İYİ Partili Ergun ve Tatlıoğlu: Demokrasinin Temel İlkelerinden, Hukukun Üstünlüğünden Uzaklaştıkça Fakirleşiyoruz

İYİ Partili Ergun ve Tatlıoğlu: Demokrasinin Temel İlkelerinden, Hukukun Üstünlüğünden Uzaklaştıkça Fakirleşiyoruz

İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu ve Yerel Yönetimler Başkanı Prof. Dr. Metin Ergun TBMM’de ortak bir basın toplantısı düzenlediler. “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte maalesef hukuk ve demokrasiden hızla uzaklaşıyoruz” diyen Tatlıoğlu ve Ergun basın toplantılarında şu konuları ele aldılar:

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Türkiye Ekonomisi, uzun bir süredir yapısal tıkanma içerisindedir.

Özellikle son 10 yılda günden güne derinleşen bu süreç, 16 Nisan 2017 referandumu ile yeni bir safhaya taşınmıştır.

Suistimalci anayasalcılık mantığı ile hazırlanmış olan bu anayasa değişikliği, Son 60 yılı parlamenter demokrasi deneyimi ile geçirmiş, tüm kurumsal altyapısını bu sistem üzerine inşa etmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin hukuki kurumsal yapısını, ekonomik sistemini derinden sarsmış ve büyük bir belirsizlikle karşı karşıya bırakmıştır.

Daha sağlıklı verilerin üretilmeye başlandığı, ülkeler arası ticaretin ivme kazandığı 1960 sonrası dönem incelendiğinde, Türkiye ekonomisinin dünya ile benzer trendleri izlediği görülmektedir.

Dünyanın ekonomik merkezlerinde yaşanan krizlerin tüm dünyayı olduğu gibi ülkemizi de etkilediğine daha önce şahit olduk.

Bu durumun tek istisnası bulunmaktadır.

Anayasal sistem değişikliği ile beraber, yani 2018’nin ikinci yarısında ortaya çıkan ve her geçen gün etkisini artıran Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin neden olduğu yönetim krizidir.

Bu kriz, tüm hatları ile Türkiye’nin iç dinamiklerinin, Türk ekonomisinin yapısal sorunlarının ortaya çıkardığı, bir anlamda “yerli ve milli” krizdir.

Tam anlamıyla “yapısal tıkanmadır.”

 

PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ, TÜRK EKONOMİSİNİN BİRİNCİL SORUNUDUR

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir, bugün 2008 seviyesinin gerisindedir.

Son iki yıldaki kriz ortamını bir kenara bıraksak dahi, Türk Ekonomisi’nin 2010 sonrası dönemde üretim kabiliyetini geliştiremediğini, istihdam yaratamadığını ve birçok farklı sektörde rekabet gücünü kaybettiğini görmekteyiz.

Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ile beraber bu sürece, döviz kurundaki hızlı yükseliş, yüksek enflasyon ve kamu maliyesindeki bozulmalar da dâhil olmuştur.

Şu çok açık ki, ekonomide son 10 yılda derinleşen yapısal tıkanma, hukuk devletinin de yara aldığı, temel demokratik ilke ve teamüllerde geriye gidişle eşanlı bir şekilde yürümüştür.

Hukuk ve demokrasi yara aldıkça ekonomik maliyet büyümüş, ekonomik maliyet büyüdükçe iktidar, çözümü hukuk ve demokrasi alanlarını daraltmakta aramıştır.

İktidarın yanlış ekonomi politikalarının ve Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin neden olduğu tahribat karşısında bugün çok acil şekilde iki şeye ihtiyaç duyuyoruz:

Bunların birincisi kurumlarda kapsayıcılık, ikincisi ise ekonomide ve hukuk sisteminde öngörülebilirliktir.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin doğası gereği Türkiye’de acilen ihtiyaç duyduğumuz bu dönüşümü gerçekleştirmek mümkün değildir.

Yani bu sistemle bir adım dahi ileri gidebilme ihtimalimiz yoktur.

Kurumların bağımsız, şeffaf, hesap verebilir bir seviyeye getirilmediği ve hukukun üstünlüğü her alanda tesis edilmediği sürece Türkiye ekonomisinde geriye gidiş durmayacaktır.

Çünkü sadece Türkiye ekonomisinin değil, kapsayıcılığa ve öngörülebilirliğe dayanmayan hiçbir ekonominin 21. yüzyıl rekabetinde ayakta kalması mümkün değildir.

