan altın madenciliğinin sadece ekosistemi yok etmekle kalmadığı, aynı zamanda yerli halkların yaşam alanlarını da tehdit ettiği bilinen bir gerçek. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki kobalt, bakır ve elmas madenlerinde çevresel tahribat ve insan hakları ihlalleri ile ilgili birçok kanıt mevcut.  ABD’deki Appalachian bölgesindeki kömür madenciliği, çevre üzerindeki etkileri nedeniyle birçok su kaynağının asitli hale gelmesine yol açtığı biliniyor. Özellikle, kömür ve altın madenciliği yapılan bölgelerde solunum yolu hastalıklarına rastlanılması sürpriz değil.

Bu tür örnekler doğal kaynakların çıkarılmasında sosyal ve çevresel hassasiyetin göz ardı edilmesinin ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor.

Diğer yandan, altın madenciliği ve siyanür meselesi tüm dünyada halen çözülememiş bir mesele. Kamuoyu algısı bu konuda halen oldukça olumsuz ve maden şirketlerinin yanlış halkla ilişkiler politikaları da bu algının düzelmesine olumlu bir katkı sağlayamıyor. Altın madenciliğinde kullanılan kimyasalların yeraltı sularına verdiği zarar ve bunun tarım ve hayvancılık başta olmak üzere doğal yaşam üzerindeki etkileri kamuoyunda büyük endişe kaynağı olmaya devam ediyor.

Türkiye için çıkarılacak ders çok net: Madencilik faaliyetleri, biyolojik çeşitlilik ve toplumsal hassasiyetler göz önüne alınarak planlanmalı, her bölgede yapılabilir bir faaliyet olmaktan çıkarılmalıdır.

Ormanlar, yeraltı ve yerüstü kaynakları, tarihi ve kültürel miras, yöre insanının yaşam ve geçim kaynakları, tarım ve hayvancılık, turizm gibi faaliyetler tümüyle dikkate alınarak madencilik faaliyetleri planlanmalı. Kısa ve uzun vadeli çevresel, sosyal ve yönetsel etkiler detaylı bir şekilde bağımsız olarak değerlendirildikten sonra bir bölgede madencilik yapılıp yapılmayacağına karar verilmelidir.

Bu arada, kamuoyu algısı yaratarak yabancı maden şirketlerini ormanları yok ediyor diye ülkeden kovduktan sonra aynı bölgede yerli ve milli olduğu iddia edilen firmalara madencilik izni verilmesi meselesini de derinlemesine değerlendirmek gerekir.

 

Madenciliğin Kalkınmaya Katkısı: Efsaneleri Sorgulamak

Madencilik sektörü, sık sık kalkınma için vazgeçilmez bir araç olarak pazarlanıyor. Ancak bu iddia, çoğu zaman madenciliğin çevresel ve toplumsal maliyetlerini görmezden geliyor. Madencilik faaliyetlerinin Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarını (SKH) ne ölçüde desteklediği tartışmalı. Örneğin, SKH 13 (İklim Eylemi) ve SKH 15 (Karasal Ekosistemlerin Korunması) gibi hedeflerle madenciliğin çeşitli ülkelerde yarattığı çevresel tahribat açıkça çelişiyor.

Türkiye’de taş, mermer ve kömür ocaklarının uluslararası standartlara ne kadar uyumlu çalıştığı ve çevresel açıdan olumsuz etkilerinin ne şekilde bertaraf edildiği ile ilgili birçok soru işareti mevcut.

Bununla birlikte, ülke ekonomisi ve yöre insanı açısından reel katma değer ve kalıcı ekonomik katkı açısından madencilik faaliyetlerinin etkisinin maden şirketlerinin söylemlerinin aksine eser miktarda olduğudur. Norveç, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde yeraltı kaynaklarından elde edilen gelirler halkın refahını artıracak kalıcı ve uzun vadeli sosyal projelere yönlendiriliyor.

Türkiye’de ise bu gelirlerin ne ölçüde kalkınma projelerine dönüştüğü belirsiz. Yüz milyonlarca Amerikan doları kazanan şirketlerin destekledikleri sosyal projelere bakıldığında genel görünüm etkileyici değil. Çoğunlukla sektör aktörleri birbirlerine propaganda yaparak övünseler de bu projelerin toplumda çok fazla karşılığı ne yazık ki çok zayıf.

