Kılıçdaroğlu canlı yayına çıktı… Köşe yazarları coştu… Git diyen diyene

featured

Cumhuriyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu, Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan, Sabah gazetesinden Mehmet Övür, Birgün gazetesinden Yakup Kepenek , Sabah gazetesinden Melih Altınok Kemal Kılıçdaroğlu’nun son halini ve açıklamalarını yazılarına taşıyarak irdeledi.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Halktv ekranlarında gazetecilerin soruları yanıtlarkenki sakinliğini dikkat çekti. Konu istifa edip etmeyeceğiydi.

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Nilgün Cerrahoğlu yazısında Kemal Kılıçdaroğlu’nu teflona benzeterek “Üzerine hiçbir şey yapışmıyor. Ve hiçbir şey nüfuz etmiyor. Daha önce Ekmelleddin İhsanoğlu, Muharrem İnce örneklerinde gördüğümüz gibi zira kamuoyunu kale almıyor ve hiçbir sorumluluk üstlenmiyor. Muhasebe, yüzleşme ve ders çıkarma gibi netameli konulara girmiyor. ” dedi.

Cerrahoğlu eleştirilerine “Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarına inandığını düşünürsem zekâsından kuşku duyarım. Anlattıklarını inanmadan söylediğini düşünmek daha fena. Bu defa da bizim zekâmızla dalga geçiyor demektir. ” diye devam etti.

NİLGÜN CERRAHOĞLU: KILIÇROĞLU İLE YÜZLEŞMEK

Cumhuriyet gazetesi yazarı Nilgün Cerrahoğlu ” Kılıçdaroğlu ile yüzleşmek” başlıklı yazısından bölümler:

On iki gün sonra çıkıp “Hiç pişmanlığım olmadı” dedi Kılıçdaroğlu ve ekledi: “Her şey benim açımdan doğruydu. Bir pişmanlık söz konusu değil.”

Renk vermeyen çok tipik bir bürokrat profili Kılıçdaroğlu. Boyunu aşan bir fotoğrafın ortasında kendisini bulan bir bürokrat örneği.

Kırsal kesim seçmeninden, Erdoğan’ın oyunlarına uzanan bir yelpazede kendinden başka herkese hesap kesiyor.

Öyle ki milletvekili listelerinin sorumluluğunu dahi parti başkanı olarak üstlenmiyor.

Listeleri “yeni kan” adına tam da doğrudan doğruya tasviye edilmesi gereken eski kodaman millet vekillerinden oluşan “bir komisyon” belirlermiş.

Genel başkan “Şunu çek, bunu koy” diye hiçbir müdahalede bulunmazmış!

Kılıçdaroğlu bunu sözde parti içi demokrasi örneği olarak gündeme getiriyor. Ama söz ettiği dinamik gerçekte bir politbüro örneği. CHP milletvekili listelerini politbürovari bir yapının belirlediğini öğreniyoruz.

Sedef Kabaş misali dünyadan haberdar, genç, yetkin isimler bu sebeple bu ihtiyarlar heyetinin blokajını aşamıyor.

Geçmişe yönelik özeleştiri getirmediği gibi geleceğe yönelik umut vaat eden bir yol haritası da sunmuyor Kılıçdaroğlu.

Defalarca yönetilen “Aday olacak mısınız?” sorusunu her seferinde slalom yaparak karşılıyor. “Evet”, “hayır” netliğinde yanıtlardan kaçınıyor. Cumhurbaşkanlığı sürecinde olduğu gibi kartlarını açmaksızın, son ana dek oyunda kalmaya özen gösteriyor. Bu sebeple usandırıcı bir “dejavu” duygusu yaratıyor.

CHP’nin bundan böyle bir siyasi bürokrata değil, bu kireçlenmiş yapıyı toplayan, yeni umut ve projeler ilham eden bir “lidere” ihtiyacı var.