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, yeni dünyanın kavramlarının tam tersine her konuda belirsizlik üretmektedir.

Yasama-Yürütme-Yargı erkleri arasındaki ayrımın belirsizleştiği, hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bu sistemin Türkiye ekonomisine maliyeti her geçen gün artmaktadır.

 

SARAY, TBMM’DEN DAHA FAZLA YASA YAPTI

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bu anayasa değişikliğinden sonra Saray TBMM’den daha fazla yasa yapmıştır.

31 Aralık 2019 tarihi itibariyle Cumhurbaşkanlığı tarafından, toplamda 55 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve bu kararnameler içerisinde toplamda 2064 madde çıkarılırken, Meclis bünyesinde ise toplamda 57 kanun ve bu kanunlar içerisinde 1046 madde çıkarılmıştır.

Halbuki, modern liberal demokrasilerde parlamentoların, temsil yetkisinin bir gereği olarak asli yasama organı biçiminde görev yapması vazgeçilmez bir kuraldır.

Bu durum şüphesiz anayasal demokrasinin esası olan güçler ayrılığının ortadan kaldırılmasının ve sistemin kurumsal özelliğini yitirmesinin bir sonucudur.

Dolayısıyla, Türkiye’de kurumların iradesinden ve kurallardan bahsetmek, maalesef mümkün değildir.

 

KURUMLARIN ÖZERKLİĞİ ORTADAN KALKMIŞ DURUMDA

Değerli Basın Mensupları,

2017’de gerçekleşen anayasa değişikliği ile ekonomik kurumların bağımsızlığı ortadan kaldırılmış, kurumlar kültürlerini, geleneklerini, iradelerini ve hukuki güvencelerini kaybetmişlerdir.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin uygulanmaya başlaması ile birlikte, ekonomideki üst kurul bürokratlarının da parlamentonun onayına sunulmaksızın Cumhurbaşkanı tarafından atanması usulü, bu kurulların hukuki güvencesini ve bağımsızlıklarını ortadan kaldıran etkenlerden biri olmuştur.

Ekonomi bürokrasisinin seçimindeki bu değişiklik, onların ekonominin gerçekleri doğrultusunda değil, iktidarın tensipleri doğrultusunda politika uygulaması sonucunu doğurmuştur.

Nitekim, Rekabet Kurumu Başkanı ve Başkan Yardımcıları sosyal medyada yer alan sözleri bunun göstergesidir.

Her şeye rağmen, TÜİK Başkan ve başkan yardımcısı gibi ekonominin hal-i pür melalini ortaya koyanlar da hemen görevden alınmış ve yerlerine iktidarın arzu ettiği rakamları açıklayacak olanlar atanmıştır.

Benzer bir uygulama 2019 yılında Merkez Bankası’nda görülmüştür.   Dönemin Merkez Bankası Başkanı görevden alınmış ve bu olayın ardından Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği “Aynı kulvarda değildik, gerekeni yapmadı” cümlesi sistemin mantığını ve işleyişini ortaya koymuştur.

Bu cümle, bu sistemde ne ekonomi üst kurullarının, ne de onları idare edenlerin ekonominin gerçeklerine göre hareket etme, karar verme ve irade ortaya koyma tasarruflarının olmadığının ifadesidir.

Tüm bu gelişmeler, 2001 sonrası dönemde ihdas edilen ve yasayla bağımsız kılınan “Düzenleyici Denetleyici Kurumlar”ın içine düştüğü duruma işaret etmektedir.

Türk ekonomisini 2001 krizine götüren şartların bir daha yaşanmasına mâni olmak için inşa edilen bu kurumların, geçmişten ders almamışçasına yeniden siyasetin güdümüne girmiş olması üzücüdür.

Yine, 90’lı yılların pek revaçta olan uygulaması, “Bütçe Dışı Fon”lardan ders almamışçasına, Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması, dahası, dünyada eşi benzeri olmayan bir biçimde, Sayıştay ve Meclis denetiminin dışına çıkarılması, kurumlarımızda yaşanan yozlaşmayı gözler önüne sermektedir.

