İki yıl öncesine kadar Başbakan Erdoğan, Brezilya Cumhurbaşkanı Lula ve Ahmedinecad ile birlikte bölgesel barış inşa ediyordu. Üçlü, İran’ın nükleer programı kapsamında “nükleer yakıt takası”nı Türkiye üzerinden gerçekleştirecek anlaşmalara imza atıyorlardı.
Yine uzun sayılmayacak bir süre önce İsrail Başbakanı Olmert ile Suriye Başbakanı, Türkiye’nin arabuluculuğunda Ankara’da barış görüşmeleri yapıyordu.
Suriye ile Türkiye ilişkileri ise son derece olumlu seyrediyor, adeta “bir devlet, iki millet” ilişkisine doğru gidiyordu.
Irak merkezi hükümetiyle de Türkiye’nin, Saddam sonrası ekonomik ve siyasi ilişkileri son derece sıcaktı.
Türkiye, Irak’ta hükümet bunalımının çözümlenmesi için girişimlerde bulunuyor ve Kandil’deki terör konusunda çözüm yolları arıyordu.
İran ile ilişkiler; ABD/NATO füze kalkanının Kürecik’e kurulmasıyla bozuldu ve ardından Türkiye’nin “Suriye Türkiye’nin iç işidir” anlayışını devreye sokmasıyla da çıkmaza girdi.
İsrail ile ilişkiler ise İsrail’in “Gazze Operasyonu”, ardından Başbakan Erdoğan’ın “One Minute” çıkışı ve süreçte yaşanan Mavi Marmara krizi ile zirve yaptı.
Suriye ile ilişkiler ise “Arap Baharı” bağlamında meydana gelen gelişmeler ve Türkiye’nin takındığı tavır yüzünden tamamen zehirlendi.
Sonuçta AKP iktidarı, bir zamanlar aralarında arabuluculuk yaptığı Suriye ve İsrail ile aynı anda düşman olma başarısını (!) gösteren bir siyasi zihniyet olarak tarihe geçti.
Irak, Suriye, İran ile ilişkileri “ifrat ile tefrit” arasında gidip gelen AKP’nin, ilişkileri istikrarlı bir biçimde yürüttüğü tek ülke ABD olmuştur!
Obama ile Erdoğan arasında Orta Doğu konusundaki, Başkan-Eşbaşkan ilişkisi hiç bozulmamıştır. Buna karşın Türkiye’nin bütün komşularıyla ilişkileri bozulmuştur.
Son bir ay içinde İran Genelkurmay Başkanı, “Sıra Türkiye’ye geldi” demiş, Bağdat hükümeti “Türkiye ile ilişkileri gözden geçirme” kararı almış, Suriye bir Türk savaş uçağını düşürmüş, Güney Kıbrıs Rum yönetimi Akdeniz’de doğal gaz yataklarının İsrail ile çıkarılması konusunda Türkiye’ye meydan okur hale gelmiş, Suriye’de PKK/PYD “özerk bölge” ilan etmiş, Şemdinli’de PKK Türkiye’ye karşı cephe savaşı açmıştır.
Gelişmeler, bölgede ve Türkiye’nin dış politikasında ciddi bir alt-üst oluşların yaşandığını ve geleneksel dengelerin bozulduğunu göstermeye yetiyor.
Yaşananlar “komşularla sıfır sorun” politikasının aslında “komşularla -hiç yoktan- sıfır sorunlu savaş” politikasına dönüştüğünü göstermektedir!
Bütün bunlar yaşanırken, ABD’den “Esad sonrası konuşulmalı” söylemleriyle yola çıkan ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Türkiye’ye geldi. Bu kritik bir dönemde Clinton’ın Türkiye’yi ziyareti, ABD’nin Suriye için başkanlık seçim sonuçlarını beklemeyeceğini göstermektedir.
Yansıyan haberlere göre AKP Hükümeti, Suriye sınırında 5 noktada ‘güvenlikli bölge’ planını uygulama hazırlığındadır. Türkiye’nin, Irak sınırından kendisine terör ihraç eden PKK terör kamplarına yok edip, burada güvenlikli bölge ilan etmezken Suriye’de güvenlikli bölge ilan etmeye kalkması da ilginçtir. Bunun nedeni de ABD’nin Irak’ta güvenlikli bölge ilanına karşı Suriye’de ise destekçi olmasıdır.
Suriye’ye yönelik böyle bir girişim, Türkiye’nin başını fena halde belaya koyabilecektir. Zira Türkiye’nin güvenlikli bölge ilan etmek üzere Suriye’ye girmesi, İran ve Irak’taki Hükümetler tarafından bir çeşit savaş ilanı olarak algılanacaktır. Suriye ile Türkiye ilişkileri bozulunca bunun Türkiye-İran ilişkilerine yansımaları da kaçınılmaz olacaktır.
Bu durumda yalnız İran değil Irak, Suriye, Ermenistan, İsrail ve Yunanistan da ellerinin altındaki Türkiye aleyhtarı potansiyelleri harekete geçireceklerdir. Bu ülkelerin yapacağı ilk iş ise Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için PKK terörünün önünü alabildiğince açmaları olacaktır. Türkiye geri adım atmamak için her ihtimali hesaba katarak davranmalıdır. Başbakan Erdoğan’a birileri ABD’nin her şey demek olmadığını söylemeleri gerekiyor.