İYİ Parti Siyaset Akademisi Başkanı vw Aydın milletvekili Aydın Adnan Sezgin Mecliste düzenlediği basın toplantısında, barolara ilişkin kanun teklifinin TBMM Adalet Komisyonundaki görüşmelerinde İYİ Parti’nin büyük bir mücadele verdiğini ve aynı mücadeleyi TBMM Genel Kurulunda da sürdüreceklerini söyledi.
Bu düzenlemeye hiçbir demokratik hukuk devletinde rastlanamayacağını savunan Sezgin, “Bu düzenleme, ülkemizin tek adam rejimiyle birlikte totalitarizme doğru kaydığının yeni bir göstergesidir ve bu sürecin vahim bir aşamasıdır. Bu tür geçiş dönemlerinde kurumlar imha edilir, sivil toplumun ve siyasetin alanı daraltılır. Bizde de yaşanan budur.” diye konuştu.
Sezgin’in açıklamaları şu şekilde:
YENİ AVUKATLIK YASASI KONUSUNDA ADALET KOMİSYONU’NDA BÜYÜK BİR MÜCADELE VERDİK, AYNI MÜCADELEYİ GENEL KURUL’DA SÜRDÜRECEĞİZ
Bugün hiçbir siyasetçi basınla bir araya geldiğinde Baroların Parçalanması diye adlandırılması gereken yeni Avukatlık yasasından bahsetmemezlik edemez. Daha önce Genel Kurul’da ve Adalet Komisyonu’nda, TV-radyo programlarında görüşlerimi dile getirdim. İYİ Parti’nin bu konudaki görüşleri de çok açık. İYİ Parti Adalet Komisyonu’nda büyük bir mücadele verdi, aynı mücadeleyi Genel Kurul’da sürdüreceğiz. Hiçbir demokratik hukuk devletinde böyle bir düzenleme düşünülemez.
New-York Baroları, Paris Baroları, Tokyo Baroları gibi ifadeler duyamazsınız, oralarda kimselerin aklına gelmez. Bu ülkemizin, tek adam rejimiyle birlikte totalitarizme doğru kaydığının yeni bir göstergesi, bu vahim sürecin yeni bir aşaması.
Bu tür geçiş dönemlerinde kurumlar imha edilir, sivil toplumun ve siyasetin alanı daraltılır. Biz de Türkiye’de hem bunu hem de insan hakları ve temel özgürlüklerin gittikçe ağırlaşan ihlallerini yaşıyoruz. Avukatlık kanun teklifini, Halk TV ve TELE 1 kanallarının keyfi ve insafsız cezalara çarptırılmalarını birlikte görmek ve Türkiye’nin totalitarizme doğru götürülme gayretleri bağlamında değerlendirmek gerekir.
Tarihsel bilgi olarak değiniyorum, 1920’lerde Mussolini İtalya’sında 1930’larda Hitler Almanya’sında benzer gelişmeler yaşanmıştır.
LİBYA’DA ATEŞKESİN SAĞLANMASINI, ULUSAL ÇIKARLARIMIZIN ZARAR GÖRMEMESİNİ DİLİYORUZ
Çok güncel bir diğer konu var; Al Watiya havaalanının bombalanması. İktidar o havaalanını kalıcı bir Türk üssüne dönüştürmek niyetini açıkladıktan sonra ve Sayın Milli Savunma Bakanı’nın Libya ziyaretinden birkaç saat sonra bu üs ağır şekilde bombalanmıştır. Bazı yabancı kaynaklar bu üssün BAE uçakları tarafından, bazı kaynaklar günlerden beri Libya’da Jufra üssüne konuşlandıran Rus yapımı uçaklar tarafından bombalandığını, alt yapının tahrip edildiğini, Libya’ya sevk ettiğimiz hava savunma sistemlerinin de zarar gördüğünü, toplam 50-55 kişinin öldüğünü öne sürmektedir. Umarım zayiat bu denli ağır değildir. Kayıplar arasında hiçbir vatandaşımız yoktur. Bu saldırının Libya’da çok daha ağır yeni bir çatışmanın, gerçek bir savaşın başlangıcı olmamasını da temenni ediyorum. Libya’da ateşkesin sağlanmasını sürdürülebilir barışın tesis edilmesini ulusal çıkarlarımızın zarar görmemesini diliyoruz.