70’lik genel başkan sosyal medyayı hengi oranda kullanıyor bilmiyorum ama Szc TV’deki gecikmiş söyleşisi için Ekşi Sözlük’te açılan başlıklara göz atmasını öneririm. Biriyle -özetle- yazıyı bitirmek istiyorum:

“ABD den oy verebilmek için iki seçimde de 12 saat yol gittik. Dahası iki seçimde de çok kişiyi ikna ettim oy kullanmaları için. Muhalefetin seçim sonrası tutumunun ardından ben utandım bunca insanı ikna ettiğime. Oy kullanmaları için saatlerce yol gidip masraf yapmalarına sebep olduğuma utandım, muhalefet utanmadı…

Bu muhalefet için mi bunca emek verildi, gözyaşı döküldü ve hepimizin canını bir şekilde yakan hükümetten kurtulacağımız “umut” edildi?…

AHMET HAKAN: ÇIKMA O PROGRAMA DERDİM

Ahmet Hakan ise Kılıçdaroğlu’nun tavrından hiçbir şey anlamadığını belirttiği yazısında Kılıçdaroğlu’nun kendisine sormuş olsaydı o programa çıkmaması konusunda tavsiye vereceğini yazdı.

Ahmet Hakan, Kılıçdaroğılu’nun seçmenlerinin ise cami avlusuna bırakılan çocuktan farksız olduğunu savundu.

Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan “Bir televizyon programı ve bir sürü tuhaf şey” başlıklı yazısı:

Kemal Kılıçdaroğlu seçimin ardından ilk kez bir televizyon programına çıktı.

Dikkatle izledim programı. Söylenecek bin şey var. Ben sadece birkaçını yazdım.

Bir televizyon programı ve bir sürü tuhaf şey

KEMAL BEY’E ‘ÇIKMA O PROGRAMA’ DERDİM

Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanıyım.

Ve yine diyelim ki Kemal Bey, yanıma yaklaşıp bana sormuş olsun:

*

“Canlı yayında Uğur Dündar, İsmail Saymaz falan soru soracaklar. Ben de cevap vereceğim. Ne dersin? Çıkayım mı böyle bir programa?”

*

Hemen şöyle derdim:

*

“Ne söyleyeceksiniz programda? ‘Ben elimden geleni yaptım, olmadı. Artık çekiliyorum. İstifa ediyorum. Yerimi yeni isimlere bırakıyorum’ açıklaması yapacak mısınız?”

*

Diyelim ki şöyle cevap verdi bana:

*

“Hayır. Bunu söylemeyi düşünmüyorum. Biraz top çevireceğim.”

*
Bu cevap üzerine kendisine şunu tavsiye ederdim:

*

“Sakın. Sakın. Sakın. Çıkmayın o programa. Şu anda size yönelik öfkenin şiddeti 7 ise… Böyle bir programdan sonra size yönelecek öfkenin şiddeti 77 olur. Aman ha aman. Sakın.”

DIŞ MİNNAKLARIN ADAMI

“Dış mihraklar. Dış güçler.”

Çok değil kısa bir süre öncesine kadar herhangi bir AK Parti taraftarı, bir sokak röportajında böyle bir söz söyleyince sarakaya alınırdı.

Bir ara bu sarakaya alma işi öyle büyüdü ki “dış mihrak” vurgusundan “dış minnak” esprisi bile türetildi.

*

Şu işe bakın yahu!

“Dış güçler, dış mihraklar” dedi diye AK Parti seçmeniyle kafa bulanların alayı, şimdi gayet ciddi bir edayla “Kemal Kılıçdaroğlu dış güçlerin projesidir” diyorlar.

*

Durum o kadar acıklı ki… “Dış minnakların adamı” diye espri yapmak bile içimden gelmiyor.

CAMİ AVLUSUNA TERK EDİLMİŞ ÇOCUK PSİKOLOJİSİ ÜZERİNE

Kemal Kılıçdaroğlu, seçim gecesinden beri pek ortalıkta görünmedi ya…

Muhalefet seçmeni, bu duruma tepki gösteriyormuş.

