Karadeniz’deki baskı unsurlarının deniz canlılarına etkisi hakkında muhabirlerin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Dalyan, denizin dibindeki oksijen sülfür yapısının ve “Akdenizleşme” eğilimlerinin en büyük sorun olduğunu söyledi.
Tuzluluk ve sıcaklık değerleri benzediği için bazı türlerin Kızıldeniz’den Doğu Akdeniz’e göç ettiğini anlatan Dalyan, “Karadeniz binde 22-23 tuzluluk oranı ve soğuk suyuyla Doğu Akdeniz’den tamamen farklılık göstermesine rağmen balon balığı gibi bir Kızıldeniz göçmeni tür, Sinop kıyılarına kadar geldi. Bildiğimiz düzeni bozan bu durumun büyük bir hızla devam edeceğini düşünüyoruz çünkü yeni yeni türler yakalanmaya devam ediyor” diye konuştu.
Kızıldeniz’in binde 41, Doğu Akdeniz binde 39 tuzluluğa sahip olduğunu, Karadeniz’in yabancı türlere ne kadar açık olduğunu zamanla göreceklerini kaydeden Dalyan, bu noktada deniz suyu sıcaklığının öneminin altını çizdi.
Dalyan, balon balığı gibi yabancı türlerin Karadeniz’e verdiği zararlar hakkında şunları aktardı:
“Denizde ‘komünite yapısı’ dediğimiz bir kavram var. Bir ekosistemde yaşayan türler binlerce yılda topluluk halinde kendini korur. Oraya gelen herhangi bir tür ile bunun yapısı bozulabiliyor ve bozulduğu zaman bütün ekosistemi etkileyen bir yapı oluşuyor.
Yabancı türlerin en büyük etkisi tür topluluğunun yapısını bozmaktır, bu yüzden tür topluluğu yapısını korumamız bizim için çok önemli. Ekosistemde oluşacak herhangi bir değişiklik tür topluluğu yapısını bozarak balıkçılığa ciddi zarar verecektir. Sadece Karadeniz’de alınacak önlemler yetersiz kalacaktır, olayın hızını bile azaltamayız.
Yaşam biçimimizi değiştirmemiz, doğayla uyumlu yaşamaya başlamamız gerekiyor. Deniz koruma alanları iklim değişikliğinin etkisini azaltmada önemli araçlar olarak görülüyor ama Karadeniz’de hiç deniz koruma alanımız yok.”
“Yarım derecelik artış, çok ciddi sorunlar yaratıyor”
Ordu Üniversitesi Fatsa Deniz Bilimleri Fakültesi Balıkçılık Teknolojisi Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Aydın, deniz suyundaki ısınmanın canlıların üreme dönemlerini etkilediğine dikkati çekti.
Aydın, “Bir canlı su sıcaklığı 20 dereceye çıkınca ürer, bu da nisan ayına karşılık gelir. Bu sıcaklık seviyesi mart ayında olursa canlı da bu zamanda ürer ve yumurtalar açılmaz, larvalar yumurtadan çıktıktan sonra etrafından besleneceği yem olmaz ya da düşmanları orada olur. Bu durum canlının tamamen yok olmasına neden olur” dedi.
Deniz suyu sıcaklığındaki yarım derecelik artışın ekosistemde çok ciddi etkiler yarattığını, bunun yanında kirletici unsurlar gelince sistemin tamamen çökme eğilimine girdiğini belirten Aydın, Karadeniz’deki artan su sıcaklığının akuakültür yoluyla üretilen somonları tehdit ettiğini bildirdi.
Aydın, “Karadeniz’de haziranın 15’inde Türk somonunun hasat edilmesi gerekiyor çünkü su ısındığı için toplu ölümler gerçekleşiyor. Suyun ısınması gelecek yıllarda mayısın 15’inde olacak ya da nisanda olacak. Bu somonun özelliği 3-4 kilo olmasıdır, nisanda hasat edeceğiniz balıkta bu ağırlığı yakalamanız mümkün değil” ifadelerini kullandı.
Karadeniz ekosistemini ayakta tutan türlerin hamsi, istavrit ve çaça olduğunu aktaran Aydın, “Özellikle hamsi miktar olarak da en büyük etkendir, biz 5-6 yıldır insanoğluna yakışmayan düzeyde av baskısı uygulayarak sistemi çökertmek için elimizden geleni yapıyoruz” yorumunu yaptı.
Kalkan balığı avcılığında uygulanan yöntemleri de eleştiren Aydın, bu balık türünün üremek için 3-10 metre derinlikteki sığ bölgelere geldiğine ancak kıyıya yakın kesimlere atılan ağlar nedeniyle üremelerinin engellendiğine işaret etti.
Karadeniz ekosisteminin iyileştirilmesi için bölgedeki bütün ülkelerin bir araya gelmesi gerektiğini vurgulayan Aydın, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bizim kanunlarımız, kurallarımız her şey dört dörtlük ama uygulamada sıkıntılarımız var. Bence kökünden çözmemiz lazım. 1-2 yıl hamsiyi yakalamayacağız, 2 yıl yasaklasak Karadeniz’de ciddi şekilde toparlanma olur.
Çöküşün başında değiliz, şu anda çöküşün ortalarının altındayız ve çok radikal kararlar almamız gerekiyor. Deniz bilimlerinde bir balık türünde boy küçülüyorsa, bu, üzerinde çok ciddi bir av baskısı olduğunun ve stoklarının çökme eğiliminde olduğunun net göstergesidir.”
“Avrupa’daki bölgesel denizler içinde plastik kirliliğinin en yüksek olduğu deniz”
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Temel Bilimler Bölümü Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ülgen Aytan, Karadeniz’in 21 ülkenin drenaj alanını oluşturması nedeniyle çok yüksek miktarda plastiğe maruz kaldığını söyledi.
Avrupa Çevre Ajansının (EEA) geçen yıl yayınladığı bölgesel denizlerdeki plastik kirliliği raporuna atıfta bulunan Aytan, Karadeniz’in Avrupa bölgesel denizleri içinde plastik kirliliğinin en yüksek deniz olduğu bilgisini paylaştı.
“İrili ufaklı derelerle saatte yüzlerce, bir yağış anında veya sel sonrasında ise binlerce, on binlerce plastik Karadeniz’e giriyor” diyen Aytan, Karadeniz’de mikroskobik canlılardan başlayarak balıklara, omurgasızlara, deniz memelilerine kadar her canlıda çeşitli oranlarda mikroplastiklere rastladıklarına değindi.
Plastikleştirici toksik kimyasalların plastiklerle birlikte canlı bünyesinde birikerek besin zincirine en alt basamaklardan girebildiğini ve bu andan itibaren etkilerinin katlanarak büyüdüğünü anlatan Aytan, şu değerlendirmede bulundu:
“Fotosentez yapmak zorunda olan fitoplankton plastikle ışık rekabetine giriyorlar bu da ekstra bir stres faktörü yaratıyor. Zooplanktonun bünyesinde canlının işlevini yürütememesi anlamına geliyor, büyümesini, üremesini, her türlü yaşamsal faaliyetini etkiliyor.
Balığa girdiği andan itibaren, beslenmesine, büyümesine, üremesine etki ediyor, fiziksel olarak sindirim kanalında tıkanmalara neden oluyor ve tokluk hissi nedeniyle beslenmesinin durmasına, ölmesine neden olabiliyor.” (AA)