JES’LER SADECE AYDIN’I DEĞİL, BÜTÜN TÜRKİYE’Yİ İLGİLENDİREN BİR MESELEDİR.
İYİ Parti Aydın Milletvekili olarak, benim için çok önemli bir konu Aydın’da bulunan jeotermal enerji santrallerinin Aydın halkına ve doğasına verdiği zararlar ve son dönemde bu alanda yaşanan gelişmeler. Bilindiği gibi Aydın’ın çeşitli ilçelerinde, yüksek enerji potansiyeline sahip jeotermal yatakları mevcuttur.
Ülkemizdeki toplam 48 kayıtlı ve faal jeotermal enerji santralinin 29 tanesi Aydın’da yer almaktadır. Aydın’da ayrıca 9 adet, ön lisans almış durumda JES yatırımı bulunmaktadır. Geçtiğimiz aylarda Aydın Barosu tarafından yapılan bir açıklamaya göre, Aydın genelinde 23 tesis, işletme ruhsatı olmaksızın faaliyet göstermektedir. Santrallerin kullandığı üretim yöntemleri ve denetimsizlik nedeniyle maalesef, Aydın halkı ve doğası son derece ciddi ve hayati bir risk altındadır.
1 Mayıs tarihinde Efeler ilçesine bağlı Yılmazköy’de bulunan JES kuyusunda meydana gelen patlama, JES’lerin yarattığı riskin örneklerinden birisidir. Patlamada yaklaşık 160-170 dereceyi bulan sıcak su ve gazlar, 40 metre kadar gökyüzüne yükselmiştir. Sıcak akışkan ve içeriğindeki hidrojen sülfür daha sonra yağmur şeklinde civara yayılmıştır. Bunun sorumlularının hangi yaptırımlara tabi tutulduklarını ise kimse bilmemektedir. Bu ve çok daha vahim risk ve tehditleri barındıran JES’ler aslında sadece Aydın’ı değil, bütün Türkiye’yi ilgilendiren bir meseledir.
Çevrenin korunması ve tarımsal üretimin desteklenmesi, İYİ Parti’nin temel önceliklerindendir. JES’lerin neden olabileceği risk ve tehditler meselesi, bütün Türkiye’nin duyarlılık göstermesi gereken bir konudur.
Aydın, Türkiye açısından son derece önemli bir değer, ayrıca çok önemli bir potansiyeldir. Türkiye’nin toplam elektrik üretiminin sadece ve sadece % 1’inden az bir hasıla uğruna, Aydın’da halk sağlığı ve tarımsal üretimi tehdit altına almak, düpedüz öngörüsüzlük, düşüncesizlik, umursamazlıktır, her ne pahasına olursa olsun bir takım çevrelere büyük karlar sağlama alışkanlığıdır.
Türkiye’de yaklaşık 500 bin dekar alanda incir üretimi yapılmaktadır. Üretim yapılan alanların %70’i Aydın’dadır. 300 bin ton civarında olan incir üretimimizin %61’i Aydın’da gerçekleşmektedir. Ziraat Mühendisleri Odası’nın hazırladığı raporlarda JES’lerin mahsul üzerindeki zararına değinilmektedir.
2019 yılında kestane üretimimizin % 44’ü Aydın’da gerçekleşmiştir. Ülkemizde üretilen toplam yağlık zeytinin % 28’i, sofralık zeytinin % 17’si, pamuğun % 13’ü Aydın’da üretilmektedir.
Bütün bu tarımsal değerleri, diğer birçok üründe de Türkiye’nin tarımsal üretimine katkıları ve burada saymadığım istisnai endemik bitki faunasıyla Aydın, 750 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirmektedir. Bu rakama ayrıca, en az bu miktar kadar, Aydın’ın civar iller üzerinden yaptığı dış satımı da eklemek gerekmektedir.
Ayrıca Aydın, Turizm gelirleri bakımından en önemli birkaç bölgemizden biridir. Ülkemizin enerjide dışa bağımlılığı nedeniyle, kullanmakta olduğumuz enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ihtiyacı ortadadır.
