GÖÇ
…Beştepe’ye bir derviş gelir.
Bu derviş bir ağacın altına çadır kurar ve günlerce orada yatar kalkar.
Kimse tanımaz bu dervişi ve o da kimseyle konuşmaz.
Bir süre sonra derviş toparlanıp gitmeye hazırlanırken, onu gören birisi merak eder ve sorar:
-Sen kimsin? Neden burada yatıp kalktın ve şimdi nereye gidiyorsun?
Derviş sadece şu cevabı verir:
-Ben burada nöbetçiydim. Şimdi ise buranın gerçek sahibi geliyor.
Ve o derviş yürür gider. Bir daha da gören olmaz…
Bir göçün hikâyesi bu. Göç demek, kalbini orada bırakmak demektir. Göç demek, anılarda kalmak, hatırlanmak demektir. Göç demek; mirasını görebilmek, bir miras bırakabilmek demektir.
Tarih odur ki bugün Atam Bilge Kağan uçmağa vardı, göç etti. Yüzyıllar sonra, yine bugün Danimarka’dan Moğolistan’a bir göç; Orhun Vadisinde Bilge Kağan’nın, Kültigin’in, Tonyukuk’un seslerine, nidalarına, nutuklarına Danimarkalı Thomsen adlı dilbilimci kulak veremeden geçemez. Yüzyıllık göçün mirasını ortaya çıkarır…
Ve bir göç daha…
Bu göç; Orta Anadolu’da Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşgerli köyünde Avşar obalarından birinde geçer. Her zorluğa göğüs geren, yılmayan Koyunoğlu ailesi, toprak meselesi yüzünden Sultan Abdülaziz tarafından Kıbrıs’a sürgün edilir.
Sürgün ağır gelir Koyunoğlu ailesine; fakat 1917’nin 25 Kasım’ında öğle vakti Akdeniz’e öyle bir güneş doğar ki göç de unutulur, sürgün de. Yavru Vatan’ın Lefkoşa’sı, olur size hoş sedası.
Bu göçün meyvesi;
Bir Bozkurt olmuştur.
Bir Yiğit olmuştur.
Bir asker olmuştur.
Bu Bozkurt Ergenekon’dan çıkıştaki gök yeleli Bozkurt’tur. Bu Bozkurt, Malazgirt ovasındaki Bozkurt’tur. Bu Bozkurt Dokuz Tuğlu Sancağın Dokuz Işığıdır.
Bu Bozkurt; bir tarihtir, bir efsanedir, bir destandır O. Bir o kadar da gerçek bir Alparslan’dır O.
Bir bakışı vardır; gözlerde Ötüken’i, Tanrı dağlarını görürsünüz. Ses; Bozkurt gibi bütün Börteçineleri, Asenaları bir araya getirir. Ellerde Türk- İslam Mührünü vurduğunu görürsünüz, dillerde Ülkü’yü, Turan’ı, Türk’ü duyarsınız.
Bu göç; aşktır, sevdadır. Üç Hilal’in tutkusudur. Dokuz Tuğlu Sancağın bekçisidir. Dedem Korkut’un torunu, Çağrı Beyin oğlu Horasan’ın valisi, Fatma Zehra ananın gözünün nuru, Muzaffer Hanımın eri, Ayzit’ın, Umay’ın, Selcen’in, Sevenbige’nin, Yıldırım Tuğrul’un, Ayyüce’nin ve Kutalmış’ın babası, Asenaların- Börteçinelerin ve Türk Dünyasının son Başbuğ’udur O.
Bu Başbuğ, milyonlara aşıktır, milyonlar ona aşık. Asya ona aşık, Türkistan ona aşık, Kerkük ona aşıktır. Anadolu ona aşıktır.
Derler ki 1997’nin 4 Nisan’ında bu aşk bitmiş. Toprağa gömülmüş. Alevler kül olmuş. Göç sona ermiş.
Beştepe’de bir yer gösterdiler. Gittim, gördüm. Öldü dediler, ölmemişsin. Aşk bitti dediler, bitmemiş. Çünkü kalbim hızla çarpıyordu. Ölecek biri varsa orada, işte o an ben ölecektim. Bana birliğimi, dirliğimi, ocağımı, ülkümü her şeyi hatırlatıyordu. Söylüyorum size bu aşkın daha çok yolu var. Bu aşkın daha çok aşığı var ve olacak. Bu aşk bitmez tükenmez toprakların mührü olacak.
Bu aşk TURAN olacak!
Bu aşk KIZILELMA olacak! …
SAYGILAR…