Hüzün Eylül’ün bir başka adıdır… Eylül ise bağbozumunun, talanın, yola dizilmiş kervana baskının, zulmün diğer adıdır. Eylül bazılarımızın kanını dondurur, hüzün Eylül gibidir. Gökyüzünün kafes olduğu bir hücrede, evrenin başgardiyan olmasını hatırlatır yılanların içinde inleyen hayallerimize… Ve yine bir Eylül, “Kahpe Bizans”ı seyrederken film koptu; “Boşver” dedik… Nelere boşver dememiştik ki şimdiye dek?… Hem Bizans kahpeydi ama ondan öğrenenler daha maharetli çıkmıştı zaten…
Hep “Boşver…” desek de aslında hiçbir şeye boş verilmiyordu… Bu boşveremeyişler hep birşeyleri alıp gidiyordu bizlerden; kimimizin saçının rengini, kimimizin saçının kendisini… Aslında şanslı olanlarımızdı yitikleri saçlarını alakadar edenler, yitirilen özlemleri, umutları, hedefleri ve kutlu davaları olanlarımızın yanında… Şarhoş mezesi gibi tüketilen inançlarımızı yaşatmak için feda edilen günler, terler, gençlikler, ömürler ve sevdalar vardı “Boşver…”lerin ardında… Onun için boşverilmiyordu aslında hiçbirşeye…
Neye, nasıl boşverecektik ki biz?… Rüyaları, kavgaları, hüzünleri “Esir Türklere Hürriyet!…” nidalarıyla ufuklara açılan neslin “Hür” Türklere uzanamayan eline mi?… Yahut “Sevdası gurbet olmuş, bir karakışta arkadaşlarının omuzlarında yolcu edilenlerin” geride bıraktıklarının bozuk paradan kıymetsizleştirilerek pazarlanmasının, ulvileştirilerek sunulmasına mı?… İnanmadıklarını savunan dava adamlarımızın bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmalarına mı?…
“Hüznü ve ızdırabı buruk bir tebessümle yıllarca aydınlık nasiyelerinde gezdiren o nesil, bir milletin belki birkaç asırda bir nadir ele geçirebildiği bir enerji köpüklenmesidir. Dehrin cilvesiyle dört bir yana savrulan o timsah nesli, yıllar boyunca başının caresine bakmayı bilmiş, amelelikten müstamdemliğe, esnaflıktan bürokratlığa, öğretmenlikten sanatkârlığa her şubede alnının akı ve teriyle kimselere yaslanmadan, ikbal beklemeden evine ekmek götürebilme saadetini yaşamıştır. Onlar sadece Allah’a minnet eden bir nesildir.
……
… bırak timsahların ezeli hüznü tenini buruştursun; bukalemunların kül üfürüklerine gülümseyip geçiver; kini canlandıran kıvılcım sevgiyi de uyandırır; çünkü, nefret unutulur da muhabbet baki kalır. Günün birinde “Türkiye” derken gözlerinin içinde aydınlık bir tebessümü uyandıran biriyle karşılaşırsan onunla deruni dilden musafaha et: o da bir timsahtır.” *
Yalanda olsa gülen gözlerimiz, hüzün dolu baharlara inat yine o gözleri saklayacağız hafıza albümümüzde. “Timsahların gözyaşları” dinmeyecek bu baharda… Sel olup akan gözyaşı nehirlerine yeni timsahların gözyaşları eklenecek. Ufuklar kara da olsa ardındaki aydınlığa doğru umutlarımız kanat çırpacak ve o “timsahların gözyaşları”yla bir gün abdest alıp, Aktolgalı Beylerbeyiyle birlikte bir sefere çıkacağız günden önceki o en karanlıkta… O sevdası sürgün, yüreği kırgın timsahlar ki “volkan gibi lav atmış ne susmuş, ne sönmüş/ Bu dava uğruna çılgınlara dönmüş”tü. Ve biliyorlardı ki “Acizleri layık olmadıkları yere getiren Devlet batar.”dı. Elbette ki davanında, devletinde sahibi vardı… Umudumuz ise; imanımızdır, o en son terk olunandır. Umudumuz, imanımız ve güvenimizle varız bu seferde…
Güven ateş gibidir; ısınırsında, yanarsında… Hayatın en büyük mağlubiyetleri hep güven hissi neticesi olmuş: Ya yanlışa güven, ya doğruya güvensizlik... Neye, ne zaman, ne kadar güveneceğini bilmek gerek. Yoksa üzülürsün, yıkılırsın, düşersin. Doğruyu bulup ona güvenmek gerek. Oysa insan kendisini ne kadar tanıyor ki bir başkasını tanısın. Öyle ise kainatta mutlak hakikate “Ol!…” deyince olduran yalnız ve yalnız Allah’a güven!…
İnsana duyduğumuz güvenin kapı aralığından bir ceylan kıvraklığı ile sızdılar içimize… Ne varsa içimizde değerli, hepsini sanki Mekke’nin putlarıymışcasına yıkıyorlardı. Niye?… İşte o; atom nasıl parçalanırcasına bir soruydu ki verilen her cevap bir cevapsızlık sürecinin sürükleyicisi oluyordu. Aynı mıydık, aykırı mıydık bizi umursızcasına dalgaların kayalıkları yontması gibi yontanlarla?…
Yanlızlığın asaletini yaşamak ta güzeldir, asaletin yalnızlığını da. Bundan böyle güven kapılarını ardında sıkı sıkı sürgüleyip insanların arasından sessizce KÖMEN İLİ’ne çekileceğiz. “Sevgili”ye, “seviyorum” demenin o ağır sorumluluğunu hissederek söyleyebilirseniz eğer KÖMEN İLİ’ni gönlünüzde kurarsınız.
Kömen İli’nden ırak olanlara sahte sevgililerin kömür karası gözlerinde yok oluşlar diliyorum…
* Yatağına Kırgın Irmalar,A. Turan ALKAN