Ancak JES’lerin denetimsizliği nedeniyle Aydın’da insan sağlığı başta olmak üzere tarım, hayvancılık ve turizm gibi pek çok alanda insani ve ekonomik riskler mevcuttur ve bu tehditler giderek artmaktadır. Biz bu uyarılarımızı, bütün bu tehditlere karşı tedbirler alınsın diye ifade ediyoruz.
JES’LERİN KURULMASINI DÜZENLEYEN 2007 TARİHLİ YASADAKİ HATALARIN GİDERİLMESİNE YÖNELİK KANUN TEKLİFİNİ MECLİS’E SUNACAĞIZ
JES’lerin kurulmasını düzenleyen 2007 tarihli yasada, tesislerin tarım arazilerine olası zararlarına neden olan düzenlemeler başta olmak üzere, pek çok vahim hata ve eksiklik bulunmaktadır. Bu hataların giderilmesine yönelik bir kanun teklifini de Meclis’e sunacağız.
Aydın halkı, yıllardır Aydın’a sahip çıkmak için büyük bir direniş ve mücadele ortaya koymaktadır. Aydın’ın Germencik ilçesinde yapılması planlanan yeni EFE-8 Jeotermal Enerji Santrali (JES) karşısında Aydın halkının ortaya koyduğu direniş ve yıllardır süren hukuk mücadelesi takdire şayandır. Ancak bu itiraz, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta olmak üzere bazı kesimlerce yok sayılmaktadır.
Germencik’te göz göre göre bir çevre ve doğa katliamı yaşanmaktadır. Dünyada JES tesislerinin en yoğun bulunduğu Germencik’te, yeni JES’lerin yapılması için şirketler, Bakanlık ve Danıştay adeta savaş vermektedir.
Yerel mahkeme tarafından 2 defa alınan “ÇED Olumlu raporunun iptali” kararı ve JES’lerin zararlarını açık bir şekilde ortaya koyan bilirkişi raporlarına rağmen, Bakanlık şüpheli bir ısrarla, santralin kurulması için her türlü yolu denemektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, henüz temyiz süreci devam ederken yeni bir ÇED süreci başlatmış ve Danıştay’ın yerel mahkeme kararını iptal etmesinin hemen ardından yeniden ÇED olumlu kararı almıştır.
Bakanlık, JES yatırımcısı şirketlerle kol kola, iktidarın baskısıyla alındığı intibaı yaratan Danıştay kararının da desteğiyle, Germencik’i ve Aydın’ı JES’lerle “boğma” gayretindedir. Bilirkişi raporları ısrarla yok sayılmakta, mahkeme kararları ardı ardına iptal edilmektedir.
Size sunulan dosyalarda özetlenen süreç, JES’lerin zararlarını ve Aydın’ın göz göre göre nasıl tehditler altında bulunduğunu izah etmektedir.
Bilirkişi raporlarında ve mahkeme kararlarında geçen ifadeler, mevcut JES’ler ve yeni JES yatırımları konusunda Aydın halkının kaygılarında ne kadar haklı olduğunu gözler önüne sermektedir. Tüm bunlara ilaveten, uzmanlar, jeotermal enerji üretiminin depremleri tetikleyebildiğini vurgulamaktadırlar.
UZMANLAR, 1970’LERDE KURULMAYA BAŞLANAN VE SAYISI GİDEREK ARTAN JES’LERİN, DEPREMLERİ TETİKLEDİĞİNİ GÖSTERMİŞLERDİR
Son 50 yılda Aydın’da yaşanan depremlerin sayısındaki artışı inceleyen uzmanlar, 1970’lerde kurulmaya başlanan ve sayısı giderek artan JES’lerin, depremleri tetiklediğini göstermişlerdir. Deprem açısından zaten risk altında olan Aydın’da en fazla sayıda depremin, JES santrallerinin en yoğun olarak bulunduğu Germencik ilçesi ve etrafında meydana gelmesi tesadüf değildir.
