İYİ Parti İstanbul Milletvekili Hayrettin Nuhoğlu, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, 17 Ağustos 1999 depremine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
İnşaat mühendisi olduğunu belirten Hayrettin Nuhoğlu, her depremin, meydana geldiği bölgenin altyapısını ve ekonomik düzenini bozmasının yanı sıra birçok olumsuz sonuca yol açtığına işaret etti.
17 Ağustos depreminin üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen olası yeni depremlere yönelik önlem alınmadığını savunan Nuhoğlu, Türkiye’nin, bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini asla unutmaması gerektiğini söyledi.
Türkiye’nin deprem güvenliği bakımından 1999’dan daha iyi bir noktada olmadığını öne süren Nuhoğlu, öte yandan bilim insanlarının İstanbul’da her an 7 ve üzeri büyüklükte bir depremin kaçınılmaz olduğunu belirttiklerini kaydetti.
Depreme yönelik alınması gereken önlemleri sıralayan Nuhoğlu, şöyle konuştu:
RANTÇILARA İMKÂN SAĞLAMAK YERİNE BİLGİYE, MÜHENDİSLİĞE VE AKLA ÖNEM VEREN UYGULAMALARLA DEPREM SORUNU KÖKTEN ÇÖZÜLMELİDİR
17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli büyük depremin 21. yılında, aradan geçen sürede deprem gerçeği, deprem güvenliği, yapı stokumuzun mevcut durumu, yapılan doğrular, yanlışlar ve yapılması gerekenler hakkında tespitlerimi, görüşlerimi ve önerilerimi açıklamak üzere karşınızdayım.
- Deprem ve diğer doğa olayları konusunda çok uzun zamandır uğraş veren bir inşaat mühendisiyim.
- İki yıldan bu yana da TBMM’de Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda görev yapıyorum.
- Deprem konusunda en hassas bölgede bulunan İstanbul’un bir milletvekiliyim.
Ülkemizi yönetenlere bu önemli günde aracılığınızla bazı uyarılarda bulunmayı görev addediyor, katılımınızdan dolayı hepinize teşekkürlerimi sunuyorum.
17 Ağustos 1999’da Gölcük merkezli 7,4 büyüklüğündeki depremde resmi sonuçlara göre 18.873 vatandaşımız hayatını kaybetti. 23.781 vatandaşımız yaralandı, 328.113 ev ve işyeri yıkıldı veya kullanılamaz hale geldi. 20 milyar dolara yakın ekonomik kayıp ortaya çıktı.
Aradan geçen 21 yıl içinde orta büyüklükteki 1 Mayıs 2003 Bingöl, 23 Ekim 2011.Van ve 24 Ocak 2020 Elazığ depremleri dışında ülkemizde değişik büyüklükte çok sayıda deprem olmaya devam etmiştir. Son aylarda Manisa-Akhisar, Bingöl-Karlıova, Çankırı-Çerkeş, Van-Özalp, Muğla-Marmaris ve Malatya-Pütürge’de meydana gelen depremlerde de can ve mal kayıpları olmuştur. Son yüzyıl içinde ülkemizde meydana gelen depremlerde 110.000 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, on binlerce vatandaşımız yaralanmış, 700.000’nin üzerinde bina yıkılmıştır.
Acıları henüz taze olan Gölcük ve sonrası depremlerde hayatlarını kaybedenleri rahmetle anıyor, yakınlarının acılarını paylaşıyorum.
Bilinmelidir ki her deprem, meydana geldiği bölgenin alt yapısını ve ekonomik düzenini bozmakla kalmaz, oldukça ciddi başka sorunlar da yaratır. Bu sorunların birkaçı veya tamamı depremin büyüklüğüne göre hissedilir.
Can kayıpları dışındaki sorunları şöyle sıralayabiliriz:
- Yaralanmalar sonucu sakat kalmalar,
- Psikolojik sorunlar,
- Bulaşıcı ve salgın hastalıklar,
- Acil yardım harcamaları,
- İşsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi,
- Üretim ve gelir kayıpları,
- Enflasyon,
- Çevrenin tahrip olması ve çevre sorunları,
Bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğini asla unutmamalıyız. Doğu Anadolu’dan başlayarak üzerinde Bingöl, Çankırı, Düzce, Gölcük ve Silivri depremlerinin de meydana geldiği, Marmara Denizini boydan boya geçerek Çanakkale’ye kadar devam eden Kuzey Anadolu Fay hattı, dünyanın en tehlikeli ve diri fay hatlarından biridir. Gene Doğu Anadolu Bölgesinden başlayan diğer bir fay hattının ise güney-batı istikametine yönelerek üzerinde Elazığ ve Malatya depremlerinin de meydana geldiği ve Hatay’a kadar devam ettiği bilinmektedir.
