Kemal Üçüncü: “CHP’yi devlet kurucusu olma mesuliyetine davet ediyoruz”

Kemal Üçüncü:

Prof. Dr. Kemal Üçüncü, Oda TV’deki köşesinde bugün CHP, IYI Parti-MHP analizi yaptı. “CHP Türkiye’nin vicdanını kazanmak istiyorsa bunları yapmalıdır” başlığıyla yayınladığı yazısında Üçincü, “Atatürk’ün partisi Türkiye’nin önüne milli, müdafa’â-yi hukukçu, Atatürkçü bir program koymayarak/koyamayarak emperyalizmin emellerine bilerek veya bilmeyerek hizmet ediyor. Biz siyasal iktidar muhaliflerini savunmasız ve çaresiz bırakıyor.” ifadelerini kullandı.

“Bunu Meral Hanım da yapıyor.” diyen Üçüncü ekliyor “Alternatif, entelektüel temeli olan bir siyaset üretmek yerine manav tezgahı önünde ahaliyle sohbet ederek siyaset ve iktidar üreteceğini sanıyor. Keşke büyük halkçı önderler Atatürk, Lenin ve Mao’nun halk ve halkçılık konusundaki eğilim ve uygulamalarını idrak edebilseler. Halkçı olmak, halk gibi olmak anlamına gelmez.” dedi.

Prof. Dr. Kemal Üçüncü’nün değerlendirmesi şu şekilde:

“Türkiye’nin XXI. yüzyılda yakın kara ve deniz havzasında, bölgesinde orta vadede başat bir bölgesel güç olarak temayüz etmesi ve bunu sürekli kılması CHP’nin siyasi yelpazedeki konumu, tutumu, ortaya koyacağı siyasal perspektif ve kadro ile yakından alakalıdır.

Bugün hiç hatır etmeyeceğim, apaçık konuşacağım.

Bir köy lisesinden üniversite kazanmış ve hasbelkader profesör olabilmiş bir kardeşiniz olarak Türk milletine borcum vardır. Bu vicdani borç, her türlü korku bariyerini aşmamı sağlıyor.

ÇOK ZAYIF

Kemal Kılıçdaroğlu Beyefendi bireysel olarak saygı duyduğum dürüst bir siyaset adamıdır. Lakin keşke bu kadarı yeterli olsa. Maalesef mevcut vitriniyle CHP, Türkiye’nin ihtiyacı olan perspektifi üretemiyor, çok zayıf kalıyorlar. En iddialı metinleri II. Yüzyıl Beyannamesi’ndeki “Etnik kimlik, yaşam tarzı ve inanç eksenli siyasetle toplumsal barışımız derin yara almıştır” tespitine rağmen ana dil eğitimi yerine ana dilde eğitim talebiyle etnik siyasallaşmanın, federasyona evrilecek bir sürecin önünü açma çelişkisini yaşıyor. Türkiye Türkologlarının bu konudaki bilimsel tespitlerini hiçe sayıp Avusturya’da bir uzmana sormuşlar uzman da “iyi olur” demiş. İyi ki Hin-i Çin’e sormamışlar.

Son zamanda yaptığı siyasal eleştiriler nedeniyle kendisine yönelen nezaketsiz tepkileri, anlamsız, yersiz, hadsiz ve hakkaniyetsiz buluyorum. Hukuk devleti ve hürriyetler, ifade özgürlüğü en temelde siyasal muhaliflere sağlanan güvenceler ve gösterilen hoşgörü ile alakalıdır. Vaktiyle Türkiye siyasal ortamında kan gövdeyi götürdüğü zamanlarda bir nebze de olsa bu hoşgörü iklimi vardı. Hem ‘hukuk var, demokrasi var’ diyeceğiz hem de beğenmediğimiz sözler söylenince “döverik seni” moduna geçeceğiz. Bu kabul edilemez. AİHS sözleşmesinde, evrensel insan hakları hukukunda düşünce ve ifade özgürlüğünün; sadece toplumda beğenilen, kabul gören, zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil, aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerli sayıldığı ve bunun demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurlarından olan çok seslilik, tolerans ve hoşgörünün gereği olduğu ve şiddet, silahlı direniş ya da isyana teşvik içermediği sürece ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilir.
“K..dum orasına ifade özgürlüğünün…” Bizim köyde böyledir tavrı; çok daha samimi ve tutarlıdır ama ortaya uyulacak bir ilke koymak zorundayız. Bu durumda herkes duracağı yeri bilir. Hukuk var, özgürlük var ama ben izin verdiğim kadar dersek tutarlı ve inandırıcı olamayız, toplumsal rızayı sağlayamayız. Türk siyasi tarihini 12 Eylül’den bu yana zanneden genç hukukçu arkadaşlar ve minderde yuvarlanma kültüründen gelen huğğğukçuluğumuz bu hususlara dikkat etmesi lazım gelir. “Odun diyene ben sana ..dum” tarzı huğğuk uygularsak dünyanın geri kalanı bize bir taraflarıyla güler.