JES’lerin denetimsizliği, yangın felaketi gibi riskleri de ihtimal dahiline getirmektedir. Ülkemizde ve başka bazı ülkelerde kritik enerji ve sanayi tesisi yangınları yaşanmıştır. JES tesislerinde yangın felaketi yaşanırsa nasıl bir müdahale yapılacağıyla ilgili herhangi bir eylem planı mevcut değildir.
Bütün bu risk ve tehditler göz önünde bulundurulduğunda, Aydın’daki JES’lerin çevre, doğa ve canlı sağlığı açısından zararları, tam bir felakete yol açabilecek büyüklüktedir. Aydın göz göre göre boğulmaya, zehirlenmeye çalışılmaktadır. Koşullar bizi Hiroşima benzetmesine zorlamaktadır.
İnsan eliyle doğanın katledildiği birçok örnek vardır. Özbekistan’da bulunan Aral gölü bunlardan biridir. Aral gölü, yanlış uygulamalar nedeniyle yok edilmiş, insana ve çevreye zarar veren büyük bir zehir bataklığına dönüşmüştür.
Aydın’da da yaşanması muhtemel benzer bir insani ve tabii felakete dur demek sadece Aydınlıların değil, tüm vatandaşlarımızın sorumluluğu olmalıdır. JES’lere karşı azimli ve saygın bir direniş sergileyen Aydın halkının talepleri doğrultusunda, en kısa sürede, JES’lerin yarattığı tahribatın nasıl telafi edileceği ve önleneceği konusunda tarafsızlığı ve bağımsızlığı şüphe götürmeyecek ve Aydınlıların görüşleriyle oluşturulacak bir üst düzey uzman heyet tarafından gerekli tüm incelemelerin ve tespitlerin yapılması şarttır.
Objektif bir rapor hazırlanmadığı ve bunun sonuçlarına uygun önlemler alınmadığı takdirde, Aydın’ın binlerce yıllık tarihine ve doğal varlıklarına karşı büyük bir sorumsuzluğun ötesinde, bölgemizin ve insanlarımızın bugünü ve geleceği daha da ağır bir tehdit altına girecektir.
Maalesef mevcut 2007 tarihli yasa Aydın vilayetinin tümünün büyük bir enerji santralinden ibaret hale gelmesine müsait bir yasadır. Aydın, Aydınlıların terkedeceği, tarımın yok olacağı koca bir santral haline gelebilecektir. Bunun önüne geçilmelidir.
Çok acıklı JES konusundan sonra, bizden uzaklarda yaşanan ama yakından izlememiz gereken bir konuya değineceğim. Hindistan’da son dönemde Müslümanlar aleyhine alınan bir takım kararlar ve ülkede yaşanan gerginlik, kaygı vericidir. Hindistan, toplam nüfusun 200 milyondan fazlasını oluşturan Müslüman nüfusu ile, dünyada Endonezya’dan sonraki en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip ülkedir.
İKTİDAR, HİNDİSTAN’DA MÜSLÜMANLARIN YAŞADIĞI AĞIR İNSAN HAKLARI İHLALLERİ KARŞISINDA SESSİZDİR
Son 1 yılda yapılan çeşitli düzenlemelerle ülkedeki Müslüman nüfus giderek dışlanmakta ve ötekileştirilmektedir. Hindu milliyetçiliğinin, yobazlığının yükselmeye başladığı 1980’li yıllardan bugüne kadar ivmesini artıran ayrımcı uygulamalar, özellikle Başbakan Narendra Modi döneminde hız kazanmıştır.
Çin’de Uygur Türklerinin maruz bırakıldığı insan hakları ihlalleri ve azınlıkta olan Müslüman nüfusa uygulanan baskı ve zulüm, Modi iktidarıyla otoriterliğe kayan Hindistan’da da son dönemde artış göstermiştir. Hindistan yönetimi de, gerek Uygur Türkleri’ne yönelik süre gelen zulüm uygulamaları, gerek Hong Kong üzerinde artan baskısıyla giderek diktatörlüğünü ve saldırganlığını pekiştiren Çin yönetimi gibi, Müslüman nüfusa yönelik ayrımcı tutumunu sertleştirmektedir. Bu iki ülke insanlık için tehdit oluşturmaktadır. Bu totaliter ülkelerin vasfıdır. Dünyanın jeo ekonomik ve stratejik merkezi, Güneydoğu Asya’ya doğru yön değiştirme eğilimindedir.
