Kavga Etmeyi Özlemediniz mi?

 “Milletlerin kaderi ne, sana söyleyeyim;

Okla, kılıçla yükseklik, udla sazla yok olmaktır.”

Muhammed İkbal

 
  Türk milliyetçiliğinin en önemli entelektüellerinden biri olan ve ne yazık ki önemi ile ters orantılı olarak –Durmuş Hocaoğlu gibi- değerini hiç bilemediğimiz İskender Öksüz hocamız ile değerli sosyolog yazar İkbal Vurucu arasındaki Türk milliyetçiliğinin bugünkü pek iç açıcı olmayan durumunun sebepleri hakkındaki seviyesi yüksek fikir tartışmasına ben de mütevazi bir katkı da bulunmak istiyorum. Bu değerli kalemler gibi akademisyen olmadığım için, akademik ve teorik bir dil kullanmayacağım. Yönetim, liderlik ve savaş sanatına ilgi duyan bir insan olarak daha çok sonuçlardan yola çıkacağım. Daha once haberiniz.com’da yazdığım “MHP Savaşçı Kodlarına Geri Dönmelidir” adlı makalede bu yazıda anlatmak istediğim bazı noktalara zaten değindiğim için o makaleden bir iki ufak alıntı yaparak “tezimi” öne süreceğim.
  Türk milliyetçiliğinin bugünkü pek iç açıcı olmayan durumunu bence başlık olarak aldığım soru anlatıyor. Tabii ki buradaki kavgadan kasıt fiziki bir kavga değil, fikri bir kavgadır. Bu soruya ilham olan cümleyi çok değerli hocamız Ümit Özdağ devamlı kullanmaktadır. Şöyle diyor hocamız: “AKP devlet ile kavgalı, CHP millet ile.” Bu cümleyi her duyduğumda beğendiğim ve saygı duyduğum hocama her seferinde ekran veya internet karşısında ister istemez içimden şu soruyu soruyorum: “O zaman biz kiminle kavgalıyız?” Bunun cevabı PKK olamaz. PKK ile AKP’li olsun, CHP’li olsun -BDP’liler hariç- her vatandaş her partili kavgalıdır. Tamam AKP müzakere ediyor ama AKP’ye oy verenlere PKK’yı destekliyorlar haksızlığını yapmayalım. Bunu geçin. AKP ile mi kavgalıyız? 46 yıllık bir parti, 9 yıllık bir partiyle kavgalı olacak kadar, ülküsünü, idealini, fikri sıklet merkezini bu nokta üzerine kuracak kadar düşer mi? Bunu da geçin. Sistemle mi? Adını koyalım, sistem dediğimiz şey aslında büyük bir oranda devlettir. Ferruh Sezgin beyin “Sistemin İntikamı” adlı zeka artıran derin kitabının adını değiştirsek “Devletin İntikamı” koysak anlam açısından çok bir şey değişmezdi. Sadece Amerika/Nato ayağı eksik kalırdı, onu da her kafası çalışan insan bilirdi. O halde devletle mi kavgalıdır milliyetçiler? Yüzlerdeki tebessümü görebiliyorum. Devlete hiç de hak etmediği değeri veren, devlet için kendini ateşlere atıp karşısında işkence alan başka bir hareket Türkiye’de yoktur bunu kesin olarak biliyoruz, belki de dünyada bile bu konuda başka bir örnek yoktur diyeceğim ama araştırma yapmadığım için hadi demeyeyim. Orduyla mı kavgalıdır Türk milliyetçileri? Deminki tebessümün daha belirgin olduğunu hissedebiliyorum. Aslında çok büyük bir oranda sistem devlet demektir, devlet de ordu demektir. Elbette ki yüzde yüz aynı anlama gelmez ama ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsunuzdur. Herhalde Türk milliyetçilerinin ordu ile kavgalı olduğunu hiç kimse iddia etmeyecek. Bunu da geçin. O halde lütfen birisi bana söylesin, Türk milliyetçileri kiminle kavgalıdır? Amerika ile mi? Rusya ile mi? Uzaylılarla mı? Şirinler ile mi? Kiminle?
  Burada şu soru akla gelebilir: Bir fikrin sahipleri mutlaka başka bir fikirle ve o fikrin sahipleriyle kavga içinde mi olmalıdır? Benim için bir Türk milliyetçisinin yani bir idealistin bu soruyu sorması bir kabus senaryosudur. Ne yazık ki bu kabus senaryosunun filmi çekilmiş, gösterime girmiş, filmin promosyon oyuncakları, kitapları çıkmış ve ciddi bir hayran kitlesi yaratılmıştır. Türk milliyetçileri içinde özellikle hiçbir fikri kavga içinde olmadan “iç huzur” içinde (peace bro!) politika yapmanın doğru yol olduğunu savunan insanlar ortaya çıkmıştır. Tekrar edelim elbette ki buradaki kavgadan kasıt fiziki bir kavga değil, fikri bir kavgadır. Bu fantastik romanlardan çıkmış karakterlerin oluşmasına şaşmamalı çünkü belirttiğim gibi Türk milliyetçiliğinin kiminle kavgası olduğunun cevabı net değildir. Aslında ortada bir kavga olmadığı için sorunun cevabı da nettir de hadi ayıp olmasın diye net değildir diyelim. Buradaki eleştirim de genel manada alınmalıdır. Yoksa “suçlu sadece MHP yönetimidir” kolaycılığına da düşmek ucuz şark kurnazlığıdır. Suç herkesin omuzundadır.