 

HUKUKTAN VE DEMOKRASİDEN UZAKLAŞIYORUZ

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte maalesef hukuk ve demokrasiden hızla uzaklaşıyoruz

Bugün önde gelen uluslararası endeksleri incelediğimizde, örneğin Dünya Adalet Projesi adlı kuruluşun yayınladığı 2020 yılına ilişkin “Hukukun Üstünlüğü Raporu”nda Türkiye’nin 128 ülke arasında 107’nci sırada yer aldığını, Mısır, Kongo ve Venezuela gibi ülkeler ile aynı kategoride değerlendirildiğini görüyoruz.

2011’ de Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 44. sırada olan Türkiye, 2014’te 59. sıraya, 2016’ da ise 99. sıraya gerilemiş, partili cumhurbaşkanlığı sistemi sonrasında ise 109. Sıraya gerilemiştir.

Yani Türkiye, 8 Senede 65 ülkenin gerisine düşmüş ve Bangladeş, Myammar gibi ülkeler ile birlikte değerlendirilmeye başlanmıştır.

Yine aynı şekilde Türkiye, hükümetin yetkilerinin kısıtlanmasına ilişkin sıralamada 124’üncü, temel haklar sıralamasında ise 123’üncü sırada yer alıyor.

Yine bağımsız uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan, “hukukun üstünlüğü” hususunu ihtiva eden, bir diğer demokrasi endeksinde Türkiye, “ne demokratik ne de diktatoryal” olarak tanımlanabilecek hibrit bir rejim olarak nitelendirilmiştir.

İşte bu rejim, hibrit bir ekonomik sistem doğurmuştur.

Bundan dolayı, son dönemde yapılan birçok düzenleme, serbest piyasa ekonomisinin prensipleri ile bağdaşmamaktadır.

İktidarın demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve bağımsız kurumları ortadan kaldırmasıyla yaşanan tahribat, Türk ekonomisine karşı güvensizlik yaratmakta ve olumsuz algıları derinleştirmektedir.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden dolayı ülkemiz, her geçen gün daha fazla fakirleşmektedir.

 

SON İKİ YILDA SADECE %1,75 BÜYÜYEBİLDİK

Değerli Basın Mensupları,

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle geçirdiğimiz 2 yılda, tüm gelişmekte olan ülkelerden negatif ayrışmış durumdayız. Son iki yılda sadece %1,75 büyüyebildik.

2018 yılında %2,6, 2019 yılında ise %0,9 büyüyebilen Türk Ekonomisi, 2020 yılında gerçekleşmesi muhtemel daralma ile Cumhuriyet tarihinin en kötü üç yıllık periyodunu geçirmiş olacaktır.

Yine bu süre zarfında, kişi başı milli gelirimiz 2000 dolardan fazla azalmış durumdadır.

2018’in başından bugüne Türk Lirası, dolara karşı en çok değer kaybeden para olmuştur.

Yine bu dönemde işsizlik %30 artmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanı “dövizlerinizi bozdurun” çağrısı yaptığında 130 milyar dolar olan döviz tevdiat hesapları 200 milyar doların üzerine çıkmıştır.

Yani 2001’den bu yana ilk kez toplam mevduatın yarısından fazlası döviz cinsine geçmiştir.

Sistemin yarattığı belirsizlik, sabit sermaye yatırımlarını durdurmuştur.

Türk sanayicisi, girişimcisi, 2001 krizinin ardından ilk kez, net borç ödeyici pozisyona geçmiştir.

İki yılda 50 milyar dolara yakın borç ödemiştir.

Son yıllarda azalma eğilimi içerisinde olan Doğrudan Yabancı Yatırımlar, 2019 yılı ile durma noktasına gelmiştir.

2020’nin ilk 4 ayı, 1980’den bu yana en çok sermaye çıkışının yaşandığı dönem olarak kayıtlara geçmiştir.

Bu çıkışın bir kısmı Kovid-19 ile ilgili olsa da yabancıların Türkiye’den çıkışı üst üste 17. haftasını yaşamaktadır.

2012 yılında Devlet tahvillerinin dörtte biri yabancıların elindeyken, bugün %5 seviyesine gerilemiş durumdadır.

İktidar, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçerken ekonominin şahlanacağını ve yatırımların katlanacağını iddia etmesine karşın, bugünkü rakamlar bunun tam tersini göstermektedir.

Zira, 2018’de ülkemize 13 milyar Dolarlık bir yatırım gelirken, 2019’un ilk 11 aylık döneminde sadece 5 milyar Dolar yatırım gelmiştir.