Burada net, devletçi bir maden politikası devreye girmeli. Mademki yeraltı kaynakları kanunla belirlenmiş haklar çerçevesinde devlete ve dolayısıyla millete ait, madencilik faaliyetlerinden elde edilen devlet kazancı da bu sahipliği yansıtacak oranda olmalı ve elde edilen gelir toplumun genel refahını destekleyecek projelere yönlendirilmeli.

 

Uluslararası Standartların Önemi

Mümkün olan her ortamda altını çizdiğimiz gibi, Maden Kanunu ve ilgili yönetmelikler ile özellikle Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme (ÇED) yönetmeliği uluslararası Avrupa Birliği ülkelerinin ve uluslararası finans kuruluşlarının çevresel ve sosyal standartları çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir.

Madencilik sektöründe uluslararası standartların benimsenmesi, çevresel ve toplumsal etkilerin yönetilmesinde önemli bir adım. Sorumlu Madencilik Güvencesi Girişimi (IRMA) ve Uluslararası Madencilik ve Metaller Konseyi (ICMM) gibi kuruluşların geliştirdiği standartlar, madencilik faaliyetlerinin sürdürülebilir bir şekilde yapılması için rehber niteliğindedir.

Sorumlu madencilik sloganını çokça dile getiren sektör aktörlerinin ve ilgili sektör derneklerinin bu standartlar çerçevesinde ilkelerini belirleyerek kapsamlı tam uyum için girişimde bulunmaları büyük bir adım olacaktır.

Bu standartlar, çevresel etkilerin azaltılmasını, toplumun ve yöre insanının haklarının korunmasını ve şeffaf bir denetim sürecini öngörmektedir.

Türkiye, bu tür standartları yasal düzenlemelerine uyarlayarak madencilik sektörünü daha sürdürülebilir bir yapıya kavuşturabilir.

 

Planlı, Duyarlı ve Sürdürülebilir Madencilik

Madencilik, ekonomik kalkınmanın bir aracı olabilir. Ancak bu, doğru yönetildiği ve çevreye, topluma saygılı bir şekilde yapıldığı sürece mümkündür.

Söylemden çok eylem, reklamdan çok somut adımlar değişimi başlatır ve sürdürülebilir kılar.

Türkiye’de altın madenciliği tüm belirsizliklere ve uzun süren fizibilite, planlama ve uygulama süreçlerine, birtakım politik risklerine rağmen çok karlı bir ticari faaliyettir. Ons başına maliyet altının güncel ons fiyatı düşünüldüğünde yaklaşık üçte bir orandadır. Yani, bugün itibarıyla maden şirketleri bir koyup üç kazanmaktadır. Dolayısıyla, şirketlerin kazandıkları yöreye ve o yörenin doğasına ve sakinlerine karşı adil olmaları beklenir.

Türkiye’de madencilik sektörünün daha sürdürülebilir bir yapıya kavuşması isteniyorsa acilen atılması gereken adımlar şunlardır:

  1. Madencilik faaliyetleri, biyolojik çeşitlilik ve toplumsal hassasiyetler göz önüne alınarak planlanmalıdır. Bunun için planlı bir madencilik politikası ve çerçevesi oluşturulmalıdır.
  2. ÇED raporları uluslararası çevresel ve sosyal standartlara uygun bir şekilde hazırlanmalı ve çevresel denetimler bağımsız kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmelidir.
  3. Halkın görüşleri, prosedür olarak gerçekleştirilen, etkisiz halkın katılımı toplantıları yoluyla değil, kapsamlı ve zamana yayılan şeffaf bir iletişim süreci ile açık, şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde alınmalı, halkla ilişkiler etkin bir şekilde yürütülmelidir.
  4. Madencilik faaliyetlerinden elde edilen gelir toplumun geneline fayda sağlayacak sosyal projelere yönlendirilmelidir. Bunun için de devlet hakkı ciddi bir şekilde artırılmalı ve elde edilen gelirin madencilik yapılan yöreye katkıda bulunması sağlanmalıdır.

Madencilik, doğru yönetildiğinde ekonomik ve toplumsal fayda sağlayabilir. Ancak bunun için çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik öncelikli bir hedef olmalıdır.

Türkiye, zengin yeraltı kaynaklarını toplumun refahını artırmak ve doğal mirasını korumak için kullanmalıdır. Çünkü toprak, sadece çıkarılacak bir kaynak değil, geleceğimizi üzerinde inşa ettiğimiz temel zeminimizdir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!