NEREDEN NEREYE…

Hukuk devleti maalesef hala Türkiye için çok uzun yıllardır güçlü bir ironi olarak temayüz ediyor. Adı var kendi meçhul. Kavramlarla konuşmadığımız, kelimelere farklı anlamlar yüklediğimiz için aynı kelimelerle farklı batıni diller konuşuyoruz. Her alt grup kendi batıni dilinin göstergeleri bağlamında bir şeyler anlıyor. Oysaki bir millet olmak en başında ortak bir iletişim dilinde mutabakatı varsayar.

Türkiye nüfusunun %60’lık kısmı 1980 sonrasında doğduğu için bu meseleleri hakkında hiçbir fikirleri ve bilinçleri yoktur. Milliyet gazetesinin, Tercüman gazetesinin 1. sayfasındaki Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan karikatürlerini ve o bağlamdaki ağır mizahi eleştirileri bilmezler. Bu eleştiriler liderler tarafından olgunlukla karşılanır, o terör ortamında bile hitaplar “Sayın”la başlar “saygı”yla biterdi.

Nerden nereye?

Sayın Cumhurbaşkanımız sizinle ilgili mizahi bir şey yapılamıyor, arz ederim. Eleştirilemeyen ve mizahı yapılamayan bir lidersiniz, oysaki Türkiye’deki açık ara en güçlü insansınız padişahların bile kendi taklitlerini yapan –bazıların-, soytarıları vardı. Siz şahsen bu tür şeyleri hafiflik olarak görebilirsiniz, lakin bu durum Türkiye’deki hukuk devleti ve hoşgörü iklimi ile yakından alakalıdır. 12 Eylül’ün demir yumruk günlerinde siyasi liderlerin Evren’in mizahı pervasızca rahatça yapılabiliyordu. Deve Kuşu Kabare tiyatrosunun o unutulmaz parodileri hala hafızamızda. Liderler ve partililer buna son derece hoşgörüyle yaklaşırlardı.

Durumu dikkatlerinize sunuyorum.

Konumuza dönelim.

ÇARESİZ BIRAKILIYORUZ

Atatürk’ün partisi Türkiye’nin önüne milli, müdafa’â-yi hukukçu, Atatürkçü bir program koymayarak/koyamayarak emperyalizmin emellerine bilerek veya bilmeyerek hizmet ediyor.

Biz siyasal iktidar muhaliflerini savunmasız ve çaresiz bırakıyor.

Bunu Meral Hanım da yapıyor.

Alternatif, entelektüel temeli olan bir siyaset üretmek yerine manav tezgahı önünde ahaliyle sohbet ederek siyaset ve iktidar üreteceğini sanıyor. Keşke büyük halkçı önderler Atatürk, Lenin ve Mao’nun halk ve halkçılık konusundaki eğilim ve uygulamalarını idrak edebilseler. Halkçı olmak, halk gibi olmak anlamına gelmez.

Eleştiriyorlar ama eleştirdiklerini nasıl düzelteceklerini; proje bazında, kaynak söyleyerek ortaya koyamıyorlar, çok genel ifadelerle sohbeti bağlıyorlar. CHP vekilli keza, TBMM’nin diğer partilerinde genel başkan ve politbürosu tensibiyle milletvekili olmak, güvecin altın anahtarını almak, ebedi kendini kaskolatmak demek.