*

Bu seçmenin içine yuvarlandığı duygular, aşağı yukarı şöyle şeylermiş:

*

“O gece bizi yalnız bıraktı Kemal Bey. Kendimizi anadan öksüz, babadan yetim hissettik. Acılarımızla, hüzünlerimizle baş başa bıraktı bizi. Saçımızı okşamadı. Ağladık. Dokunmadı gözyaşlarımıza. Sakinleşmemize yardımcı olacak bir açıklamayı bize çok gördü. Hiç ortaya çıkmadı. Kendimizi cami avlusuna terk edilmiş çocuk gibi hissettik.”

*

Bu ruh halini hiç anlamıyorum.

Böylesine ağır bir duygusallaşmayı, bırakın bilinçli bir seçmene, herhangi bir yetişkine bile pek yakıştıramıyorum.

*

Ayrıca bu denli duygusala bağlamış bir seçmen kitlesi, nasıl sakinleştirilecekti ki?

*

Kemal Bey o gece…

– “Kaybettik. Üzgünüm. Olmadı” deseydi… Henüz inkâr aşamasında olan seçmen kitlesi onu paramparça etmez miydi?

– “Kaybetmedik, sandıklara sahip çıkın” deseydi… Ortada sahip çıkılacak sandık mı kalmıştı? ANKA falan bile pes etmişti.

– “Hile yaptılar, oylarımızı çaldılar” deseydi… “Ne duruyorsun? Yürüsene YSK’ya” diye bastırılması imkânsız bir isyan çıkmaz mıydı?

– “Bu kez kaybettik ama beş yıl sonra kazanırız” deseydi… Evlerdeki ekranlara fırlatılacak cisimler nedeniyle binlerce televizyon paramparça olmaz mıydı?

MEHMET ÖVÜR: KAYBEDEN İSTİFA EDER

Övür yazısında siyasetin doğasında seçimi kaybeden genel başkan ve ekibi istifa etmesi olduğunu vurguladı.

Sabah gazetesinden Mehmet Övür’ün ‘Kılıçdaroğlu’na göre suçlu 6 milyon köylü” başlıklı yazısı:

