Bu defa tartışmanın pimini Fikri Sağlar çekti: O, ‘şu koşullarda eğer yargılanırsa türbanlı bir hâkimin kendisi hakkında adil bir karar vereceği konusunda kuşkuları olduğunu’ söyledi.
Sağlar’ın dikkatinden kaçan bir şey var o da bugün kararları kesin ve tartışmasız olan Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamayan yargıçların başında ne sarık var ne de türban!
Zira adil olmayan, hatta kumpas olan Ergenekon/Balyoz gibi yargı kararlarında da imzası olan yargıçların tamamına yakını türbanlı ya da sarıklıdeğil kravatlıydılar.
Gerçek anlamda kuvvetlerin ayrılığının olmadığı yerde yargıcın giyim ve kuşamıyla adil karar ilişkisi kurmak doğru değildir.
Sorun Nasrettin Hoca’nın kürküne atfettiği kerametle ilgili hiç değildir.
Hemen başında söyleyelim ki adil karar, yargıcın başının açık ya da türbanlı olmasından bağımsızdır.
Demek ki adalet türban, sarık ya da kravat meselesi değil, kültür/ahlak ve vicdan meselesidir.
Adalet konusunu kılık/kıyafet üzerinden tartışmak tarihin prangalarından kurtulamamak anlamına gelir.
İlginç ama kılık kıyafet neredeyse iki yüz elli yıldır Türkiye’de aşılamayan bir sorundur.
Yüzyıllardır sarığa bakmaktan sarığın sardığı kafaya bakmak insanların aklına hiç gelmemiştir.Türkiye’de şekil içeriği, görüntü gerçeği, söylem eylemi tutsak almış durumdadır.
Değerler üzerinden siyaset yapılmaya devam ettiği sürece bunun daha onlarca yıl devam edeceğini söyleyebiliriz!
Günümüzde de birileri için zihinsel donanım değil fiziksel donanım her şeydir.
Önemli olan baş değil başın nasıl örtüldüğü ya da açıldığıdır!
Fanatik ve dogmatik mantık diyor ki kafa şekle uygun olsun da varsın içi boş olsun!
Bu yalnız başın açılıp ya da sarılıp sarmalanmasıyla ilgili bir sorun da değildir.
Türkiye’de durum her konuda böyledir. Bu ülkede insanlar bir isme sahip olmanın bir içeriğe sahip olmak anlamına geldiğini sanıyorlar.
Türkiye’de İslamcılık, sağcılık, solculuk, milliyetçilik, dinsizlik isim olarak vardır, içerik olarak yoktur. Çoğu insan içeriğinden haberdar olmadığı kavram ya da değerlerle kendini tarif ediyor.
Çünkü insanlar bir şeyin ismine sahip olmakla içeriğine de sahip olduklarını sanıyorlar!
Kılık kıyafetle iki yüz yıllık imtihan!
Bundan iki asır önce Türkiye’de medeni olmakla kılık/kıyafet özdeşleştirilmişti.
Bu bağlamda kılık/kıyafet başta olmak üzere yapılan bazı yenilikler padişahları bile tahtından etmiştir.
Askerliği keçeye pala sallamak, testiye kurşun sıkmaktan; inancı kafaya sarık sarmaktan ibaret görenler sonuçta padişahı tahtından indirmiştir. 1807’de Padişah III. Selim’e karşı yapılan darbenin fitilini kılık kıyafet değişimi ateşlemişti.
Yozlaşmış Yeniçeri ocağına karşı alternatif olarak Nizam-ı Cedit ocağı teşekkül ettirilmişti.Nizâm-ı Cedîdçilerin yamaklara mavi-kırmızı üniforma giydirip, onları Nizâm-ı Cedîd ordusuna dahil etme girişimi tepkiye neden olmuştu. Bardağı taşıran damla Nizâm-ı CedîdçiMahmud Raif’in bizzat Rumeli Feneri’ne gidip yamakları üniforma giymeye ikna etmeye çalışırken öldürülmesi oldu.
Kabakçı Mustafa’nın önderliğini yaptığı bu isyanda III. Selim katledilmiştir.
1. Mahmut ise çıkarttığı kıyafet kanunuyla 1829’da devlet memurlarının kavuk, sarık, şalvar ve çarık giymelerini yasakladı. Bunların yerine fes, pantolon, ceket giyilecekti. Karşı çıkanlar şiddetle cezalandırıldı.
Kendisi de setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. Bu değişiklikler üzerine halk, II. Mahmut’u “gâvur padişah” diyerek andı.
1. Mahmut sarığı kaldırıp fesi getirince “sarık isteriz” diye ayaklanan zihniyet, Cumhuriyet’le birlikte fes kaldırılıp şapka getirilince “fes isteriz” diye ciddi bir muhalefet ortaya koymuştur.
Bir kafadan sarık çıkarılıp fes konulduğunda da fes çıkarılıp şapka konulduğunda da kafalar kesiliyorsa orada kafanın önemi yoktur, fesini önemi vardır!