Uzun günlerde 3 defa basının önüne fırlayıp ‘Kürt sorununu çözerim’ diyen bir CHP’ye Türkiye’de devlet yönetimi verilmez/verilemez. Bunu en iyi devlet kuran “raisond’etat”ı vaaz eden geleneksel CHP bürokrasisi bilir. Keşke onlara danışsalar. “Raisond’atat” kalem, kalpak ve revolverle Hamzabey camiinin şadırvanından, arı sudan abdest alıp, adı görklü Muhammed’e salavat getirip ardından, “Vaniköy korusunun `teşrinler’deki sisinde/gramofonda incesaz/meyhane musikisi eşliğinde sade kahve ve beyaz örtülü masalarda, rakı istişarelerinde kuruldu.”

Maklube, toyuklupilov, büyük çay, kültürü onu yıkmaya yeltendi hep, başarı şansı ebediyen yoktur.

CHP’yi devlet kurucusu olma mesuliyetine davet ediyoruz.

SİYASİ DURUŞ NEREYE KAYBOLDU

CHP Atatürk ilkeleri ekseninde XXI. yüzyılı okuyan bir siyaset ve ekonomipolitik perspektif ortaya koymak zorundadır. Türkiye’de kendini Atatürkçü ve milliyetçi, ulusalcı diye tanımlayan seçmen %65. Peki CHP, HDP’ye gösterdiği sempati ve gayreti bu seçmen kitlesini kazanmak için neden göstermez/gösteremez?

Kim kızıyor veya izin vermiyor?

Engelleyen ve yasaklayan nedir?

Cumhuriyeti kuran, devrimleri yapan, ABD’ye rağmen Kıbrıs’a müdahale eden, Afyon eken, Irak’a müdahaleyi reddeden siyasal duruş ve bilinç nereye kayboldu?

CHP’nin sorgusuz sualsiz NATO ve Atlantik’e, Neoliberalizme teslimiyeti, dünyanın geri kalanında olup biten devrimci dönüşümleri anlamasını, görmesini engelliyor.

Bazı temel konular var ki, bunları çözmeden Türkiye’yi yönetemezsiniz.

1. SGK açıkları, ki Türkiye bütçe açığının yüzde doksanını oluşturuyor.

(Çözümünüz var mı? Yok.) Peki bu meselenin sizin dışınızda bilimsel çözümü var mı, evet var!

2. Yıllık 50 milyara ulaşan enerji faturasını döviz ödemeden alternatif usullerle çözmeniz gerekiyor. Çözülebilir mi? Evet. Çözümünüz var mı? Hayır. Sizin dışınızda bu işin bilimsel bir çözümü var mı? Evet. Bu ilk iki maddeyi hallederseniz Türkiye bütçesi artıya geçer.

3. Belediye ve köy mücavir alanlarındaki bütün kent rantları bilimsel usullere uygun olarak tanımlanarak, elektronik ortama aktararak buharlaşması engellenmelidir. Yeni kaynak arayan için asgari 100 milyarlık yıllık kaynak var burada.

4. Kamunun bütün hesaplarını rahmetli Erbakan zamanında Osman Altuğ hocanın önerdiği gibi tek hesapta toplamak zorundayız.

5. Üretim ekonomisi için stratejik bir plan açıklamalısınız.

6. Bir karış toprağı boş bırakmaksızın ektireceksiniz. TMO ve diğer araçlarla kamu gücü olarak piyasayı devlet olarak siz kuracaksınız, gıda yüzyılımızda artık jeopolitik bir meseledir. Halkımızı temiz ve ucuz gıdaya eriştireceksiniz.

7. Haklı olarak avazınız çıktığı kadar iktidarı ekleştirirken kendi belediyelerinizin 21B usulüyle tarhana, kömür ihalelerine bakmanızı istirham ederiz. Hukuken sorun yok ama etik olarak sorunlu takdir edersiniz. İktidar uzun günlerde 3 defa 21B ihalesi yaptığı için bir şey diyemiyor ama Sayıştay raporları ortada. 21B ihalesinin Türkiye’de ne için yapıldığını bilmeyen yok, “kanun koyucunun amacı dışına çıkılıyor”. Onlar çok yapıyor biz az, gerekçeyse o başka!

8. Konuşma metinlerinizi yazan editoryal heyeti bir daha gözden geçirin derim, bütün kalbi samimiyetimle. Ya ciddiye almıyorlar meseleleri ya da dilim varmıyor ama kasten yapıyorlar diyeceğim hemen açıklayayım.