  Savaş sanatında, savaş sanatı teorisinin tartışılmaz iki devinden biri olan Clausewitz’in “Kutuplaşma Prensibi” olarak adlandırdığı bir prensip vardır. Clausewitz’e göre savaş “büyük çaplı bir kavga”dan başka bir şey değildir.[i] Bu kavgada her iki taraf da zaferi istemekte ama birinin zaferi diğerinin zaferini devre dışı bırakmakta yani birinin zaferi diğerinin mağlubiyeti olmaktadır. Bu gerçek, tarafları kutuplaştırmakta, her birini zıt tarafa iterek zıt tarafta yoğunlaşmasına sebep olmakta, dolayısıyla “orta yol” savaşta kuvvetli bir etken olamamaktadır. Clausewitz bunu “Kutuplaşma Prensibi” olarak adlandırmaktadır.
  “Clausewitz böyle diyorsa yeter mi?” diye soranlara psikolojik operasyonlar konusunda akademik çalışma yürüten ciddi bilim adamlarından Michael Waller da aynı şeyi söylüyor diye cevap verelim. Wallter’a göre, politik savaş sanatında ve psikolojik operasyon dilinde, “Kutuplaşma Prensibi”ne benzer “düşmanı markalaştırma” denilen bir teknik vardır. Teknik iki taraflı çalışmaktadır. Yani siz bir grubun düşmanı olarak kendinizi markalaştırıp siyaset sahnesine hakim olabileceğiniz gibi, kendi düşmanınızı da markalaştırarak, marjinalleştirir, istihza unsuru yaparak siyaset sahnesinin sevimsiz küçük maskotu haline getirebilirsiniz. Bu tür bir fikri kavganın olmazsa olmaz şartı takdir değil, itham çekmektir. Mıknatısın demir parçalarını çektiği gibi, üzerimize itham çekmektir. Düşmandan gelen iftira ve itham, taraftardan gelen övgüden daha değerlidir. Bu tür bir fikri kavga sayesinde siyasi bir parti, kendi taraftarları arasında dayanışmayı kuvvetlendirerek disiplinli bir topluluk olur. Dayanışmalı, disiplinli, ithamlardan korkmayan hatta itham ve bela arayan bir strateji, partinin güçlü parti imajını kuvvetlendirerek yeni taraftarlar çeker çünkü insanoğlu ışığın etrafındaki pervaneler misali gücün etrafında pervane olur. Böylece, başlangıçta hiçbir gücü olmayan bir parti, bu şekilde düşmanından güç çalarak, düşmanın gücüyle kendini markalaştırır ve güçlenir. [ii]
  Bu noktadan yola çıkarak bakarsak, dünyadaki bir çok politik hareketin başarısının arkasında “kutuplaşma prensibi” yatmaktadır. Türkiye örneğinden gidelim lafı uzatmadan. CHP’nin elitist, İnönücü, baskıcı tek parti zihniyeti tam zıttında ki kutupta Demokrat Partiyi yaratmıştır. İslamcıların başından beri düşmanı devlet olmuştur. Somuttur. Sürdürülen kavga bellidir. Kavganın kime karşı olacağı ile ilgili bulanık tartışmalara yer yoktur. Entelektüel dünya ve fikir eserlerinin çoğu düşman devletin nasıl ele geçirileceği üzerinedir. Başarılı da oldular. Helal olsun!
  Gelelim Türk milliyetçilerine, 1944’den başlayarak özellikle yetmişli yıllarda Türk milliyetçiliğinin yükselişinin en büyük nedenlerinden birisi komünizmdir. O yıllarda Türk milliyetçilerinin ülküsü Türk birliğidir ve bu ülkünün önünde duran en büyük engel komünist Rusya’dır. Hedef çok somuttur. Verilecek kavga bellidir. Belirsiz kavramlara yer yoktur. Bu bağlamda milliyetçilerin entelektüel dünyası ciddi fikir adamları yetiştirmiştir. Ortak bir düşman ve bu düşmana karşı verilecek kavga vardır ve bu kavgada zaferi elde etmek için zihinler müthiş bir verimlilikle ve özveriyle harıl harıl çalışmaktadır. Sokaklarda kurşunlarla boğuşan bir gençlik ve evlerde fikirlerle boğuşan entelektüel bir camia.
  Bu camiaya ne oldu sorusunun cevabı açık değil mi? Kavga bitti ve o güzel camiayı oluşturan insanlar da o güzel atlarına binip gittiler. O güzel insanlar geri gelir mi? Gelir! İdeal, ülkü, mefkure ne derseniz deyin, yani kavga geri gelirse gelir. Bu bağlamda Türk birliği ülküsü bütün şiddetiyle yeniden dillendirilmeli, bu birliğin önünde duranlar fikri kavganın objesi olmalıdır. Bu birliğin önünde duranlar, ister bazı Türk milliyetçileri olsun, ister diğer Türk cumhuriyetleri olsun, ister diğer partiler olsun, ister devlet olsun, isterse ordu olsun, isterse bütün dünya olsun! Hiç farketmez!
  Batıla saldırmaksızın hakkı savunmak mümkün değildir!
  Fikri kavga başlamalıdır!


[i] Carl Von Clausewitz, On War, (Everyman’s Library, New York, 1993), sayfa: 83

[ii] J. Michael Waller, Fighting the War of Ideas like a Real War (The Institute of World Politics Series, Washington, 2007), sayfa: 77

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!