28 çeken 2022 Şubat’ında 23 kadın cinayeti işlenmiş. Hemen her gün Türk milletinin eşit ve şerefli
birer üyesi olan kadınlar sudan, sıradan, aptal, hain, insanlık dışı, kalleş, gaddar yöntemlerle; bahane
bile olamayacak sebeplerle öldürülüyor veya şiddete maruz kalıyor. Geçen yılın Şubat’ında ise 27 imiş,
yani gidişat aynı.
Görünen o ki Türkiye Türkleri 21’inci yüzyılda kendisi olmaktan hızla uzaklaşıyor.
Peki, uzaklaştığımız biz kimiz? Bence bu soru önemli. Buna üzerinde uzlaşacağımız bir cevap
bulmalıyız. O zaman kadınların gittikçe artan ıstırabını bitirmek kolaylaşacaktır. Aslında millet
tarifinde bu var zaten. Millet, duyguda, düşüncede, davranışta birlik değil mi? Görünen de milletin
birliğindeki zayıflama. Yani, aynı zamanda bir millî güvenlik problemi.
Ben cevaplarımı kendi hayatım üzerinden vermeye çalışacağım.
Gel teskere, gel teskere bitsin bu hasret…
1987 yılının Nisan ayında askerliğimi bitirip memleketime, Maraş’a döndüm. Ücretsiz izinle ayrıldığım,
o zamanki adı Türkiye Elektrik Kurumu olan elektrik idaresindeki mühendislik görevine kaldığım
yerden devam etmeye başladım. Artık kalıcı planlar yapmaya engelim kalmamıştı. Hani “Hele şu
askerlik de bir bitsin, o zaman bakarız” mazereti olur ya… Artık mazeret bitmişti. Hem TEK’i hem
arkadaşlarımı hem de tertemiz bir Türk beldesi olan memleketimi çok seviyordum. Hayatımın yeni
dönemine Bismillah demiştim.
Annem iki ay kadar sabredebilmişti ancak. Herhalde hele biraz dinlensin, askerden geldi çocuk
demişti. Askerliğimi yedek subay olarak Marmaris ve Datça’da yapmak beni çok ama çok yormuştu ya
(!..) Ne de olsa sınır boyları değil mi? Neyse, şimdi rahmetli olan annem bir pazar günü, kahvaltı
sonrası artık dayanamadı. “Askerlik bitti, işin de var, evlenme zamanı gelmedi mi?” dedi. Annelerin
beylik sorusudur, bilirsiniz. Rahmetli babam da gazetesine ara vererek kafasını çevirdi, önemli
soruydu çünkü. Ben, biraz da muzip bir şekilde, “Hele biraz sabredin, daha zamanı var” diyerek cevap
verdim. İkisi de “la havle…” çekerek işlerine döndüler.
Aradan biraz zaman geçtiğinde annem sorusunu yineledi. Bu sefer “zamanı geldi anne” diye cevap
verdim. Çok sevindi, babama gidiyordu, durdurdum: “Bir dakika ya Hû, benim nasıl birisini
düşündüğümü sormayacak mısın, acelen ne?” deyince durdu.
Anladığınız gibi ben görücü usulüyle evlendim!
Barışta eş, mücadelede yoldaş
Anneme, “Bana öyle birini bul ki, ben yerimden doğrulmadan ayağa kalkmış ola. Ben atıma binmeden
o atına binmiş ola. Ben düşmana kelle almaya giderken o düşman üzerinden döne. Atı atımı, oku
okumu geçe… Güreşte beni yıka…” dedim. O da gülerek “Oğlum sen cengâver arıyorsun galiba?” diye
cevap verdi.
Kalkıp babama gidiyordu durdurdum, daha bitmemişti. “Bana öyle birini bul ki, fakir sofrasına bağdaş
kuralım. Katığı kuru soğan ve ayran olan bulgur pilavına yufka ekmeği sokum ederek iştahla yiyelim.