Muhalefet cephesinde yenilginin faturasının kime kesileceği tartışılıyor.
Kimlerin kastedildiği de belli: Siyasi parti genel başkanları. En başta da altılı, yedili masayı kuran CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yer alıyor. Doğrusu siyaset doğal mecrasında aksa olması gereken bu: Seçim kaybeden genel başkan ve ekibi istifa eder.
Ama Türkiye’deki muhalefet cephesinde işler böyle yürümüyor. Bir değil iki değil, tam 12 seçim yenilgisinden sonra hâlâ “Sorumlu kim?” diye tartışılıyorsa ortada kolektif bir “pişkinlik” var.
Aydınından sanatçısına, gazetecisinden akademisyenine herkes işin içinde ve olanlar herkesin gözü önünde oldu.
Kaset operasyonuna kadar gitmeye gerek yok. Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’nün yalan tezlerini Meclis kürsüsünden seslendirmesine de, 15 Temmuz gibi darbe ve işgal girişimine “kontrollü darbe” demesine de kimse itiraz etmedi.
Her seçimde tıpış tıpış gidip oy verdiler. Aynı şey “kader seçimi” dedikleri son seçimde de oldu.
Ne PKK’yı meşrulaştıran HDP’yle işbirliğine ses çıkarıldı, ne de ikinci tura giderken yemin billah edip “Suriyeliler gi-de-cek…” diyen ırkçı çıkışa dur denildi.
Dahası Muharrem İnce’ye yönelik linç operasyonuna da, Rusya’yla ilişkileri sabote etmeyi göze alan yalana da göz yumuldu ve tıpış tıpış gidip oy verildi.
Bütün bunları içine sindiren aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler hiç değişmediler ki depremzedelere bile hakaret edilen bir noktaya gelindi.
Bunlara göz yumulunca bugün istifa çığlıkları da CHP’nin 12’ci katından duyulmaz oldu. Çünkü o da bir siyasetçi olarak aynı zihniyeti paylaşıyor. Bu yüzden seçimi kaybetme nedeni olarak da aklına farklı bir şey gelmiyor.
Tıpkı dün milyonları, “Göbeğini kaşıyan adam” ya da “Bir kilo makarna için oy veriyor” diye aşağılayanlar gibi.
Seçimi kaybetmesini, Anadolu’yu ayakta tutan, Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” dediği köylülere bağlıyor ve söyledikleriyle onları aşağılıyor:
“Biz nerede kaybettik? Biz bunu da araştırdık. 1-2-3 numaralı sandık konulan yerler, köy, kasaba, belde. Buralarda Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy 3 milyon 580 bin 115. Erdoğan’ın aldığı oy 6 milyon 100 bin 355.
Biz şunu da araştırdık: Acaba kırsaldaki insan neden bu ekonomik yıkımdan etkilenmedi diye. Çok basit, ayda 500 lira verdiğinizde zaten harcayacak yer yok.”
Gördüğünüz gibi, halkı aşağılayan gazeteci ile “helalleşme” diye yola çıkan CHP’li siyasetçi arasında hiç fark yok. Bir anda 6 milyon seçmeni iradesi olmayan, oyunu 500 liraya satan “bidon kafalı” adama dönüştürmekte sakınca görmüyor ve rahatça şunu söyleyebiliyor:
“Yapılan her şey doğruydu, benim açımdan. Herhangi bir pişmanlık söz konusu değil.”
Her şey doğruysa o zaman MYK üyelerinin suçu neydi?
Aslında Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamalarına hak vermemek elde değil. Değil, çünkü seçim öncesi onlarca aydın, gazeteci, akademisyen hatta yeni nesil siyasetçi onun siyaset mühendisliğine övgüler düzüyor, “demokrat dede” diyerek yere göre sığdıramıyordu. Mesela aday olmasın diye çıkışlar yapan gazeteci Mine Kırıkkanat son virajda özür diliyor, Atatürk’ün koltuğuna layık görmeyen Prof. Dr. Celal Şengör oy vereceğini söylüyor, Prof. Dr. Nilüfer Göle, “Dünyaya örnek lider” diye sunuyor ve bunun gereğini yapmıyorsa Kılıçdaroğlu niye istifa etsin ki…
Haklı olduğu bir yer daha var: Bütün bu aydınlar, gazeteciler şimdi, “İstifa et, yerine Ekrem İmamoğlu gelsin” diye tutturmuşlar. Bırakın İstanbul’da iş yapmamasını hiç kimse şu soruları yine sormuyor: “İmamoğlu sen NATO, Rusya, Libya veya Karabağ meselesinde, FETÖ veya PKK meselesinde Kılıçdaroğlu’ndan farklı ne söylüyorsun?”

METİN ALTINOK: DÖKÜLÜN KEMAL BEY

Sabah gazetesinden Metin Altınok’un “Hah şöyle Kemal Bey, dökülün” başlıklı yazısı:

Kemal Kılıçdaroğlu’nun röportajından bazı bölümler sosyal medyada önüme düşüyor…
İnsan “Kim bu adam?” diye düşünmeden edemiyor. Düne kadar zoraki de olsa gülümserdi. Şimdi onu da yapamıyor, surat bir karış. Yüzündeki o şaşkın ifade gitmiş, gayet kendinden emin bir şekilde ayağına sıkıyor.
Babala’daki “demokrat dede”nin yerinde yeller esiyor… Yandaşı gazetecileri bile “Anlatıyorum, anlamıyor musunuz?” diye azarlıyor.

Candaş yazarların gizleyemedikleri hayret dolu bakışları arasında “Erdoğan ilk turda kaybetmenin travmasını yaşıyor” diyecek kadar şirazesi kaymış.
Helalleşme falan da unutulmuş tabii…

Kendisine oy vermeyenleri eğitimsiz, oyunu 500 TL’ye satan “köylü” olarak tarif etmekten çekinmiyor.
Çünkü aklı olan onu seçermiş!
Asilzade olduğunu düşünüyor olmalı ki, delegenin, Muharrem İnce gibi sıradan bir insanı CHP’nin başına getirmeyeceğinden emin.
Kaybedince inkâr nöbeti semptomları gösteren, mağlubiyetine kurban edecek seçmen arayan bu beyefendi ya kazansaydı?
Allah “köylüleri” korumuş!
Bu arada Kemal Bey’in bu hâliyle, yıl olmuş 2023, hâlâ genel oy hakkını sorgulayan, kabul edemeyen tabanını daha iyi temsil ettiğini de söylemezsek haksızlık olur.

