Kokain ve uyuşturucu işleri, bagajlardan ve ayakkabı kutularından taşan Eurolar, marinaya ve otellere çökmeler, Reza Zerrap’ın önüne yatmalar, binlerce euroluk saat almalar, kara para aklamalar, aylık on bin dolarlık ödemeler, on milyon euroluk pazarlıklar, ABD’de açılan davalar sonuçta sıfırlamalar ve sıfırlanmalar siyasetin kirlendiğini, sistemin tıkandığını gösteren emarelerdir.
Son olarak Sedat Peker’in açtığı Pandoranın kutusundan dökülen kirli ilişkiler Türkiye’de kamuoyu oluşturan etkili bazı gazeteci, iş adama, siyasetçi, bürokrat ve televizyoncunun durumunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır.
Siyasetin finansmanı ya da sermayenin el değiştirmesiyle ilgili bir takım siyasetçi, devlet görevlisi ve suç örgütü arasında oluşan symbiotic komünite (ortak yararlanma) ilişkisi siyasette zaten az olan güveni bütünüyle sarsmıştır.
Aslında birçok şey Rezza Zarrap’la başladı. Onca iddia, itham ve kanıta rağmen suçlananların sorgulanamaması süreç içinde benzer ilişkilerin önünü açmıştır. İktidar elitlerinin seçim sonuçlarına bakarak muhalefete “sizin yolsuzluk iddialarınızın sinek ısırığı kadar kamuoyunda karşılığı yoktur” aymazlığı siyasetteki kirlenmenin boyutlarını daha da artırmıştır.
Hikmetinden sual olunamayan iktidar yetkilileri layüsel bir tavır içinde giderek oligarklaşmışlardır. Sonuçta bu iktidar oligarklarıyla gayri meşru amaçlar için örgütlenmiş unsurlar arasında kurulan ilişkiler işi 15 Temmuz darbe girişimine kadar taşımıştır.
Yıllardır bir arada -sözde ortak dava için- kurulu düzene karşı mücadele görüntüsü verenler bir anda birbirleriyle savaşır hale gelmişlerdir. FETÖ/CIA ile iktidar oligarkları arasındaki ilişki böyle bir diyalektiği ortaya çıkarmıştır.
Devamında iktidar oligarklarıyla suç örgütleri arasında yıllardır birbirlerine ‘düşmanın düşmanımdır’ diyerek bir arada miting yapmak dahil ortak mücadele verenlerin bir anda birbirlerinin kirli çamaşırlarını halkla paylaşır hale gelmeleri paranın ve gücün paylaşılamamasından kaynaklanmıştır.
İktidar oligarklarıyla suç örgütleri arasında ilişkileri bu bağlamda değerlendirmek mümkündür.
Neler değişti?
Tek başına iktidarda olan AK Parti yasa ve anayasaya uyma yerine yasa ve anayasayı kendine uydurma, anayasal kavramları içeriklerine göre değil kendi amaçlarına göre tanımlama cüretini göstermiştir.
Anayasayla birlikte parlamenter sistem değiştirilmiş tam anlamıyla keyfi denilebilecek “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçilmiştir. Böylece Türkiye’nin kaderi bir kişinin iradesine teslim edilmiştir.
1950 yılından bu yana ilk kez yirmi yıldır aralıksız tek başına her şeye egemen olan, hikmetinden sual olunamayan güçlü yetkilerle donatılmış bir iktidarla Türkiye karşı karşıya kalmıştır. Bugün Türkiye’de fiilen kendisinden başka kimseye hesap vermeyen layüsel bir iktidar vardır.
Başta TBMM olmak üzere Cumhuriyetin bütün kurum ve organları formel ve folklorik bir statüye indirgenmiştir. Bu durum iktidar içinde iktidar oligarklarının oluşmasına neden olmuştur. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak siyasal çürüme her alana sirayet etmiştir. Ekonomi, hukuk, adalet ve inanç alanları tamamen çıkar endeksli olarak tanımlanır hale gelmiştir.
İktidarın oligarkları devleti çıkar sağlama aygıtı, siyaseti zenginleşme aracı, inancı da ticari meta olarak görmeye başlamışlardır. Bu yeni sınıf devlet yönetiminde doymak bilmeyen bir hırs ve iştahla ellerine geçirdikleri gücü kişisel çıkarları için sömürmeye başlamışlardır.
Kavramlar, kurumlar, kurallar arasında büyük bir karmaşa yaşanmasının nedeni budur. Milli değerlerin yerini parti değerlerinin, dini değerlerin yerini siyasi çıkarların, liyakatin yerini de sadakatin aldığı bir iklim her yanı kuşatmıştır. İnsanların değerlendirilmesi onurlarıyla değil konforlarıyla yapılırken yükselmeleri de liyakatlarına göre değil dalkavukluklarına göre olmaktadır.
Tepeden tırnağa kirlenmiş bir sistemi bu ülke daha fazla taşıyamaz. Türkiye’nin acilen kirli eller operasyonu yapmaya, kişi devletini yeniden milletin devletine dönüştürmek üzere sistemi değiştirmeye acil ihtiyacı vardır.