Kim Bu Türkler?

Kim Bu Türkler?

DÜNYA DİLİTÜRKÇE, TÜRKLERİN DİLİ

Giriş

Türk Dili ve medeniyetinin temel taşlarından biri olan Yunus Emre’nin vefatının 700. Yılı hasebiyle 2021 yılı UNESCO tarafından anma ve kutlama yıldönümleri arasına alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı da, 2021 yılını “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak ilân etmiştir. Cumhur Başkanlığı bu konuyu 29 Ocak 2021 tarih ve 2021/1 sayılı genelgesinde kamuoyuna duyurmuş ve gereğinin yapılmasını istemiştir (Resmî Gazete, 2021).

Yunus Emre, Türk edebiyatının ilk mutasavvıflarından Hoca Ahmet Yesevi’nin (Köprülü, 1976: 23-180) Anadolu’daki takipçilerindendir. “Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının ilk ve önemli temsilcilerinden olan Yunus Emre (1240/1-1320/1), tasavvufî ve insanî fikirleriyle evrensel bir şöhrete ulaşmıştır. Yunus Emre, sade fakat derin ifade gücüyle kaleme aldığı şiirlerinde, Türkçeyi edebîleştirmiş, millî dil ve edebî formlarla kendisine has bir varlık, bilgi, aşk ve ahlâk felsefesi ortaya koymuştur.” (Tatçı, 2005: V).

Bizim Yunus Emre’yi; Türkistan, Anadolu ve Balkanlar dâhil bütün bir Türk-İslâm kültür coğrafyasında 700 yıldır yaşatan okunur ve anlaşılır kılan, sevdiren, onun fikirleri olduğu kadar şiirlerinde kullandığı dildir, yani TÜRKÇEDİR

Biz bu yazımızda; “Türk” ve “Türkçe” kavramları etrafında tarihî süreçte yapılan tespitlere yer vereceğiz.

 

Kim Bu Türkler? Dünya Dili Türkçe, Türklerin Dili

Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’ünde Türk: 1.”Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse:’Ne mutlu Türk’üm diyene!’-Atatürk. 2.Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin çeşitli lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse: ‘Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur.’ M. E. Yurdakul.”(TDK, 2011:2401) Diye tarif edilirken bu milletin dili olan Türkçe için de: “Genel Türk dili” deniyor (TDK, 2011:2401).

Cumhuriyet Devrinde yayımlanan taradığımız Türkçe Sözlükler içinde “Türk” ve “Türkçe” konusunda en geniş bilgiyi veren İbrahim Alâettin Gövsa’nın hazırladığı Resimli Yeni Lûgat’tır (Gövsa, 1950:2850-2851). Bütün Türkçe sözlükler içinde; Divanü LÛgati’t-Türk’deki bilgileri de kullanan tek sözlük budur. Türkçenin ilk sözlüğü olarak kabul edilen Kaşgarlı Mahmud’un(1008-1105)  Divânü Lûgati’t-Türk adlı eserinde konu nasıl anlatılıyor bir de ona bakalım:

 “Rahman ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla -Yardım O’ndandır-

Cömertlikte eli açık, ihsanda merhametli Allah’a hamd olsun. O ki, en sağlıklıların hasta, hitabeti en kuvvetlilerin konuşmaktan aciz oldukları bir devirde, haram ile mubahı açıkça belirten ayrıntılı bir izahla, Vahiyle birlikte Cebrail’i Allah yolunun yolcusu olan, Mürşidi ve Kenndini yücelten Muhammed’e (Allah’ın salât ve selamı onun, ailesinin ve şerefli neslinin üzerine olsun) gönderdi.

İmdi, kul Mahmûd ibn el-Hüseyin ibn Muhammed (el-Kâşgarî) der ki:

Talih Güneşinin Türklerin Burcunda doğduğunu ve Cenab-ı Hakk’ın Türk Hakanlığını Göğün felekleri arasına yerleştirdi. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idare yularını onların ellerine verdi. Onları herkesten üstün eyledi. Kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülerin şerrinden korudu. Oklarının dokunmasından korunabilmek için aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi takımından ayrılıp da onlara sığınacak olursa o takımın korkusundan kurtulur; bu adamla birlikte başkaları da sığınabilir.