***

HİÇ KENDİNİZE ACIDIĞINIZ OLDU MU?
CHP medyası, seçimlerden önce Erdoğan’a oy veren seçmenin rasyonelliğini sorgulayacak kadar kendinden emindi. Şimdilerde kafalarına sanki saksı düşmüş gibi bir anda ayılıverdiler.
Telif istediğimden söylemiyorum… Seçim öncesi bu köşede okuduğunuz ne kadar muhalefet eleştirisi varsa sırayla tekrarlıyorlar.
Dün CHP’li bir gazetecinin, “Muhalefete oy veren milyonlarca seçmen olarak o kadar zavallıyız ki, kendimize acıyorum” şeklindeki itirafı bu tartışmada ibretlik bir örnek.
Kendi gibi düşünmeyene acıma noktasından kendine acımaya geçiş kuşkusuz ki dramatik…
Benzer durumdaki meslektaşlarımız için tek tesellimiz, çok güçlü bir his, hezeyan olan kendine acıma hâlinin öyle uluorta Twitter’da ifade edilecek bir duygu olmaması.
Yeni dönemde pozisyon almak için samimi itirafçı pozlarına soyunduklarına inanmak istiyorum.
Yoksa gerçekten üzüleceğiz.

YAKUP KEPENEK: ARTIK GİT

Kepenek ise köşesinde bir an evvel git dediği Kemal Kılıçdaroğlu için “Kılıçdaroğlu, sana son bir “eski dost ve parti arkadaşı” önerisi, ülkemize ve partimize daha fazla zarar verme; adamlarını da al ve bir an evvel git. Birileri bırakmana izin verilmiyorsa, dürüst ol ve bunu kamuoyuna açıkla.” önerisinde bulundu.

Birgün gazetesinden Yakup Kepenek “Kılıçdaroğlu artık yeter” başlıklı yazısı:

Sonuçları ülke siyasetini ve toplumsal yapısını kökten değiştirecek önemde olan iki büyük seçimde de başarısız olan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, hiçbir şey olmamış gibi görevine devam ediyor.

Yeni bir MYK oluşturduktan sonra şöyle diyor:

“Ortaya çıkan tabloyu ağır bir yenilgi olarak görmeyi asla kabul etmem, sizin de kabul etmenizi doğru bulmam.”

Bu süreçte, şu iki nokta dikkat çekiyor.

Birincisi, Kılıçdaroğlu “örgütten sorumlu yardımcı atamıyor; o görevi kendisi üstleniyor. İkincisi, sözcüsü bir tarafa, önceki MYK’den yalnızca bir kişiyi, Bülent Kuşoğlu’nu yanına alıyor.

Bu iki noktaya daha yakından bakılması gerekiyor.

HİÇE SAYILAN ÖRGÜT

Kılıçdaroğlu, örgüt işlerini üstlenerek Kurultay sürecinde parti tabanından, yeni görüş ve liderlerle gelebilecek bir genel başkan oluşumunun önünü kesiyor.

CHP’yi bir “tek adam” olarak 13 yıldır yöneten, işbaşına gelirken söz verdiği halde aday saptamalarında önseçim yaptırmayan Kılıçdaroğlu, çok olumsuz koşullarda partiyi ayakta tutan üyelere onların örgütlerine güvenmediğini kanıtlıyor.

Yeni bir kurultay sürecinde CHP örgütlerinin bir kez daha hiçe sayılacak olması, ilginçtir, siyasal İslâmcı iktidarın “sandık” zaferinden sonra gerçekleştiriliyor.

Bu noktada asıl anlaşılması gereken Kılıçdaroğlu’nun izlediği ideolojidir.

İZLENEN İDEOLOJİ

Son 10-15 yıl boyunca CHP, Cumhuriyet’in değerlerinden uzaklaşmakta ve hızla sağcılaşmaktaydı.