Bakınız dünkü sakatat ve kaçakçıdan vergi alma meselesi –iletişim teknikleri açısından- fecaatti. Aklınızdaki şeyi yanlış kelimelerle ifade ettiniz ya da danışmanlarınız sizinle o ahengi kuramıyorlar. Hemşehrim eski defterdar da heyecan yaptı, lakin ciddi ülkelerde konusu suç teşkil eden kazançtan vergi alınmaz, suç unsurlarıyla beraber gelir de “müsadere” edilir. “Kamulaştıracağız, müsadere edeceğiz” derseniz Türkiye’nin vicdanı sizinle olur, bir halk bilimci olarak söylüyorum.

Neoliberal Selin Sayek Hanım “kamulaştıracağız” diyerek bizleri şaşırttı, haklı bir çıkıştı, bütün muhalefeti arkasına aldı.

Size siyasiler, biz aydınlar cevap vermelidir, başka türlüsü kabul edilemez.

Size karşı gösterilen tepkinin haksız ve orantısız olduğunu kabul ediyorum ve reddediyorum.

Dönelim bizim dağğva işlerine.

Ne desem? Nasıl desem? Orta şut karışımı yapsam herkes memnun olsa!

Oysaki gerçeği ortaya koyarak milli mefkûre yolunun değerli insanlarını aydınlatmamız gerekir.

Bana CHP’li, Mao’cu diyecek kardeşlerimiz diye gerçeğin üstünü örtemeyiz, gerçeğin üstünü örtenlere ne deniyordu sahi?

131. YILINDA…

Atatürk’ün de içinde olduğu Türk milliyetçileri XX. yüzyılın başında Avrasya çağını tayin ettiler. Türk milliyetçiliğinin partili tarihi 131 yıla ulaşmıştır. (İlk parti ITC=İttihat ve Terakki Cemiyeti 1889’dur.) Bu cümleden olmak üzere, Müsavat Partisi öncülüğünde Kafkasya’da Mehmet Emin Resulzade önderliğinde örgütlenen Türk milliyetçileri 28 Mayıs 1918’da laik, demokratik esaslara bağlı olarak Doğu İslam ve Türk dünyasında ilk bağımsız Cumhuriyetini kurmuş oldular. 1912 Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (kısa süreli bir diğer deneyimdir), 1923 Türkiye Cumhuriyeti keza aynı fikri entelektüel siyasi geleneğin, bu büyük tecrübe silsilesinin bir birikimidir. Bu fikri ve siyasi gelenek, 1905 yılında Türkistan’da başlayan Alaş Orda hareketi ve 1917-1920 yılları arasında eski Kazak cüzleri bir araya gelerek bağımsız “Alaş Orda Devleti”ni kurdular.

Yani Türk milliyetçiliği 1969 yılında Başbuğ Alparslan Türkeş Beğimiz ve MHP’yle başlamadı. Tabandaki bu popüler yanlış algıyı tashih etmek gerekir. Türk dünyasının farklı ülkelerinden baktığınızda söylediğiniz şey bütünü kapsayıcı doktriner bir anlam ifade edebilmeli. Soğuk Savaş dönemi Türk İslam ülküsü veya Türk İslam sentezi o süreçteki işlevini tamamladı. 300 milyon Türk’e hitap eden üniversal bir siyasal diliniz olmak zorundadır, sadece sizin bahçeleri ve kasabayı anlatarak bu entegrasyonu ve iletişimi kuramazsınız.

MHP geleneği büyük tarihsel yolun Türkiye’deki en son halkasıdır, arkasında 100 yıllık 3 kıtaya yayılmış bir mücadele geleneği, bir partili tarih vardır. Milli mefkûrenin kuşaklar arası taşıyıcıları politikacılar değil akademik, entelektüel öncülerimizdir. Edebiyatçılarımızdır. Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Mustafa Çokay, Togan, Ağaoğlu, Mihail Çakır, Atsız, Gökalp bu zincirin temel halkalarıdır. Bu yoldaki aktivistler ve politik mücadeleciler elbette ki saygıdeğerdir, hiç kuşku duymuyoruz.