Ant içerek söylüyorum, ben, Buhara’nın sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişaburlu bir imamdan işittim. İkisi de şahitleriyle bildiriyorlar ki, Peygamberimiz kıyamet alâmetlerini, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada, “Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için uzun sürecek bir egemenlik vardır.” Buyurmuştur. Bu söz hadis ise, Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Yok, bu söz hadis değil ise, akıl da bunu emreder.

Ben onların en uz dillisi, en açık anlatanı, akılca en incesi, soyca en köklüsü, en iyi kargı kullananı olduğum hâlde onların şehirlerini, çöllerini baştanbaşa dolaştım. Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarını dillerini, kafiyelerini belleyerek faydalandım. Öyle ki, bende onların her boyun dili en iyi yolda yerleşmiştir. Ben onları en iyi şekilde sıralamış, en iyi bir düzenle düzenlemişimdir.

Bana sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir azık olsun diye, şu kitabımı-Allah’a sığınarak-Dîvânü Lügati ‘t-Türkî (Türk Dilleri Kamusu) adını vererek yazdım.”(Kaşgarlı Mahmud,1937:3-4)

Bu metin, eserin önsözünden alınmıştır. Kâşgarlı Mahmud, bu önsözde eserini hangi amaçla ve nasıl hazırladığını anlatmaktadır. Sonuç kısmında ise şu bilgiyi vermektedir:

 “Mahmud ibn el-Hüseyin der ki: Kitabımıza başlarken bildirdiğimiz Türk lehçelerini bir araya getirme, ilkelerini gösterme, kurallarını açıklama ve aralarındaki farkları iyi bir düzenle tanzim etme niyetimizi gerçekleştirdik. Vaadimiz yerine getirilmiş ve gayemize ulaşılmıştır. Tüm fazlalıkları, gereksiz süsleri, aşırılıkları ve metni uzatan unsurları kitabın dışında bıraktım Son söz geldi çattı ve yazdıklarımız edebi bir hazine olarak bâki kaldı.  Kitap bitti (başlama 1072-bitirme1077). Hamd Ezeli ve Ededi Olan Allah’a, salât ve selam Muhammed’e ve onun soyuna”

Kaşgarlı Mahmud, kitabının “Türk” kelimesi hakkında bilgi veren kısmında şunları kaydediyor:

 “Türk, Allah’ın selamı üzerine olsun Nuh’un oğlunun adı. ‘Hel etâ ale’l-insâni hînun mine’d-dehr (İnsanın üzerinden, (henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı) uzun bir süre geçmedi mi’ (K.76:1) ayetinde Adem’in (s.a.v) adı asıl ‘insan’ olarak geçiyorsa, Allah, Nuh’un oğlu Türk’ün evlatlarına seslenirken de bu adı kullanır. Bu ayette genel bir ad (ism) bir kişi (vahid) için kullanılmıştır; lead halagne’l-insâne fi ahseni taqvîmin sümme radadnâhu esfele sâfilîn ille’l-lezîne âmenû ve amîlü’s-sâlihât (Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç…’ (K. 95:4-6). Ayetindeki kullanımda bir topluluk adıdır. (ism-i cem) zira kimse bu sözcüğün kapsamı dışında değildir. Aynı şekilde Türk, Nuh’un oğlunun adı olduğunda bir tek kişiyi bildirir. Oğullarının adı olduğunda ‘insan’ (elbeşer) sözcüğü gibi bir topluluğu ifade eder; çoğul veya tekil olarak kullanılır.

Biz diyoruz ki, Türk adı Allah’ın verdiği bir addır. Bize ehli mübarekten Şeyh ve İmâm el Hüseyin ibn Halef el Kâşgarî dedi, ona da İbn el-Garkî demiş: İbn Ebî’d-Dünya diye tanınan Şeyh Ebû Bekr el-Mugîde’l Cercerânî’nin Ahir Zamana Dair (el-müellef fî âhiri’z-zamân) adlı kitabında aktardığı ve isnat zinciri Peygambere (s.a.s) dayanan bir hadise göre Allahü Teâlâ ‘Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları doğuya yerleştirdim. Bir halka kızarsam, Türkleri o halk üzerine musallat kılarım.’ Diyor. İşte Türklerin bütün mahlûkattan üstünlüğü şudur: Cenab-ı Hak onlara isim vermeyi kendi üzerine almıştır; onları arzın en yüce ve en havadar yerine yerleştirmiştir; onlara kendi ordum demiştir. Bunun yanında onların güzellik, zariflik, incelik, terbiye, hürmet, büyüklere saygı, sadakat, tevazu, haysiyet ve cesaret gibi her biri sayısız methi mazur gösterecek erdemlerini zikretmeye gerek yoktur.”(Mahmûd el-Kaşgarî 2007:606).

XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Türkler arasında Arapça dilinin yaygınlaşmasına bir tepki olarak, Türkçenin de Arapça gibi büyük ve güçlü bir dil olduğunu ispat etmek için kaleme aldığı Divanû Lugati’t-Türk, Türkleri anadilleri olan Türkçeyi bırakıp Arapca ve Farsçayı kullanmaktan alı koymamış olacak ki; Hoca Ahmed Yesevî de bu durumdan rahatsız olmuş ve hikmetlerinden birinde şöyle demiştir:

“Sevmez sözde bilginler
Bizim Türkçe dilini
Bilgeler konuşursa
Açar gönül ilmini

Ayet ve hadis Türkçe
Söylenirse duyarlar
Anlamına erenler
Baş eğerek uyarlar

Ey miskin Hoca Ahmet
Yedi atana rahmet
Fars dilini bilsen de
Sen Türkçene devam et”

Türkistan coğrafyasında kardeşlerimiz arasında görev yaptığız yıllarda dikkatimizi çekmişti, bu coğrafyadaki kardeşlerimiz Hoca Ahmed Yesevî hikmetlerini, bizim Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini okuduğumuz gibi besteli bir şekilde okuyorlardı. Yesevî’nin bu hikmetini “Anayurt Marşı”nın da bestecisi olan Türkistanlı Sabir Karger’in kendi sesinden bestesiyle dinlemek isteyenler için de bir adres verelim, TRT Türkü Radyosunun arşivinden dinleyebilirler.

XII. yüzyılda Türkistan’da yaşamış olan Hoca Ahmed Yesevî’yi gerçek kimliğiyle tanımamız Türkiye ve Türkistan Türklerinin kardeşliğini güçlendirecek ve ortak manevî atamız Ahmed Yesevî yolunda kucaklaşmamızı sağlayacaktır. Yesevî Ocağı, Orhun’dan Tuna’ya kadar uzanan bütün Türk yurtlarını içine alıp aydınlık bir geleceğe taşıyacak genişlikte ve güçtedir (Bice, 2014).

XII. Yüzyılda Türkçenin zayıfladığı, Farsça ve Arapça karşısında itibarsız görüldüğü Anadolu’da Karamanoğlu Mehmet Bey bir ferman yayınlar ve Türkçenin konuşulmasını zorunlu kılan, Türkçenin resmi dil olduğunu belirten bir ferman yayınlar:

Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türkî dilinden gayri dil söylemeye

Mayıs 1277 tarihinde fermanın yayınlanması sebebiyle her yıl Türkiye’de “Dil Bayramı” 13 Mayıs’ta kutlanır. Karamanoğulları Beyliği hükümdarı 1.Mehmet,  21 yaşında beyliğin başına geçmiştir (1261). On altı yıl beyliği idare etmiş ve 1277 yılında Moğollar tarafından öldürülmüştür. Türbesi Karaman’da Ermenek ilçesinin Balkusan Köyünde bulunmaktadır.

XII. yüzyılda Anadolu’da bir Âşık Paşa (1272-1333 çıkmış ve şöyle haykırmıştır:

Kamu dilde var idi zabt ü usûl

Bunlara düşmüş idi cümle ukul

Türk diline kimsene bakmaz idi

Türklere hergiz gönül akmaz idi

Türk dahı bilmez idi bu dilleri

İnce yolu ol ulu menzilleri

Türbesi Kırşehirde bulunan Âşık Paşa’nın, Garîbnâme adlı eserini Türkçe ile yazmasının gerekçesini yazarken dile getirdiği bu mısralar şu gerçekleri dile getirmeye çalışmıştır (Banarlı, 1971:380-383)

Arapça ve Farsça gibi dillerin kullanımını yaygınlaştırarak eğitimde Arapça, sanatta ise Farsça kullanmak suretiyle Türk milletine mensubiyetin zayıflatıldığını, Türkçe kullanmayanların Türklerin sevilmesinin de önüne geçtiklerini nasıl görmezlikten gelebiliriz. Âşık Paşa’ya göre bunda o kadar ileri gidilmiştir ki Türkler dahî kendi dillerini bilmemek; Türkçe ile ne ince ne yüce eserler verilebileceğini akıl edememek durumuna düşmüşlerdir.

