Türkiye Cumhuriyeti devleti otuz yıldır PKK adlı ideolojik-etnik bir terör örgütünün kanlı saldırıları altındadır.
Evrensel hukukun temsilcisi olarak kabul edilen AİHM’nin de terör örgütü olarak kayda geçirdiği PKK, “çözüm süreci” adlı projenin sağladığı avantajları kullanarak devlete karşı saldırıya geçmiştir.
Türkiye karşıtı her gelişmenin yanında yer almayı misyon edinmiş olan geçmişin “tealici-Muhibbicileri”, dünkü “özürcüleri” bugün bildirici olarak nüksetmişlerdir.
Özürcüler bir anda terörcü oldular!
Onları geçmişte de Ermenilerden “kendi adlarına” diledikleri özürlerden tanıyoruz. 1915’de Türk Milletinin yaşadığı felaketleri görmezlikten gelerek Ermenilerin yaşadığı tercihi “soykırım” olarak nitelemişlerdi. Özür dilemek için yayınladıkları metinde “soykırım” yerine “büyük felaket” sözcüğünü kullanmışlardı. Her ne hikmetse ABD başkanları da sürekli olarak “büyük felaket” sözcüğünü kullanmaktadır. Bir zamanlar büyük bir sansasyona ve tepkiye neden olan özür dileme metni şöyleydi: “1915’te Osmanlı Ermeni’lerinin maruz kaldığı Büyük Felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor…Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum”.
Bu zevat “Ermenilerden” 1915 olayları, Rumlardan 6/7 Eylül olayları ve mübadele dolaysıyla özür dilemek gerektiğinin hararetli savunucularıydı.
Gündemden kopuk olanlar bu tür metinleri masumane, insani ve vicdani duyguların dışa vurması olarak görebilirler. Ancak gerçek hiç de böyle değildir. Bu özürcüler diledikleri özürleriyle Türkiye’ye yönelik küresel çaptaki siyasi tezlere Türkiye içinden -sözüm ona- entelektüel ve sosyal destek sunmaktadır.
Beş yıl önce özür kampanyasını yürütenler bu defa Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı yürütülen vahşi teröre destek kampanyası düzenlemişlerdir. Özürcülerin bir anda devlet karşıtı refleksleri harekete geçti ve onlar bu defa terör destekçisi olup çıktılar.
Dün -sözüm ona- 1915’de Ermenilerin uğradığı “büyük felakete” duyarsız kalmayanlar bugün de Türkiye Cumhuriyeti devletinin “başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam”a sözde duyarsız kalmadıklarını açıkladılar.
Devleti suçlamak PKK’yı aklamak!
Terör örgütünün yaptıklarını “demokratik hak talebi” olarak nitelerken devleti günah keçisi ilan ettiler. Devleti “kasıtlı ve planlı kıyım” yapmakla suçladılar. Etnik bölücülüğün deposuna akaryakıt ikmali yaparak “Kürt illerinden, Kürt halkının iradesinden” söz ettiler. Dahası Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı BM’yi göreve çağırdılar.
Türkiye Cumhuriyeti Devletini Kürtler dahil bölge halklarına karşı katliam yapmakla suçladılar.
Bildiride provokasyon, ajitasyan ve manipülasyon adına ne ararsanız o var. Böyle bir bildiri kaleme almak için akademisyen ya da doktor ve doçent olmaya gerek yoktur. Birkaç hendek kazmak, barikat kurmak, katliamcı devletin polisini Kanas silahlarıyla şehit etmek yeterlidir.
Yıllarca bölge insanına kan kusturan terör örgütü bütün dünyanın gözü önünde kan içip, kan dökerken devleti katliamcı ilan etmek her şey bir yana ahlaksızlıktır.
Tonlarca bomba patlatanları, hendekleri kazanları, barikatları kuranları, halkı canlı kalkan yaparak insanların yaşam hakkına saldıranları görmezlikten gelmek gerçek bir insanlık suçudur.
Bildiricileri savunanlar “terörü övmek ve şiddete yöneltmek yok” diyorlar. Halbuki katil ile maktul, zalim ile mazlum, yıkan ile yapan, saldıran ile koruyanlardan birincisinin yanında yer alanlar ikincisinin karşısında olanlardır. Teröristi halkı görmek aynı zamanda devleti haksız görmektir. Bildiriciler de bunu yapmışlardır.
Bildiricilerin ideolojik dönemdeki uzantıları “Kahrolsun patron-ağa devleti” diye slogan atalardı. Birileri ‘kahrolsun patron-ağa devleti’ sloganını “katliamcı devlet” sloganıyla değiştirmişlerdir.
Bildiriciler açıkça katliamcı terör örgütünün üzerinden dikkatleri devletin üzerine çekmeye çalışmışlardır.
Yönetime karşı tavır takınmak, yönetim karşıtlarına destek sunmaktır. Sloganlar yalnızca bir reddediş değil aynı zamanda bir kabul ediştir de.