Oradan kalkıp, Çankaya Köşkü’nde (o zaman Cumhurbaşkanlığı Köşkü’müz vardı, saray değildi)
resepsiyona katılalım. Yani anlayacağın, beni temsil kabiliyetini de haiz olsun.”
Rahmetli biraz şaşkınlık ama daha fazla mutlulukla, gözlerinin içi gülerek “Ben böylesini nasıl bulurum
oğlum?” dedi ama cevap hazırdı: “Bana ilkokulu bitirme hediyesi olarak Dede Korkut Hikayeleri
kitabını vermiştin hatırlıyor musun? Bu ölçüler senin eserin. Bulana kadar beklerim”. Kafasını sağa
sola sallayarak babama gitti. “Senin bu oğlun var ya…” diye başladığını duydum. İkisi de gülüyorlardı…
Bu hikâye her Türk’ün bildiği gibi Yüzü Örtülü Bamsı Beyrek ile Banu Çiçek Hikâyesi. Ben ne kadar
Bamsı Beyrek’im bilmem ama evdeşim Banu Çiçek. Hayatımda üç kadın var. Annem, evdeşim ve
kızım. Birisi varlık sebebim, öbürü ocağımın düzen kurucusu, öteki de geleceğimin iki figüründen birisi
(diğeri evdeki öbür Bamsı)…
Gelecek kurulurken…
Kızımın, ya üniversite son sınıfta veya yeni bitirdiği yıldı. Bir gün eve dönerken, arkadaşlarının
düğününe gideceğini söyleyerek arabayı istedi. Ben karanlıkta yalnız kalmaktan ürkerim. Hele de her
baba gibi, çocuklarım için daha fazla endişelenirim. O zaman oturduğumuz evin yolunun çok tenha ve
karanlık kısmını o yüzden pek sevememiştim. Bu düşünceyle önce “ben götürür, sonra da gelip alırım”
dedim. Haklı olarak biraz bozuldu tabi. “Ben arabayı istemiştim”… Sonra baktım olmuyor, tanıdığım
arkadaşlarından birisinin adını vererek onunla eve dönersin sonra da ben onu evine bırakırım deyince
daha da kızdı.
Son cümle ağzımdan çıkarken haksızlığımı görmüştüm ama çıkmıştı bir kere. Bozkurtların
Ölümü’ndeki sahne aklıma gelmişti. Hani, Almıla’nın bozkırda tek başına kımız sağarken onda gözü
olan, Katun’un kardeşi Şen-king’le karşılaşması vardır ya… Şen-king’in “Sen burada korkmuyor
musun?” sorusuna Almıla’nın “Çinliden korkulur mu?” cevabı aklımdan yıldırım hızıyla geçivermişti.
“Haklısın kızım sen de bir Almılasın, bir Türk’sün” dediğimi hatırlıyorum. Gönlünü ancak alabilmiştim.
Banu Çiçekler hep yaşamalı…
Dün, bugün ve yarın… Annem, evdeşim ve kızım… Türk milletinin kurucu iradesi kadınlar. Annem ilahî
çağrıya uydu ve gitti, artık sadece hatıraları var. Diğerlerine Yüce Tanrı sağlıklı ve uzun ömür versin.
Ben hayatımı yönlendirirken Türk milletine baktım. Destanlarımızı, Dedem Korkut’u kılavuz almıştım.
Bunu da birinci Banu Çiçek (annem) ve yanındaki birinci Bamsı Beyrek’ten (babam) öğrenmiştim.
Çünkü onlar da hayatla öyle mücâdele etmişlerdi. Etrafımıza bakarsak daha birçoklarını görürüz. Eşit,
yiğit, kahraman, fedakâr Banu Çiçekler dolu yurdumuz…
Başta sorduğum biz kimiz sorusunun bendeki cevabı bunlar. Bütün Banu Çiçeklere selam olsun.
8 Mart dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.