Anlaşılıyor ki, Türkler arasında yabancı dillere olan meyil bir hastalık olarak devam ediyor olmalı ki, XV. asırda Ali Şîr Nevâî de bu duruma isyan ediyor.

Ali Şîr Nevâî (Herat 9 Şubat 1441-1501), Türkçe için Muhakemet-ül-lûgateyn adlı eserinde “Türklerin konuştuğu dil” diyor (A.Ş.Nevâî, 1941:281). Ali Şîr Nevâî, Türk için de eserinde şunu yazıyor: “Dünyanın en büyük, en ünlü en yiğit, en sosyal, en eski en diri ve en verimli milleti” (A.Ş.Nevâî, 1941:281).

Nevâî, bu eserinde Türk dilinin Fars diline her yönden üstün olduğu davasını ele almış ve bunu büyük bir inanla ve herkesi kolaylıkla inandırıcı kanıtlarla ortaya koymuştur. Farsçanın şiir ve edebiyat için en üstün dil olduğuna herkesin kandığı bir zamanda bu davayı ileri sürmek bile büyük bir millet sevgisinin damgasıdır. Bu bakımdan Nevâî’yi Türk dilciliğinin on beşinci asırdaki kahramanı saymak haksız değildir sanırız.

Unutmayalım ki; “Türk demek Türkçe demektir!”

Türkün ve Türkçenin tarihi ile ilgili olarak Ebulgazi Bahadır Han’ın (ölümü 1663) Şecere-i Terakime Türklerin Soy Kütüğü adlı esere de bakmakta fayda vardır.1660 yılında yazılmış olan bu eserde anlatılanlar Kağgarlı Mahmud’un XI. Yüzyılda anlattıklarıyla ve İbrahim Alaettin Gövsa’nın 1947’de yazdığı sözlüğündeki “Türk Maddesi” ile örtüşmektedir. Ebülgazi Bahadır Han’ın eserinin giriş kısmı şöyle:

“Bismillâhirrahmânirrahîm

Şükür ve övgü o sahibe ki, onun hiç evveli ve âhiri yok ve yurdunun zevâli yok ve babası ve anası yok ve hatunu ve oğlu ve kızı ve danıştığı kimsesi yoktur. Aşı ve suyu öyle/üleştirici yoktur ki kuldan tâ padişaha kadar ve karıncadan tâ file kadar ve sinekten tâ anka kuşuna kadar hepsinin ahvaline lâyık verir. Bir gün hiç birinin payını noksan kılmaz. Eğer yeryüzünde yeşeren ağaçların hepsi kalem olsa ve denizler mürekkep olsa, bütün insanoğlu yazıcı olsa, sonra yüz bin yıl onun sıfatını yazsa, denizden bir katre ve dağdan bir zerre taşı yazmaktan daha az olur. Artık benim söylediğim ne olacak.

Sayısız selam ve dua o peygambere ki, bütün peygamberlerin iyisi ve Tanrının dostu ve bütün insanoğluna gönderdiği elçisidir. Onun yâran ve evlâtlarına çok çok Tanrı rahmeti olsun.

Bir gün bir kimse bu kitabı okuyup bilmediğini bilse, bizim ruhumuza Fatiha okuyacak dedik. Sonra kitabı söylemeye başladık. Ve bu kitaba Şecere-i Terakime diye ad koyduk. Hep bilin ki, bizden önce tarih söyleyenler Arapça lûgatleri katmışlardır ve Farsçayı da katmışlardır ve Türkçeyi de seci kılmışlardır. Kendilerinin hünerlerini ustalıklarını halka malûm kılmak için. Biz bunların hiç birisini yapmadık. Onun için ki: Bu kitabın okuyucusu ve dinleyicisi elbette Türk olacaktır. Tabii, Türklere Türkâne söylemek gerek. Tâ ki, onların hepsi anlasınlar. Bizim söylediğimiz sözü bilmeseler ondan ne çıkar? Eğer onların içlerinde bir veya iki okuyan akıllı insan olsa, o bilse, bilmeyen çokluğun hangi birine söyleyip bildirir. O halde öyle söylemek gerek ki iyi kötü hepsi bilip, gönüllerine makul olsun.