Türkeş ailesi ve 1969’dan beri hizmeti geçen bütün değerli idarecileri ebediyete intikal etmiş ülkü erleri, çileli insanlar, bugüne gelen değerli mücadele neferleri bu anlamda hepimiz için saygıdeğerdir. Töre bunu emreder. Bu temsile kalem şuarasının bir nezaket ziyaretini vesile kılarak hakaret etmesi töreye saygısızlık ve vefa bilmezliktir. Bunun ötesinde bir aileye veya kuruma, kişiye milliyetçilik için bir “şaşmaz referans” otoritesi ve mutlaklığı atfetmek, bütün fikir ve işleri oraya atfen doğrulama, kutsama girişimleri bir tür skolastiktir, sırf akrabalık ilişkileri vesilesiyle –milli kültürel, entelektüel mirası ve temsili dikkate almaksızın- kendini buna ehil ve mümeyyiz görmek bu büyük yola yapılacak en büyük kötülük olur. Milliyetçilik muhafazakarlık gibi değildir, tarih ve kültürü donmuş bir kategori olarak algılamaz, ihtiyaçlara göre eleştirerek yeniden kuran bir perspektiftir.

Hele ki Türk milliyetçiliği tarihine ve teorisine bir kelime katmamış insanların -makamı ve mevki’i, akrabalık ilişkisi ne olursa olsun- bu konudaki sözde “norm koyucu”, amiyane tabirle “ayar verici” sözleri zayidir. Bu gülünçlüğe bir an önce son vermek gerekir.

HİÇBİR SİYASAL PROJENİN…

Türkiye’de engüçlü siyasal damar öteden beri Türk milliyetçiliğidir. Milliyetçiler hesaba katılmadan bu ülkede kalıcı hiçbir siyasal projenin tahakkuk şansı yoktur. O anlamda milliyetçiliğin politik entelektüel temsilinin niteliği büyük önem arz etmektedir. Öteden beri politik milliyetçilik katı hiyerarşik bir yapı ve -geneli itibarıyla- vasat ve alt kadrolarla temsil edilerek Türkiye ve Türk dünyasına yaratıcı bir ufuk açması engellenmiştir. Arkadaşlarımız ve milliyetçi taban maalesef bunu önemsemiyor.

XX. yüzyıl boyunca Türk milliyetçiliğinin özellikle Soğuk Savaş döneminde Türk yurtlarının esaret ve zulüm altında kalması vesilesiyle NATO blokunda yer alması doğru bir tercihti. Nitekim SSCB dağılınca 5 bağımsız Türk devletinin ortaya çıkması bu politikanın görece isabetini gösterir. Keza, Türkiye her ne kadar ABD emperyalizminin siyasal baskısı altında kalsa da SSCB’nin sosyalizm adı altında işgal ettiği yerlerdeki insan hakları ihlalleriyle karşılaştırıldığında bu tercihin tarihsel doğruluğunu ortaya koymaktadır.

XXI. yüzyılda durum farklıdır. NATO için Türk ve İslam dünyası artık hedef coğrafyadır. Bunu apaçık ifade ediyorlar. 500 yıllık Batı hegemonyası kökünden sarsılıyor. Asya Pasifik bölgesi dünyanın toplam üretiminin ana omurgasını oluşturmaya başladı. 2050 yılında Rusya nüfus olarak neredeyse İran gibi yarıya yarıya Türk ve Müslüman bir ülke olacaktır. Türkiye artık kayıtsız şartsız bir NATO’cu ve Atlantikçi bağla büyüyemez, çıkarlarını savunamaz.

Bu yeni jeopolitik dinamikleri okuyarak Doğu ve Batı dengesini kurmak durumundadır. Bu anlamda ABD Rand Corparation ve pek çok raporda Türkiye’de yükselen bağımsız milliyetçiliğe dikkat çekilmektedir. Yani MHP ve İYİP’in NATO ve Batı ittifakına yakın partiler olarak bu sosyolojiyi kapsayamadığına dikkat çekiliyor.