Çin ile Hindistan bu yeni güç dengesi içinde bölgesel çapta bir rekabetin içindedir. Aralarında ciddi sınır sorunları da vardır. Buradaki çatışma ihtimali artarken, her iki ülkede azınlık gruplara yönelik baskı ve zulüm uygulamaları da giderek daha vahim bir hal almaktadır.
Hindistan, dünyanın en kalabalık demokrasisi olarak anılırdı. Bu ülke bu niteliğinden artık çok uzaklaşmıştır. 2014 yılında iktidara geldikten bir süre sonra otoriter yönetim tarzına meyleden Modi yönetimi ayırımcı uygulamalarını tedricen arttırmıştır. 2019’a gelindiğinde, önce Assam eyaletindeki 1.9 milyon Müslümanı Ulusal Vatandaşlık Sicili’nin dışında bırakmıştır. Ardından 2019 yılının Ağustos ayında, nüfusunun çoğunu Müslümanların oluşturduğu tek eyalet olan Cammu Keşmir’in 70 yıldır sahip olduğu özel statü kaldırılmıştır. Cammu Keşmir’de on yıllardan beri süregelen baskı ve zulüm daha da artmıştır.
Aşırılıkçı Hindular tarafından 1992 yılının Aralık ayında yıkılan, Babür İmparatorluğu mirası, Babri Camiinin arazisi, geçen yıl Kasım ayında Hindistan Yüksek Mahkemesi tarafından alınan bir kararla tapınak yapılmak üzere Hindulara verilmiştir.
Son olarak, Hindistan Vatandaşlık Yasası’nda yapılan bir değişiklikle, Hindistan’a Pakistan, Bangladeş ve Afganistan’dan gelen 6 farklı dini grubun vatandaşlık elde edebilmesinin önü açılmış, ancak Müslüman göçmenler bu değişikliğin dışında tutulmuştur. Ayrıca Mart ayının başlarında Hindistan’da da yayılmaya başlayan koronavirüs salgını, Müslümanlara yönelik ülkedeki tepkilerin artmasına neden olmuştur.
Bir Müslüman cemaati tarafından düzenlenen etkinliğin ardından, katılımcılarda covid-19 virüsü tespit edilmesi ve virüsün yayılma hızının artması, Müslümanları nefret söylemleriyle karşı karşıya bırakmıştır. Müslüman azınlığa yönelik muhtelif saldırılarda onlarca kişi hayatını kaybetmiştir.
Farklı şekilde tanıdığımız Hindistan’da ırkçılık, ırkçılığın beşiği olarak bildiğimiz ülkelerden bile daha bariz şekilde kendini göstermektedir. Maalesef Türkiye’de iktidar bu ağır insan hakları ihlalleri karşısında sessizdir.
Dün Urumçi katliamının 11. Yıldönümüydü. Bu katliamda hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum. Totaliter Çin Yönetimi’nin on yıllardan beri Doğu Türkistan’da Çin Han nüfusunu arttırma çabasına ilaveten son dönemde Uygur Türklerine karşı zorla kısırlaştırma politikasını daha azgın hale getirdiğine dair ciddi ve güvenilir raporlar vardır.
İktidarın, Doğu Türkistan’da yaşanan ağır, kitlesel insan hakları ihlallerine, toplama kamplarına, kısırlaştırma ve Stalinvari nüfus kaydırma politikalarına, kısacası zulme karşı tutumu dostlar alışverişte görsün tarzıdır. Bu konuda defalarca tekrarladığımız uyarılar dinlenmemektedir. İktidar, kulaklarımızı sağırlaştıran bir sessizlik içindedir.
Keşke Türkiye’nin veya İslam Konferansı Teşkilatı’nın çabaları sonucunda Uygur Türklerinin koşulları düzeldi diyebilseydik. İktidarın bu ataleti ayıptır.
Diğer bir acıklı sorun Filistin’dir, ilhak konusudur, sizleri bugün çok tuttum, bu konuyu başka bir sefer işleyeceğim. Ama, bu konunun da nedense İktidarın gündeminden kaydığı anlaşılmaktadır.