İYİ Parti Güvenlik Politikaları Başkanı Aytun Çıray ikinci yılını dolduran Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için; “Dünyada benzeri olmayan bu ucube başkanlık sistemiyle işsizlik arttı, icra-vergi-iflas arasında sıkışanların hali düzelmedi. Malını, mülkünü, itibarını, istikbalini kaybeden insan sayımız arttı. Suriye çöllerinde şehitler verdik. İnsan hak ve özgürlükleri azaldı. Adalet, hukuk ve eşitlik ortadan kalktı. Bu rejim işlemeyen ve işletemeyen bir rejimdir” dedi.
İYİ Partili Çıray’ın gündeme ilişkin Yeniçağ’a yaptığı açıklamalar şöyle:
“Erken seçim veya baskın seçim son günlerde gündemden düşmüyor. Sizin erken seçim beklentiniz var mı?
Erken seçim yapılabilmesi için iki yol var. Birincisi: Cumhurbaşkanı’nın Meclisi feshederek yeni Cumhurbaşkanı ile meclisin belirlenmesi için ülkeyi 90 gün içinde erken seçime götürmesidir. İkinci yol ise TBMM’nin 360 oyla erken seçim kararı almasıdır ancak Cumhur İttifakı böyle bir çoğunluğa sahip değildir. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’nın isteğine göre erken seçim tarihi belirlenmesi bir hayaldir. Diğer yandan, 1982 Anayasası’nın Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi ile ilgili 101. Maddesindeki değişikliğe göre, “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış TBMM üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanı’nın görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.” 16 Nisan referandumuna göre, 24 Haziran 2018’de genel seçimleriyle birlikte cumhurbaşkanlığı seçimleri de tekrarlandı ve Sayın Erdoğan ikinci kez seçildi. Genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, normal zamanı olan 25 Haziran 2023 tarihinde yapılırsa bu Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının anayasal bitim noktası olacaktır. O nedenle bu konjonktürde erken seçim beklemiyorum.
Millet İttifakı’nın sürekli dağılacağı söylentileri çıkartılıyor. İttifakın dağılması veya yeni ittifakların kurulması İYİ Parti’nin gündeminde var mı? Yoksa Millet İttifakının dağılacağı yönündeki söylentilerin amacı nedir?
Millet İttifakı’nı kurarken bir protokole imza attık. O protokolde diyor ki; bu ittifakın kurulma nedenlerinden birisi Türkiye’yi mutlak güçler ayrılığının olduğu, hukukun üstünlüğünün ve parlamenter sistemin olduğu bir anayasal devlete kavuşturmaktır. Bu gerçekleşinceye kadar bu mücadele devam edecektir. O nedenle millet ittifakını oluşturan her parti bu kurucu değerler ve ilkeler üzerinden birbirine bağlıdır, diğer siyasi meselelerde kendi dünya görüşünde hareket eder. Millet ittifakı cumhur ittifakı gibi birbirine kayıtsız şartsız bağlı değildir, bir parti diğer partilere hükmedemez. Yani millet ittifakı Türkiye’de demokrasinin son dayanağıdır. Bu tür polemikler yalnızca milletimizin ortak çıkarlarına ve demokrasiye zarar verme ve iktidarın başarısızlıklarının üstünü örtme çabasıdır.
Son günlerde bir diğer gündem konusu kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz konusu. İktidar ve ortağı bu konuda gerekli adımları atıyor mu? İstanbul Sözleşmesi neden uygulanmıyor ve sürekli kaldırılması gündeme geliyor?
İktidar ve ortağı bu konuda gerekli adımları atmıyor, aksine suni gündem amacıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkalım tartışmalarını ortaya atıyor ve göründüğü gibi bu bile peş peşe kadın cinayeti işlenmesine yetiyor. Bu durum da sözleşmenin ne derece önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu. İstanbul Sözleşmesi kadınların yaşam hakkını korumak için elzemdir ve sözleşmeden çıkılması gibi ipe sapa gelmez konular yerine bu sözleşmenin eksiksiz ve doğru şekilde uygulanıp uygulanmadığı tartışılmalıdır. 2011 yılında 46 ülkenin imzasına sunulmuş olan bu sözleşmeyi şovenist söylemlerle imzalayan ve ilk imzacısı olmaktan gurur duyduğunu belirten Erdoğan bugün ne oldu da sözleşmeden şüphe duymaya başladı, bu tartışılmalıdır. Bunların dışında, zaten imzalandığı yıldan sonra doğru düzgün uygulanmayan ve sırf bu sebeple kadın cinayetlerini yeniden artışa geçiren bu sözleşmeyi kullanarak suni gündem yaratmak hem siyasi ahlaka uymamakta hem de kadınların yaşam mücadelesine zarar vermektedir.
Ayasofya Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde açıldı. Dini bir konunun bu kadar siyaset malzemesi yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İçinde bulunduğumuz bu ucube Cumhurbaşkanlığı sisteminde, karar mekanizması tek bir kişinin imzasında toplandı. Erdoğan samimi olsaydı eğer Danıştay’ı falan karıştırmadan istediği an bir imzayla açabilirdi. Ancak mesele tabi ki bu değil. Ayasofya meselesi geçmişte de defalarca siyasi oy kaygısıyla maşa yapılmıştır. Ne zaman bir siyasi sorumlu sıkışsa, milletin duygu ve düşüncelerini istismara kalkmıştır. Bu tartışmalar başladığında İyi Parti olarak meclise sunduğumuz “Ayasofya ibadete açılsın” önergemiz AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildiğinde iktidarın Ayasofya meselesinde ne kadar samimi olduğunu da görmüş olduk.