Atlantik gelecek dönemde siyasal iktidarı geleneksel NATO’cu çizgide tutmak için yanına NATO dinamiklerine daha pozitif bakan, Güneydoğu sorununda açılım sağlayabilme potansiyeli daha yüksek olan, aynı zamanda milliyetçi bagajı olan (dağğva yapıyoruz diyor bir kısmı hâlâ) İYİP gibi bir aktörle takviye etme eğiliminde olduğu gözlemlenmektedir. Devlet Bahçeli’nin “Fetö’yle, Yurtta Sulh Konseyi’yle iltisaklı olmakla açıktan suçladığı” Meral Akşener’e “ısrarla “hadi evine dön artık” çağrısı bu kaygının emarelerini bir ölçüde dışa vuruyor. Çağrıdaki derin çelişkiyi bile önemsemiyor. Akşener’in “makam aracında eve dönüş fotosuyla verdiği cevabı” ince bir mizah, derin bir tahfif ve ironi içeriyordu. Bahçeli, iktidarın yeni duruma uygun milliyetçi kimlikli partiler arasında seçim yapma lüksünü elinden almak istemektedir. Devletin bekası için icap ettiğinde çaktırmadan iki hamlede masaya yaklaşma pratiği politik milliyetçilik mektebinde güçlüdür. Bu aşamada böyle bir çağrının karşılık bulmasını beklemeyiz, lakin “devletin bekası gardaş” diyerek şala sarılsa tadından yenmez! Milliyetçi tabanımız da bir çelişki görmeksizin sert şekilde –bitsin bu ayrılık ve hasret- diyerek “şiirler söyler”, alkışlar, bir kelam-ı kibar ve menkıbeyle de takviye eder. Eğer gerçekleşirse ben de destek için “BÜD”’lü arkadaşlarımla sosyal medya için 3 sert şiir okuyacağım; büyük bayrak fonda, Boztepe’de. Zira Türkiye’de politik milliyetçilik kadro ve taban olarak ekonomi politik bir perspektif, bir siyaset felsefesinden ziyade duygusal angajmanlar ve öznel tarih anlatılarından yapılan garip çıkarımlarla kendini ifade eder. Böylesi herkesin işine geliyor doğrusu.

Bu patinajdan devrimci bir bilinç sıçramasıyla çıkmanın gerekliliği anlatmak nafile.

AKP’nin Biden Amerika’sıyla kuracağı ilişki biçimi burada da etkili olacağa benziyor.

BİLİMSEL PERSPEKTİFİN YOL GÖSTERİCİLİĞİ

Küresel ölçekte neoliberal anlatı ve postmodernizm, saadet günlerinin sonuna geldi. Son küresel salgınla beraber bütün makyaji döküldü, riyakarlığı ortaya çıktı. Artık yeni siyasal ve sosyal koşulları açıklayamıyor, çözüm üretemiyor. İnsanlık yeni bir üretim ve paylaşım kültürü arayışının sancılarını çekiyor. Buna paralel olarak Türkiye’de bağımsız milli bir siyasal bilinç yükseliyor. Müdafa’â-yi Hukuk diye isimlendirebileceğimiz bu sosyoloji sağdan sola, çağdaş muhafazakarlara kadar geniş bir yelpazade %65‘lik bir tabana sahip. Rand Corparation, Center for American Progress raporlarında da bu vurgu var. İktidarın milyon dolarlık fonlarla beslenen dernek ve vakıflarına rağmen Türkiye’nin yegane stratejik bilgi üreten Mavi Vatandan, Türk kültür havzasına, üretim devrimine kadar Türkiye’nin yeni stratejik yönelimine “de facto” yön veren bu yeni bloktur.

Henüz bir kubbe gibi bu sosyolojiyi kapsayacak bir siyasal dil yok. Acizane benim bazı tekliflerim var, vaktiyle Odatv’de yazdım.

Türkiye artık ekonomi alanında duvara dayandı, üretim ekonomisi ve Atatürk modelinden başka seçeneği kalmadı. Fiili olarak tıpkı dış politikada olduğu gibi ekonomide de “üretim devrimi” programını takip etmek milli üretim potansiyelini savunma sanayii örneğinde olduğu gibi devreye almak durumundadır. Tarım ve gıda artık stratejik bir sektördür. Sayın Tarım Bakanının zannettiği gibi piyasanın gizli eli tarafından veya karşılıklı bağımlılıkla, ithalatla idare edilebilecek bir sektör değildir.