Neticede, yabancıların elindeki Hisse Senedi ve Tahvil stoğu,  son iki yılda 90 milyar dolardan, 30 milyar dolar civarına düşmüştür.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin ekonomik kriz yarattığına işaret eden bir diğer husus, işsizlik oranındaki önlenemeyen artıştır.

2017’de %10,9 olan işsizlik oranımız yeni sisteme geçtikten sonra hızla tırmanışa geçmiş ve 2019’un ortalarında %14’lere yükselmiştir.

Nisan 2020 tarihli IMF İşsizlik Oranı 2020 Tahmin Raporuna göre, Türkiye’de işsizliğin 2020 yılında %17,2’ye yükseleceği öngörülmüştür.

Buna ilaveten, iktidar mensuplarının propagandasının aksine Türkiye’de yaygın bir yoksulluk yaşanmaktadır.

Bugün nüfusumuzun %42’si asgari ücretle geçinmektedir.

Yapılan araştırmalara göre, son bir yılda nüfusumuzun %34’ü sosyal yardım aldığını belirtmiştir.

Mevcut salgınla beraber sosyal yardıma ihtiyaç duyan vatandaşlarımızın sayısında çok yüksek artışlar olduğu herkesin malumudur.

İktidarın, insanlarımızı yoksullaştırma ve sosyal yardımlara bağımlı hale getirme siyaseti Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile beraber iyice hız kazanmıştır.

Değerli Basın Mensupları,

Şimdi göstereceğim grafikler, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçildikten sonra yaşanan ve ekonominin her alanında kendini gösteren kriz halinin daha iyi anlaşılabilmesi için büyük önem arz etmektedir.

 

(GRAFİK-1): Elimde tutmuş olduğum grafik, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildikten sonra hukukun üstünlüğü ve demokrasiden uzaklaşılması nedeniyle yabancı yatırım oranında gözlemlenen ani düşüşü göstermektedir.

Bugün Türkiye, iktidarın partizan ve otokrat politikaları nedeniyle yabancı yatırımcılar nezdinde güvenilir bir ülke olmaktan çıkmıştır.

Zira yatırımcılar haklı olarak, temel hukuk ilkelerine bağlılıktan ve demokrasinin temel prensiplerinden uzaklaşılması nedeniyle yatırımlarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceklerini düşünmektedirler.

 

(GRAFİK-2): Bu grafikte de gördüğünüz gibi, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçtikten sonra hukukun üstünlüğüne ve kurumların bağımsızlığına olan bağlılığın azalması nedeniyle yatırımların azalması, Türkiye’ye giren döviz miktarının azalmasına neden olmuştur.

Döviz miktarındaki azalma ile doğru orantılı olarak ekonomideki birçok diğer parametre gibi 2017 yılından itibaren Türk Lirası’nın değerinde de kayıpların yaşanmış ve ani döviz kuru ataklarıyla karşılaşılmıştır.

(GRAFİK-3): TCMB toplam rezervleri 16 Nisan 2017 referandumu esnasında 105,14 milyar dolar iken, 1 Mayıs 2020’de 86,24 milyar dolara gerilemiştir.

Aynı tarihler arasında TCMB brüt döviz rezervleri 85,5 milyar dolardan, 51,4 milyar dolara inmiştir.

 

PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ’NİN YARATMIŞ OLDUĞU ESAS YIKIMI ANLAMAK İÇİN, MERKEZ BANKASI NET REZERVLERİNE BAKMAK GEREKİR.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin yaratmış olduğu esas yıkımı anlamak için, Merkez Bankası net rezervlerine bakmak gerekir.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin hukukun üstünlüğünden ve demokrasiden kopuşu beraberinde getirmesi nedeniyle karşılaşılan döviz atakları ve TL’nin değer kaybedişi, döviz satışına neden olmuştur.

Göstermiş olduğum grafikte, Ocak 2019’da 37.1 Milyar Dolar olan döviz rezervleri Mart 2020 tarihi itibariyle eksiye, tam olarak ifade etmek gerekirse -20.6 Milyar Dolara düşmüştür.

 

(GRAFİK-4): Sistemin ekonomik kriz doğurduğunu ispatlayan bir diğer husus ise işsizlik oranlarındaki artıştır.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile 2017 yılında %10.9 olan işsizlik oranı 2019 yılının sonu itibariyle %14’e yükselmiş, 2020 yılı sonu tahminleri uyarınca ise %17,2 ye yükseleceği öngörülmektedir.