Küçüklü büyüklü çok sayıda depremin, sık aralıklarla görüldüğü Ege ve Akdeniz bölgelerindeki hareketlilikle birlikte, ülkemizin dörtte üçü 1. ve 2. derece kuşak üzerinde olup deprem tehlikesi ile karşı karşıyadır. Diğer taraftan bütün fay hatları bilim adamlarımız tarafından tespit edilmiş olup, bütün özellikleri artık bilinmektedir. Bu da yapılaşmada önemli verilere sahip olduğumuz anlamına gelir.
Üyesi olduğum İnşaat Mühendisleri Odası, deprem gerçeğinin kabul edilmesi için 17 Ağustos Depreminin MİLAT olması gerektiğini belirtmiş ama yetkililer tarafından doğru algılanamamıştır.
Aradan geçen bunca yıl sonra üzülerek ifade etmeliyim ki deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda değiliz. Nelerin yapıldığına bakıldığında;
- Deprem vergileri toplandı.
- Kentsel dönüşüm yasalaştı.
- İmar barışı çıkarıldı, paralar toplandı.
- Banka hesap numaraları verilerek halktan gene para toplandı.
- Toplanma alanlarına AVM’ler ve iş merkezleri dikildi.
- Bir de her deprem sonrası çok konuşarak bol vaatlerde bulunuldu.
Bilim adamlarımızın ortak kanaati, İstanbul’da her an 7 ve daha üzeri bir depremin kaçınılmaz olduğudur. Böyle bir depremde yapı stokunun en az %25’i kullanılamaz hale gelecektir. On binlerce insan hayatını kaybedecek veya yaralanacaktır. En az 3 milyon insan evsiz kalacaktır. Okullar, hastaneler, diğer kamu binaları hasar görecek, sanayi tesislerimiz, enerji, haberleşme, su, kanalizasyon ve doğalgaz hatları zarar görecek, köprüler, tüneller, alt ve üst geçitler, havaalanları etkilenecektir. Yıkımın faturasının ağır ve 100 milyar doların çok üstünde olacağı tahmin edilmektedir. Üstelik bu kötü senaryoyu daha da kötüye götürecek yeni girişimlerle de karşılaşmış bulunmaktayız.
BEKLENEN BÜYÜK İSTANBUL DEPREMİNİN HER GEÇEN GÜN YAKLAŞMAKTA OLDUĞU GERÇEĞİ GÖRMEZDEN GELİNMEMELİDİR
Kanal İstanbul’dan söz ediyorum. 1/100.000 Ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı, yapılan itirazlar dikkate alınmadan değiştirilmiş ve İstanbul’un yapılaşmaya aykırı en stratejik bölgesi, yeni yapılaşmanın cazibe merkezi haline getirilmiştir.
Boğazdaki kaza riskini azaltmak ve kanaldan para kazanmak gibi ciddiye bile alınamayacak kadar hafif iki sebep gösterilerek, yapılmak istenen çılgınlıkla yeni risk alanları oluşturulmaktadır. Şayet gerçekleşirse İstanbul, ranta ve depremin insafına terk edilmiş olacaktır.
Peki, yapılması gerekenler nelerdir?
- Beklenen büyük İstanbul depremi her geçen gün yaklaşmakta olduğu gerçeği görmezden gelinmemelidir. Bir an önce Merkezi Yönetim, Yerel Yönetim, Teknik Üniversiteler, Mimar-Mühendis Odaları ile sivil toplum kuruluşlarından meydana gelen ortak çalışma gurubu hemen oluşturulmalıdır.
- 11 Temmuz 2020’de Çevre ve Şehircilik Bakanının yaptığı açıklamada acilen dönüştürülmesi gereken Türkiye’de 1,5 Milyon, İstanbul’da 300.000 konutun olduğu ifade edilmiştir. Gerçekte bu sayının daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bunların vakit geçirilmeden yıkılarak yerine güvenli konutların yapılması gereklidir.
FONLARDA TOPLANAN PARALAR ARTIK BAŞKA YERLERDE HARCANMAMALI
Geçim zorluğu içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışan vatandaşlarımızın yapılarını güvenli hale getirmeleri mümkün değildir. O sebeple Sosyal Devlet anlayışı çerçevesinde, bu yapılar devlet eliyle en kısa zamanda yenilenmelidir. Toplanan paralar yok edildiğine göre kaynak nereden sağlanacaktır sorusu akla gelebilir. Fonlarda toplanan paralar artık başka yerlerde harcanmamalı ve Kanal İstanbul için düşünülen bütçe kaynakları buraya aktarılmalıdır.
