2012 yılında Anayasanın Dili Sempozyumu’ndaki konuşmasında, Başbakan Erdoğan, “Zaman zaman söyleniyor; ‘Türkçe ile felsefe yapılmaz’ deniyor. ‘Türkçeyle bilim yapılmaz, bilim dili kurulmaz’ deniyor. Bunların tamamı ırkçılık kokan açıklamalardır aslında. Irkçılık ihtiva eden bir düşünüş” diyor.
Akif’in Süleymaniye Kürsüsü şiirinde söylediği gibi bir yanda ahali öbür yanda yazar/çizer takımı Cumhurbaşkanı Senfoni (algı) orkestrası gibi alkışlıyor.
“Ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak/-Yaşasın/-Kim yaşasın?/-Ömrü olan./Şak! Şak! Şak!”
Bu defa yıl 2014 TÜBİTAK ödül töreninde Cumhurbaşkanı sıfatıyla yine Erdoğan konuşuyor. Bu defa şöyle söylüyor; ‘Şu anda Türkçe’nin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız!’
Onca çelişki ve tutarsızlık birbiri ardından gelirken şanlı medya olanı biteni onaylamaya devam ediyor. Bunlar Fikret’in “Sis” şiirinde ifade ettiği deyimle zerrelerini tıka basa levs-i riyâ (ikiyüzlülük kiri) ile doldurmuş olanlardır. Bunlar elleri patlayıncaya kadar alkış üstüne alkış yapıyor.
‘Rasmussen NATO Genel sekreteri olamaz çünkü’…diye başlayıp Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri yapan kararın altına imza atan da bizzat kendileri oluyor.
‘Ne işi var NATO’nun Libya’da?’ Diye soran da NATO ile birlikte Libya’ya müdahale etme çelişkisini gösteren de onlar oluyor.
Libya mahvoluyor. Irak ve Suriye kan kaybından ölecek konuma geliyor. Türkiye ağzına kadar göçmenle doluyor. İktidar putuna tapan eller ara vermeksizin alkışlamaya devam ediyor!
Alkış, kutsama ve onaylama her yanı sarıyor. Alkışlayan, onaylayan, tasdik eden moderatör, programcı, akademisyen ve gazeteci televizyon ekranlarında resmi geçiş yapıyor. Alkışa ve onaylama devam ediyor.
Akif’in yüz yıl önce ifade ettiği gibi. ‘Yanılmaz iktidar her zaman doğru yapar’ imanı içinde biat geleneği aynen devam ediyor. ‘Dünya lideri Erdoğan’ naraları atılıyor. Bu arada Akif’in mısralarının anlattığı türden bir medya daha riyakar bir icraatla karşımıza çıkıyor. Akif o günün medyası için şöyle demişti; “Türlü adlarla çıkan namütenahi gazete/Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete”.
Yüz yıldır hiç değişmemiş!
Askerliğin bedelli olmasına karşı söylenmiş şu sözler alkış ve onay alıyor: ‘Şahsen böyle bir sorumluluğun altına Tayip Erdoğan olarak giremem. Çünkü… parası olan var, olmayan var. Parası olanlar bastıracak parayı askerlikten kurtulacak parası olmayan da gidecek askerlik yapacak’. Bu sözlerin üzerinde bir süre geçecek bu sözlerin sahibi birden fazla bedelli askerlik yasası çıkaracaktır. Bu defa da bedelli askerlik yasasının çıkması malum yerlerden alkış ve onay alacaktır.
Ermenek’li Recep’in yırtık lastiklerine inat; 185 milyon dolarlık uçakta debdebeler, 1150 odalı Saray’da tantanalar, onlarca kanal televizyonda şanlar, binlerce polisle sokaklardan nispet yağacaktır.
Zevahiri toplamak görevi bu defa sanatçı, şarkıcı, artist ve spor cenahına düşecektir. İktidarın algı orkestrası onların sesleriyle zenginleşecektir:
Bu defa yine eller/Şak şak şak/ Diller şen ve şakrak/ Yaşasın Saraylar/ Çıplak ayaklar/ Yaşayanlar yaşayacak!
Yetersizlikler, ilkesizlikler, tutarsızlıklar, ferasetsizlikler ve ön görü yoksunlukları malum esimlerden aralıksız onay ve destek almaya devam ediyor!
Adam yazmıyor adeta kendini yayıyor ve şöyle diyor: “AK Parti pragmatik bir parti. En büyük avantajı 360 Derece dönebilen bir politik göze sahip olması”. Demek ki siyasiler ‘dön baba dön’ derken, medya ve akademik dünyada döner kebabı yüz yıldır yemeye devam ediyor.
Yüz yıl öncesinde Tevfik Fikret’in bu tür oportünist ve pragmatik haller için şöyle demişti: “Düşsün sana-meyyâl-i tahakküm-eğilen ser/ Kopsun seni -bir hak diye- alkışlayan eller!”. O demiş diyeceğini biz daha ne diyelim?