Ancak bu süreç bir bütünlük içinde sergilenmiyordu. Bu eksiklik, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun, 31 Aralık’ 2021’de Karar’daki “İslamcı muhafazakâr zihniyetin dönüşümü, cumhuriyet ve demokrasi” başlıklı yazısıyla giderildi.
Muhafazakârlığın genel özelliklerini özetleyerek başladığı yazısına Kuşoğlu, sözü Türkiye’ye getirerek, şöyle devam ediyor:

“Kurtuluş, kuruluş mücadelesinin ve sistemin dışında kalan muhafazakâr düşünce akımı, daha önce koalisyonlarla ulaştığı iktidara tek başına 2002 yılında ulaşmıştır.

….muhafazakâr zihniyetin demokrasinin en temel kurumlarından sandıkla gelip-gitmeyi benimsemesi veya benimsemiş görünmesi İslam dünyası ve Ortadoğu yönetimleri açısından çok önemli bir gelişmedir. Sonuçta sandıkla gelen muhafazakâr İslamcı bir zihniyetin yine sandıkla gitmesi, bir ilk olarak ve tüm İslam toplumları için örnek oluşturacaktır.”

Kuşoğlu’nun bu sözleri, ABD-CIA eski II. Başkanı G. Fuller’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adıyla dilimizde de yayımlanan ve ABD’nin resmi görüşlerini yansıtan ve bu köşede özetlenen görüşlerle bire bir örtüşüyor. Buna göre ABD, Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’ye yeni görevler yükledi; bu görevlerin başında, bu ülkede “Ilımlı İslamcı” bir iktidarın seçimle işbaşına gelmesi ve seçimle gitmesi, böylelikle Türkiye’nin İslam coğrafyasında biricik “örnek ülke” olması geliyordu.

Kılıçdaroğlu’nun ideoloğu Kuşoğlu devam ediyor:

“Erdoğan iktidarı halen muhafazakâr mıdır?’ diye sormak ve Erdoğan mutedil muhafazakârları da gittikçe endişelendiriyor tespitini yapmak gerekir. Çünkü Erdoğan Yönetimi toplumda kutuplaşmayı artırmakta ve yeni naslar icat ederek İslam’a zarar vermektedir.”

Erdoğan’ın “İslâm’a zarar” verdiği saptandıktan sonra Kuşoğlu, daha yakına da geliyor:

“…Türkiye’de siyasal İslamcı muhafazakârlık demokratik muhafazakârlığa Davutoğlu, Karamollaoğlu ve Babacan gibi liderlerle dönüşme eşiğindedir. O nedenle de Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Helalleşme’ söylemi demokrasimiz için tam zamanında, yerinde ve anlamlı bir çağrı olmuştur.”

Seçim sürecinde, CHP iyice dönüştürüldü; Millet İttifakı- Altılı Masa eliyle uygulamaya konulan bu görüşler, Siyasal İslâm’ın bir kez daha “sandıktan çıkmasını”, üstelik altı genel başkanı Meclis dışında bırakarak, çok güçlü ve kalıcılaşacak biçimde çıkmasını sağladı.
Böylece, Kılıçdaroğlu “liderliğinde” CIA’in istekleri yerine getirildi. Türkiye’de, iktidarı ve ana muhalefetiyle İslam coğrafyasına örnek olacak bir “sandık demokrasisi” amacına ulaşıldı.
Meclis dışında kalan Kılıçdaroğlu, “ben adayım demem” tafrasını da atarak, Genel Başkanımızı “yedirtmeyiz” diye yeri-göğü inleten “kendi seçtiklerinin” coşkulu alkışları arasında yeniden genel başkan seçilecek olmanın “demokratlığı” ile yerinde kalmaya çalışıyor.

Öyle mi?

Artık yeter.

Kılıçdaroğlu, sana son bir “eski dost ve parti arkadaşı” önerisi, ülkemize ve partimize daha fazla zarar verme; adamlarını da al ve bir an evvel git. Birileri bırakmana izin verilmiyorsa, dürüst ol ve bunu kamuoyuna açıkla.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!