Şimdi Âdem’den tâ bu zamana kadar ki tarih bin yetmiş Türkmen adını taşıyıp Türkmene katılan illerin bildiğimiz kadarını bir bir söyleyelim. Bilmediğimize ne çare? (Hz. Adem (a.s.v.)den Hz. Nuh (a.s.v)a kadarki silsile sayıldıktan sonra)

Ondan sonra Nûh Peygamber, babasının yerine oturdu. Tanrı Taâlâ, iki yüz elli yaşına gelince peygamberlik verdi. Yedi yüz yıl halkını doğru yola çağırdı. Erkek ve kadından seksen kişi iman getirdiler. Yedi yüz yıl içinde seksenden fazla insanın iman getirmemesine kızıp halka beddua kıldı. Cebrail geldi ve dedi ki: Tanrı Taâlâ senin duanı kabul kıldı, filân vakitte halkı suya gark kılacak, sen gemi yap, deyip, gemiyi nasıl yapacağını gösterdi. Yerden su çıktı, gökten yağmur yağdı. Nuh Peygamber üç oğlu ile iman getiren seksen kişi ile gemiye bindi. Gemi, Tanrı Taâla’nın emri ile sular çekilince Musul denilen şehrin çok yakınında Cûdi denilen dağdan çıktı. Gemiden çıkan insanların hepsi hasta oldu. Nuh Peygamber üç oğlu ve üç gelini ile iyileştiler. Ondan sonra Nuh Peygamber üç oğlunun her birini bir yere gönderdi. Hâm adlı oğlunu Hindistan, Sâm adlı oğlunu İran ve Yâfes adlı oğlunu Kuzey Kutbu tarafına gönderdi.

Yâfes’e bazıları peygamber idi demişlerdir. Yâfes babasının emri ile Cûdi dağından gidip İtil ve Yayık suyunun yakasına yerleşti. İki yüz elli yıl orada durdu, sonra vefat etti. Çocukları pek çok olmuştu. Oğullarının adları şunlardır: Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin, Kimeri.

Yafes, öleceği sırada oğlu Türk’ü yerine oturtup diğer çocuklarına dedi ki: Türk’ü kendinize padişah bilip, onun sözünden çıkmayın. Türk’e Yâfes oğlu diye lâkap taktılar. Çok edepli ve akıllı insan idi. Babasından sonra birçok yerler gezdi ve gördü. Sonra bir yeri beğenip orada durdu. Bugün o yere Isıg Köl derler. Cadır evi (otağı) o çıkardı. Türklerin içindeki bazı âdetler var, ondan kaldı.”(Ebulgazi Bahadır Han, 1979:18-24).

Atatürk’ün; kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine sığdırdığı Türk tanımı. Bu tanımı Atatürk, manevî kızlarından Afet İnan’ın yardım isteği üzerine hemen yazıvermiştir. Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard’ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği “Türk Milleti’nin Özellikleri” konusunda Atatürk’ten yardım istemiştir. Atatürk; Afet İnan’ın önce kendi görüşlerini yazmasını istemiş, daha sonra fikrini belirteceğini söylemiştir.

Afet inan, uzun bir çalışma hazırlamış ve Atatürk’e sunmuştur. Bu tanımı çok uzun bulan Atatürk, “Önce sana milletimizi anlatayım” diyerek, kısa ve öz ifadelerle kendi Türk tanımını, elinin altında bulduğu iki küçük not kâğıdı üzerine karalayıvermiştir.

Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en aşağı 7 bin senelik Türk Beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”(Günay, 2012)

“Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır.”(İnan, 1959:297).

 

 

Sonuç Yerine

Dilin kendisi de bir kültür unsurudur, ama o, aynı zamanda kültürün de taşıyıcısı durumundadır. Meseleye bu açıdan bakmanın gereğine ve önemine vurgu yaptıktan sonra; “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” Diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “dil” ve “Türk dili” konusundaki çalışmalarına da dikkatleri çekmek isteriz (Gürel,2021). Atatürk, Türk Dili için şunları söylüyor:

Türk milletinin dili, Türkçe’dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bizde Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz hadiseler içinde ahlakının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, velhasıl bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.

Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkîşafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.

Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

Gelinen şu günde; “Türkçe eğitim”, “yabancı dil öğretimi” ile “yabancı dilde eğitim” konularını birbirinden ayırt edemeyen ve bu konuları tartışmaktan korkan siyaset ve akademinin varlığı düşündürücüdür. Ömrünü Türkçenin önemini anlatmakla geçiren; 26 yaşında profesörlüğe hak kazanarak son üç yüz yıl içindeki en genç Profesör Oktay Sinanoğlu (1935-2015) diyor ki:

Türkçe anadil, yabancı dil ise yardımcı olmalı. İlkokuldan başlayarak üniversite sonuna kadar yabancı dilde eğitim gören öğrenci, çoktur. Türk dilini tümüyle bilmemektedir. Türk dilini tümüyle bilmeyen, mesleğini kendi dilinde konuşmayan mühendis nasıl olur da, Türk toplumunda, Türk işçisiyle veya yöneticisiyle çalışabilir? Ayrıca, sadece fizik, matematik, kimya dersleri yabancı dilde olmalıdır şeklinde başlayan bir tutum kısa sürede bütün dallara yayılmış, bugün yöneticilik bilimleri, toplum bilimleri ve hatta Türk tarihi bile bazen İngilizce öğretilir bir duruma gelmiştir. Türk toplumu içinde çalışacak bir Türk yöneticisinin kendi mesleğinde ve genel bilgilerde Türkçe ders görmeden yetişmesi kadar garip bir düzen dünyanın hiçbir yerinde düşünülemez.” (Sinanoğlu, 2002 :256)

Ben gelmedim davi için beni işim sevi için

Dostun evi gönüldendir gönüller yapmağa geldim

Diyen ve sevgi dili Türkçe ile insanlığa seslenen Bizim Yunus Emre’nin vefatının 700. Yılı münasebetiyle kutlayacağımız “Yunus Emre ve Türkçe yılı” hayırlar getirsin, hayırlara ve Türkçeye dönüşümüze vesile olsun!.. Bu yılla ilgili ilk etapta ben bunları düşündüm, sizler kim bilir neler düşündünüz veya düşünüyorsunuz… Yunus Emre’yi vefatının 700. Yılında saygı ve rahmetle anıyor, sevgi dili Türkçenin dünya dili olmasını ve kıyamete kadar yaşamasını da canı gönülden istiyorum… Selam ve dualarımla…

 

KAYNAKÇA

Al Şîr Nevâî (1941). Muhakemet-ül-Lûgateyn, Şimdiki Dile Çeviren: İshak Rafet Işıtman, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayını.

Banarlı, Nihat Sami (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayını.

Bice, Hayati (2014). Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî ve Hikmetleri, İstanbul: H yayınları.

Ebulgazi Bahadır Han (1979).Şecere-i Terakime Türklerin Soy Kütüğü, Hazırlayan: Muharrem Ergin, İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.

“Genelge, 2021 Yılı Yunus Emre ve Türkçe Yılı İlân Edildi” (2021). Resmî Gazete, 30 Ocak 2021, Sayı: 31380.

Gövsa, İbrahim Alaettin (1947-1950).Resimli Yeni Lûgat ve Ansiklopedi, İstanbul: İskit Yayınevi, 3163 s.

Günay, Muharrem (2012). “Atatürk’ün Türk’ü Tarifi”, Kocatepe Gazetesi, 12 Eylül 2012.

Gürel, Zeki (2021). “Atatürk ve Türk Dili”, https://haberiniz.com.tr/kose-yazilari/ataturk-ve-turk-dili-14062021

İnan, Âfet Ayşe (1959).Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayını.

Köprülü, Fuad (1976). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Gerekli Sadeleştirmeler ve Bazı Notlara İlavelerle Yayımlayan: Dr. Orhan F. Köprülü, 3. Baskı, Ankara: Diyaet İşleri Başkanlığı yayını.

Mahmûd el Kâşgagî(1937). Dîvânü Lugâti’t-Türk,4 Cilt, Çeviren: Besim Atalay, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayını.

Mahmûd el Kâşgagî (2007). Dîvânü Lugâti’t-Türk, Türkçe çeviri ve düzenleme: Serap Tuba Yurtsever ve Seçkin Erdi, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Sinaoğlu, Oktay (2002). Bir Nev-York Rüyası “Bye-Bye” Türkçe, 4. Baskı, İstanbul: Otopsi Yayınları.

Tatcı, Mustafa (2005). Yunus Emre Divanı-1, 2. Baskı, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayını.

Türk Dil Kurumu (2011) Türkçe Sözlük, 11. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayını.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!