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ BU KAVRAMLAR ŞEKİLLENDİRECEK

Yeni siyasal süreçte kazanan vatan ve hürriyet kavramları olacaktır. Türkiye’nin geleceğini bu kavramlar şekillendirecektir. Kentli, orta sınıflara dayanan, eğitimli dünyayı tanıyan yeni bir milli sosyoloji yükseliyor. Bu sosyoloji MHP ve İyi parti geleneksel sert tokalaşma, gardaş, sert şiir milliyetçiliğiyle, esnaf sohbetiyle konsolide edilemezler. Yepyeni bir gençlik var. Türkiye nüfusunun %60’lık kısmı 1980 sonrasında doğmuş. Kasabalardan, Anadolu kentlerinden üniversiteye gelmiş dağvacı abilerle tokalaşmak için heyecanlanan mahcup delikanlılar değiller artık. Bu sosyolojiyi garip sözlerle ve temelsiz fikirlerle ve kamyon arkası sözleriyle oyalayamazlar artık.

İYİ Parti en başından beri milli bir kitle partisi olma meselesini angajmanları ve yapısal sorunları sebebiyle ıskalamak durumunda olduğu gözüküyor. Kendine çizilen alana razı. Bir türlü anlayamadılar. Emekli bürokratların üniversite ve ocak anıları, şiir, tarih, edebiyat içinden devşirilecek eklektik garip sözleriyle bu yeni sosyolojiye yön verilemez. Bu anlamda Türkiye yepyeni bir siyasal dile ihtiyaç duyuyor. Bu siyasetin adı yurttaş hukuku etrafında Müdafa’â-yi Hukuk temelinde, insan odaklı, üretim ve bölüşümü dengeli bir eksene oturtmuş, ekolojik duyarlıklı çağı ve uygarlığı kucaklayan yepyeni bir perspektif olmalı. Yüzyılın başındaki milli toplumcu perspektif, Atatürk modeli yeni baştan harmanlanmalıdır. NATO’cu ezberler, mahfel dedikoduları bir kenara bırakılıp yeni çağın jeopolitik gerçeklerini dikkate alan “ehem mühim” tasnifi yapılmış a,b,c seçenekleri olan kısa, orta, uzun vadeyle kademelendirilmiş yeni yüzyılı kuşatacak bir ana strateji üretilmelidir.

“Kantin, otopark, imar rantı, %10 ekonomisini milli” diye sunanlara, liyakatsiz yakınlarını devlete boca edenlere, siyasi potlaç ekonomisine alternatif bütün Türk milletinin kimseye muhtaç olmadan geçimini temin edeceği bir yeni anlayış teklif ediyoruz.

Milli olmak budur.

Türkiye’de bu kaynak ve imkanlar vardır.

Yeter ki cehalete saplanıp kendi kendinizi imha etmeyin.

Yukarıda anlattık.

Tekrar vurgulayalım sosyolojisi %65’lik bir potansiyele yaslanır.

TBMM partilerinin politbüroları bu yeni sosyolojiyi okuyup yön verebilecek birikime sahip değil maalesef.

Keşke Türkiye’de bu düşünceye siyasal örgütlenmeye taşıyacak hakikaten bir derin devlet aklı, bir eşraf kültürü, bir entelektüel bilinç, bir halk duyarlılığı ve örgütlenmesi olsa.

“1908 ihtilâl-i kebir’iniidrâk etmiş, milli demokratik devrimin Türkiye konjonktürü ve Türk milliyetçiliği için elzemiyetine vâkıf her Türkçü, kurum-kuruluş ve odak içinde Ömer Nâci merhum gibi belagatli bir sesle haykırabilsek keşke”. Bir okurum böyle diyor.

Hegel’e Marks gibi; Marks’a Engels gibi; Salur Kazan’a Bayındır Han gibi; Bilge Kağan’a Tonyukuk gibi; Atatürk’e Fâlih Rıfkı gibi; simide çay gibi ahenkleri üretme zamanıdır.

Kültürümüzün mayasında vardır, yeter ki irade olsun.

Bizimkiler sert tokalaşma ve mahpushane anlatısının etkisinden çıkarlarsa, kutsadıkları bizim de çok şahıs olarak sevdiğimiz milliyetçiliği temsil eden politik kadroların ıhlamur içip yarenlik edeceği, cami ve okul mütevellisi, dernek ve vakıf yöneticisi olacağı günlerin geldiğini, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı devasa sorunları çözecek, büyük ihtiyacı karşılayacak birikimleri olmadığını görebilseler, bu iş yüzde elli tamam olur, keza diğer geleneklerdeki benzer düşünceleri paylaştığımız dostlarımız partizan bağlılıklarımızı kırarak bir Ocak etrafında toplanma zamanıdır.

Bu düzen değişmeli!”

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!