Sosyal medya düzenlemesi olarak gündeme gelen kanun değişikliğindeki asıl amaç sizce nedir? ‘Unutulma Hakkı’ kavramı FETÖ ile mücadeleyi etkiler mi? Fetullahçı terör örgütü ile gerçekten mücadele edildiğini düşünüyor musunuz?
İktidar konvansiyonel medyayı ele geçirerek her şeyi halledebileceğini düşünürken bambaşka bir medya ortaya çıktı. Zaten medyanın %94’ünün yandaş olduğu bu zamanda sosyal medyada da sansür yaratarak daha otoriter bir rejim kurmak istiyorlar. Ancak insanların tek nefes alabildiği yer olan sosyal medyaya da dokunmaya kalkarlarsa düdüklü tencere patlar.
“Unutulma hakkı” kavramı FETÖ ile gerçekten mücadele edilmek istenseydi bu mücadeleyi olumsuz etkilemezdi. Ancak FETÖ ile gerçekten mücadele etmek istediklerini düşünmüyorum. Darbe Komisyonu’ndayken özellikle eski genelkurmay başkanları ve mit müsteşarları gibi önemli bürokratları dinledikten sonra komisyonun gittikçe etkinliğinin artması üzerine ne yazık ki Erdoğan bu komisyondan bir şey çıkmaz diyerek komisyonun önemini ve etkinliğini azaltacak bir takım söylemlerde bulundu. Nihayetinde de Bahçeli yeni anayasa teklifini ortaya atıp gündemi değiştirerek bu komisyonun çalışmasını engelleyecek adımı attı. Biz komisyon başkanından siyasilerin uçuş, HTS ve bylock kayıtlarını istedik ancak cevap gelmedi. FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılması için defalarca önerge verdik ancak hepsi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Darbe komisyonu raporunu kaybettik dediler. Her şeye rağmen komisyon tutanaklarına geçen çok önemli bilgiler de topladık ve elimizi nereye atsak AKP’li bir isme çarpıyordu. FETÖ ile mücadele etmek istemedikleri apaçık ortada değil mi?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde 2 yılı geride bıraktık. Sizce bu sistem iç politikada ne gibi sorunlar veya çözümler yarattı?
Dünyada benzeri olmayan bu ucube başkanlık sistemiyle işsizlik arttı, icra-vergi-iflas arasında sıkışanların hali düzelmedi. Malını, mülkünü, itibarını, istikbalini kaybeden insan sayımız arttı. Suriye çöllerinde şehitler verdik. İnsan hak ve özgürlükleri azaldı. Adalet, hukuk ve eşitlik ortadan kalktı. Tüm karar mekanizmaları tek bir kişiye bağlandı. Dünyada benzeri olmayan bu ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye uçacaktı, ekonomisi şahlanacaktı, dış dünyaya kafa tutacaktı… Ancak hepsinin tersi oldu. Bu iki yılın sonunda yaşayarak gördük ki; Bu sistem milleti fakirleştirdi, meclisin denetim yetkisini elinden aldı. Bu rejim işlemeyen ve işletemeyen bir rejimdir.
Son olarak toplumun gündemi ile siyasetin gündemi uyuşuyor mu? Vatandaş geçim sıkıntıları, sağlık sorunlarını dile getirirken; iktidar sosyal medya yasası, Barolar yasası gibi toplumun sorunlarına çözüm olmayacak kanunları neden gündeme taşıyor?
Türkiye Covid-19 pandemisine çok derin bir ekonomik kriz içinde yakalandı. Zaten gittikçe fakirleşen halk bu denli ciddi bir sağlık tehdidiyle karşı karşıya kalmakla birlikte aynı zamanda da hayatın durma noktasına gelmesiyle temel yaşam faaliyetlerini sürdürecek maddi gelirlerini de kaybetti. Bu süreçte salgınla mücadele konusunda tüm uyarılarımıza rağmen tedbirleri ya çok geç uyguladılar ya da hiç uygulamadılar. Köprülere, hastanelere müşteri garantisiyle milyarlarca dolar ödeyen, milyonlarca Suriyeli sığınmacıya yaklaşık 60 milyar dolar harcayan, yandaş müteahhitleri zengin eden, itibardan tasarruf olmaz diyerek israf ekonomisine dayalı yönetim anlayışı olan iktidar, bu süreçte kendi vatandaşına İBAN vererek başarısızlığını kanıtlamış oldu. Tüm bu süreçlerin sonunda bugün geldiğimiz noktada işsizlik, geçim sıkıntısı ve salgın öncelikli gündemimiz olması gerekirken, giderek otoriterleşen hükümet tüm bu başarısızlıklarını halının altına süpürmek için bunca yıl dokunamadığı baroları bölmekle ve insanların özgürlüklerini kısıtlamak için sosyal medya yasaklarıyla uğraşıyor. Ülkemize ve milletimize zarar veren tüm bu stratejik hamleleri yapmalarının sebebi artık ilk seçimde gidecek olmalarının korkusudur. Milletimiz sandıkta bu gidişe dur demelidir.”
Halil Yatar – YENİÇAĞ ANKARA / Özel Habe