Değerli Basın Mensupları,

Ekonomik şahlanma taahhüdüyle referanduma götürülen bu ucube sistem, işsizlik dâhil tüm ekonomik parametrelerde gerilemeye sebep olmakta, Türkiye’de işsizliği ve fakirliği arttırmaktadır.

(GRAFİK-5): Bu grafik ise hukukun üstünlüğü ile Gayrisafi Yurtiçi Hasıla, yani ekonomik büyüklük arasındaki ilişkiyi göstermektedir.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçiş ile birlikte GSYH 851 milyar dolardan, 753 milyar dolara düşmüştür.

Önde gelen ekonomistlerin 2020 yılı tahminleri bu rakamın yıl sonunda 684 dilyar dolara gerileyeceğini göstermektedir.

Çünkü 2017 yılından itibaren hukuka ve ekonomiyi düzenleyen bağımsız kuruluşlara siyasi saiklerle müdahale edilmesi, Türk ekonomisinde zincirleme bir kötüye gidiş başlatmış ve bu etki ülke ekonomisini uçurumun kenarına getirmiştir.

 

CDS Oranı Grafiği

(GRAFİK-6): Son olarak göstereceğim bu grafik, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçildikten sonra CDS (Kredi Risk Primi) oranındaki ani yükselişi göstermektedir.

16 Nisan 2017 tarihinde Türkiye’nin CDS primi 235 seviyesinde iken 24 Haziran seçimlerine gelindiğinde 295’e yükselmiştir.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte CDS primimiz sürekli dalgalanmalar yaşamış ve bugün itibariyle 600 seviyelerinde yükselmiştir.

Bir ülke ekonomisine duyulan güveni gösteren en önemli parametrelerden biri olan CDS’in, yeni sistemle beraber bu kadar yükselmesi, yeni sistemin ekonomi yönünden hem içeride hem dışarıda yatırımcılara güven veremediğini ispatlamaktadır. Sözünü etmiş olduğumuz tüm bu rakamlar ve grafikler, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi içerisinde geçen son iki yılın kayıp bir dönem olarak kayıtlara geçeceğinin en açık kanıtıdır.

Değerli Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi, kuvvetler ayrılığına dayanmayan Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi;

  • Demokrasinin varlığını ve hukukun bağımsızlığını zedeleyen,
  • Hukuki bağımsızlıkları ortadan kaldırıldığı için ekonomik kurumların iradesini yok eden,
  • Dolayısıyla ekonomiyi büyütemeyen ve her geçen gün ülkeyi fakirleştiren,
  • İşsizliğe çare olamayan ve sürekli arttıran,
  • Türkiye’yi ekonomi başta olmak üzere her alanda dünyanın gerisinde bırakan bir sistemdir.

Bir kişinin siyasi geleceği için yazılan büyük bir başarısızlık hikâyesidir.

Bu yönüyle de yerli ve milli bir trajedidir.

 

 

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ KALKINMANIN BİSMİLLAHI’DIR!

Değerli Basın Mensupları

İYİ Parti’nin anlayışına göre, hukukun üstünlüğü kalkınmanın ‘Bismillahı’dır!

Türk Ekonomisi’nin yeni bir hikâye yazabilmesi hukukun üstünlüğünün tesis edilmesine bağlıdır. Bize göre, ekonominin patronu güvendir.

Dağılan güveni yeniden sağlayacak, belirsizlikleri giderecek bir siyasal iklim tesis edilmeden,

Hukukun üstünlüğünü sağlamadan,

Adaleti ve liyakati esas almadan,

Türkiye’nin entelektüel sermayesini, Türkiye’nin ekonomik coğrafyasını merkeze koymadan, refah yaratmamız mümkün değildir.

Biz, İYİ Parti olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin zenginliği için demokratik, bağımsız ve kapsayıcı kurumları olmazsa olmaz görüyoruz.

Bu nedenle, “insanların değil, yasaların iktidarına” inanıyoruz.

Bu hedefe ulaşabilmek için atılması gereken ilk adımın, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden bir an önce vazgeçerek güçlendirilmiş parlamenter demokratik sisteme geçmek olduğuna inanıyoruz.

Hukukun üstünlüğü ilkesinin, bağımsız ekonomik kurumların ve güçlendirilmiş parlamenter demokrasinin var olduğu bir atmosferde, Yüce Türk milletinin altından kalkamayacağı hiçbir zorluk yoktur.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!