BUGÜNDEN İTİBAREN BÜTÜN YAPILARIN GÜVENLİ OLMASI İÇİN MÜHENDİS ODALARI İLE BİRLİKTE ETKİN UYGULAMA VE DENETİM YAPILMALIDIR.
- 26 Eylül 2019 Silivri Depreminden sonra anlaşıldı ki 20 yılda manzara değişmemiştir. Büyük bir deprem olmamasına rağmen haberleşme imkânsız hale gelmiş, okullar ciddi hasar görmüş, toplanma alanları yetersiz kalmıştır. Birleştirilmiş okullarda eğitim, koronavirüs salgını dolayısıyla çok daha zora girmiştir. Bu vesileyle söyleyelim, bütün okul binaları güvenli hale getirilmeden eğitim başlatılmamalıdır. Yerel yönetimlere de bir hatırlatmada bulunmak gerekiyor. Toplanma alanları konusunda çok acil çalışma yapılmalıdır. Yeterli alan ayrılmalı, aynı zamanda zaruri ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlenmelidir. Belediyelere önemli bir görev daha düşmektedir. Bugünden itibaren bütün yapıların güvenli olması için mühendis odaları ile birlikte etkin uygulama ve denetim yapılmalıdır.
Burada bir konuya daha değinmek yerinde olacaktır. Sadece deprem ve diğer doğa olaylarından kaynaklanan değil, İstanbul’da kendiliğinden çöken binaların çokluğunu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Kartal’da 6 Şubat 2019’da çöken, Yeşilyurt Apartmanındaki 21 vatandaşımızın hayatını kaybettiği 17’sinin yaralandığı olay gibi her an çökebilecek binlerce binadan söz ediyorum. Tipik bir örnek oluşturması için İstanbul-Maltepe, Esenkent Mahallesinde bulunan çok sayıda konut, aynı akıbeti beklemektedir. Bölgede TOKİ’den kaynaklanan sorunlar çözüm beklerken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı duyarsız kalmaktadır.
TBMM’de 16 Ekim 2019 tarihinde konuyu gündeme getirerek Çevre ve Şehircilik Bakanlığının dikkatini çekmiştim. Mahalle sakinleri ve muhtarın hazırladığı dosya üzerinden, bakana bilgi sunmak için 20 Temmuz’da istediğim randevuya yaklaşık bir aydır cevap alamadığımı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mahalledeki binalarda her an bir facianın olabileceğini öngörerek, Çevre ve Şehircilik bakanına çağrıda bulunuyorum. Öncelikle Esenkent’teki ve benzeri bütün konutlarda olabilecek faciaların sorumlusu olmak istemiyorsa konuya derhal el atmalıdır.
- Bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmemesi için sadece konuşmak yerine, depremin yıkıcı etkisinden korunma uygulamalarına derhal geçilmelidir. Ülkemizde artık fay hatları bilindiğine göre zemin özelliklerine ve deprem yönetmeliğine uygun projelerle, işi bilen mühendisler yönetiminde, eğitimli işçilerle ve normlara uygun malzemelerle üretilecek her türlü yapıda, huzur ve güven içinde yaşamak mümkün olacaktır.
Burada bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum.
DEPREM VE FELAKETE YOL AÇAN BÜTÜN DOĞA OLAYLARINDA CAN VE MAL KAYIPLARININ EN AZA İNDİRMENİN TEK YOLU BİLİME İNANMAK VE MÜHENDİSLERE GÜVENMEKTİR
Deprem ve felakete yol açan bütün doğa olaylarında önceden tedbir alınarak can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi mümkündür ve gereklidir. Bunun bir tek yolu vardır; bu yol, bilime inanmak ve mühendislere güvenmektir. Can ve mal güvenliğinin sağlanması, yapıların sağlam ve sürdürülebilir olması insan hayatının en önemli güvenlik sorunudur. Toplumun bütün kesimleri inşaat mühendislerinin bilgi birikimi ve emeklerinin ürünü olan yapılarda yaşıyor ve çalışıyorlar; o hâlde, inşaat mühendislerine yetki ve sorumluluk verilmeli ama öncelikle iyi yetişmeleri sağlanmalıdır. Buradan ifade etmeliyim ki mühendislerin iyi yetişmeleri için eğitim altyapısının ve şartlarının geliştirilmesine çalışması gereken Hükümet, tam tersine, onların meslek odalarıyla uğraşmakta ve onları etkisiz hâle getirmektedir.
Ülkemizde 125 bini İnşaat Mühendisleri Odasına kayıtlı toplam 150 bin inşaat mühendisi bulunmakta; 91’i devlet, 42’si vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 133 inşaat mühendisliği bölümünden her yıl 10 bin inşaat mühendisi daha bu sayıya eklenmektedir. Toplam nüfusumuza göre her 550 kişiye 1 inşaat mühendisi düşerken dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde ortalama 1.250 kişiye 1 inşaat mühendisi düşmektedir.
