Dört bakanın istifa etmek zorunda kaldığı "Rüşvet ve Yolsuzluk" iddialarıyla ilgili olarak yargı kararını verdi. 305 gün sonra ortada rüşvet ve yolsuzluğa ilişkin hiçbir işaret olmadığı gerekçesiyle yüce yargı, yargılananları akladı. Suçlananlar hakkında takipsizlik kararı verildi. Yüce yargı (!) ortada yolsuzluk ve rüşvet adına her hangi bir örgüt, belirti, emare, iz ve işaret olmadığı sonucuna vardı. Usulsüz, esassız, delilsiz ve unsursuz (!) iddianame ile haklarında dava açılanların bütün bu suçlardan kovuşturmaya tabi tutulmalarına gerek olmadığına sonucu çıktı.
Halka düşen de gördükleri için gözlerini, duydukları için kulaklarını ve tanık oldukları için kanaatlerini gözden geçirmek olmalıdır. Daha olmadı kamuoyuna düşen bütün bu olup bitenlerin üzerine bir bardak temizinden soğuk su içmektir!
Yargının konuya ilişkin kararında iddia edilen hususlarla ilgili olarak "usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı" gerekçesine dayandırmıştır. Böylece itham altında bulunan şüphelilerin "suç işlemek için örgüt kurmak, örgüte üye olmak ve yönetmek, suç örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmak, suçtan elde edilmiş mal varlığını aklamak, sahte belge düzenlemek, rüşvet vermek, kaçakçılık, fuhuş için kadın temin etmek" suçlarından haklarında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği ifade edildi.
Ayakkabı kutuları içinde bulunduğu iddia edilen 4,5 milyon doların İstanbul Valiliği’ne gönderilmesine, diğer eşyaların ve paraların ise sahiplerine iadesine karar verildi. Takipsizlik kararının son bölümünde ise "Kararın bir örneğinin, haklarında yasama dokunulmazlığı bulunması nedeniyle tarafımızdan soruşturma yapılamayan, ancak Meclis Soruşturma Komisyonu tarafından soruşturma yapıldığı 27 Haziran 2014 tarih ve 2014/184781 sayılı yazıları ile bildirilen kişiler yönünden, gereğinin takdiri için TBMM Başkanlığı’na gönderilmesine karar verildi".
Yargı aynı zamanda TBMM’ye ‘biz asli failleri suçsuz bulduk siz de bu bağlamda gereğini yapınız’ demiş oldu.
Doğrusu olayın ortaya çıktığı ilk günden itibaren iktidarın takındığı tavırdan böyle bir sonucun çıkacağı belli olmuştu. Zira iktidar yetkilileri içinde bakan çocuklarının da olduğu şahıslara yönelik yapılan bu operasyonu, daha işin başında “kirli komplo” ilan etmişti. Kendisine karşı bu operasyonu yapanları iktidar hallaç pamuğu gibi attı. Emniyet müdürleri ve binlerce polisin görev yerleri değiştirildi. Adli Kolluk Yönetmeliği, hem mevcut soruşturmayı etkisizleştirmek hem de yeni soruşturmaları engellemek için değiştirildi. Böylece yürütme adeta yargıyı denetim altına aldı.
Adli Kolluk Yönetmeliği’ni değiştirilmesine HSYK karşı çıkmış, Danıştay da adli kolluk yönetmeliğinin değiştirilmesiyle ilgili olarak yürütmenin durdurulması kararını vermişti. Savcı ile Başsavcı karşı karşıya gelmişti. İktidar bunun üzerine yargı, emniyet ve bürokraside operasyon üzerine operasyon yapmıştır.
AKP iktidarı, rüşvet ve yolsuzluğa karşı yapılan bu operasyona; HSYK, İnternet, Adli Kolluk Yönetmeliği ve bürokraside yasal düzenlemeler yaparak cevap vermiştir.
17 Aralıkta bakan çocuklarının da içinde olduğu yolsuzlukla ilgili davalar önce iktidar tarafından kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırdı. Ardından uzunca bir süre kamuoyu uyutuldu ve unutulmaya terk edildi. Sonuçta bütün bu iddialarla ilgili olarak yargı aklama kararı verdi.
Kamu vicdanının yargı kararıdır saygı duymak gerekir ya da “Şeriatın kestiği parmak acımaz” diyebilmesi için AKP’nin üst düzey yetkilisinin, HSYK seçimleri öncesinde ‘eğer seçim sonuçları istediğimiz gibi çıkmazsa sonuçları geçersiz sayarız’ dememiş olması gerekirdi!
Bu aşamadan sonra sıradan bir vatandaş iki tür değerlendirme yapabilir; ya ‘yargı kararını vermiştir buna saygı duymak gerekir’ ya da ‘burası Türkiye, burada itinayla yolsuzluk temizlenir’.