Üniversitelerin birçoğunda yeterli ve kaliteli mühendislik eğitimi verilememekte, mezun olan inşaat mühendisleri uygulamada yetersiz kalmakta ve çok sayıda mühendis de işsiz dolaşmaktadır. İnşaat mühendisliği bölümlerinde öğretim elemanı sıkıntısı bulunmaktadır; profesör ve doçentler sayıca çok azdır. Temel bilgi ve beceri yanında, stajlarda uygulama eksiklikleri vardır. Esasen, hatalar zinciri okula girişte yani YKS’de başlamaktadır.
Bir yıl evvel yapılan sınavlarda inşaat mühendisliği bölümüne girmek için ilk 300 bine girmek başarı sıralaması olarak kabul edilmiştir. Bu sıralama şu anlama gelmektedir. 2019 yerleştirme sonuçlarına göre en düşük net sayısı matematikte 40 soruda 2, fizikte 14 soruda -0,5 ve kimyada 13 soruda -1’dir. Bu sonuçlar inşaat mühendisliği mesleğinin de, evlerinde güvenli şekilde oturması gereken halkın da hak ettiği bir durum değildir. Bu sebeple, inşaat mühendisliği için belirlenen en düşük 300 bininci başarı sıralaması derhâl değiştirilmelidir. Bunun için matematik, fizik ve kimya sorularından en az yarısını doğru cevaplandırmış, en düşük 50 bininci sıradaki öğrencilerden seçilmeli ve de kontenjanların en az yarıya düşürülerek inşaat mühendisliği bölümlerine öğrenci alınmalıdır. Çok sayıda iyi yetişmemiş inşaat mühendisine değil, iyi yetişmiş, yeterli sayıda inşaat mühendisine ihtiyaç vardır.
Deprem vergilerinden, imar affı ve İmar Barışından toplanan paraların nerelere harcandığı açıklanamamıştır. Milyarlarca liranın “Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi” için kullanılmadığı aşikârdır. Sürekli yapacağız vaatleriyle halkın tepkiye dönüşecek enerjisi her deprem sonrasında boşaltılmakta, fay hatlarında biriken enerji gözlerden kaçırılmaktadır.
Çoğu zaman deprem sırasında ve deprem sonrasında yapılması gerekenler anlatılmakta fakat deprem öncesi yapılması gerekenler ihmal edilmektedir. Oysa yapılan bütün çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymaktadır. 2012-2023 yıllarını kapsayan AFAD tarafından hazırlanan Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı çerçevesinde, Yetkin Mühendislik Yasası hazırlanmasıyla ilgili hiçbir adım atılmamıştır. Bu kapsamda mühendislerin önünü açacak mesleki yetkinlikle ilgili yasal düzenleme vakit geçirilmeden yapılmalıdır.
TUTARSIZ GEREKÇELERLE YAPILMAK İSTENEN KANAL İSTANBUL KESİNLİKLE YAPILMAMALIDIR
- Tutarsız gerekçelerle ve sükse yapabilmek gibi basit bir ifade ile yapılmak istenen Kanal İstanbul; jeolojik, teknik, ekolojik, oşinografik, arkeolojik, ekonomik ve siyasi sebeplerle kesinlikle yapılmamalıdır. Uyduruk bir ÇED raporunun uluslararası ciddiyetten ve inandırıcılıktan uzak hazırlanmış olması, yapılan itirazların kaale alınmaması, geriye dönüşü olmayacak şekilde İstanbul ve bölgeyi etkileyecek olması, fizibilitesi bile ortaya çıkmamış, uygulanabilir olduğu kabul görmemiş, dolayısıyla proje niteliği bile kazanmamış bir çılgınlıkla, Türk toplumunun ısrarla meşgul edilmesine artık son verilmelidir.
Bugünden itibaren “Kanal İstanbul” değil “Deprem İstanbul” konuşulmalıdır.
Can ve mal güvenliğinin sağlanması için depreme dayanıklı yapı üretmekten başka bir yol yoktur. Rantçılara imkân sağlamak yerine bilgiye, mühendisliğe ve akla önem veren uygulamalarla deprem sorunu kökten çözülmelidir. 17 Ağustos’un 21. yılında iktidar sorumluluğunu taşıyanları İYİ Parti olarak bir kez daha uyarmak istiyoruz.
Artık zaman kaybedilmeden deprem gerçeği kabul edilsin. Kanal İstanbul’dan vazgeçildiği açıklansın. Henüz vakit varken, İstanbul harap olmadan bütün tedbirler uygulanmaya başlansın.
“Kanal İstanbul” değil “Deprem İstanbul” diyerek sözlerimi tamamlıyor, selamlarımı sunuyorum.