İstanbul’un Fatih semtinde bulunan Katip Sinan Camii eşi benzeri görülmeyen bir cami olma özelliği taşıyor. Caminin kubbesinde bulunan tabut ise yüzlerce yıl geçmesine rağmen gizemini sır gibi saklıyor. Tabutun kubbede bulunması kadar hikâyesi de en az kendi kadar gizemli. Katip Sinan Camii ve hikâyesiyle pek çok araştırma yapan Arkeolog Murat Sav ise camii ile ilgili gözden kaçan detayları tek tek sıraladı. İşte Katip Sinan Camii’nin kafa karıştıran hikâyesi.
Mekânın ilgi çeken hikâyesine göre camiyi 1496 yılında yaptıran 2. Beyazıt’ın mutfak katibi (Matbah-ı Amire) Sinan Bey vasiyetinde caminin kubbesine gömülmek istiyordu. Ancak bu vasiyeti yerine getirilmedi çünkü çevresinde olan herkes ‘Tamam’ deyip onu yine caminin haziresine defnetti. Ancak ertesi gün sabah namazında cemaat tabutu mezardan çıkmış halde bir şekilde caminin kubbesi üzerinde gördü. Tabutu yine hazireye bırakan cemaat ertesi gün tabutu yine aynı yerinde gördüler. Nihayetinde olay üç kere tekrar edince herkes onu olduğu yerde bırakmaya karar verdi. O günden beri kubbede kaldığı söylenen tabut ise Katip Sinan Camii’yle bütünleşmiş oldu. Ancak Arkeolog Murat Sav’ın kaynaklarına göre kubbedeki tabut Katip Sinan’a ait olmayabilir. Peki öyleyse kubbedeki tabut kimin?
Eski kaynaklara bakıldığında Katip Sinan adıyla direkt olarak anlatılan kimseye rastlamadığını ancak Sinan ve Sinan Bey adlarıyla Osmanlı’da yaşamış çok insan olduğuna değinen Arkeolog Sav, “Yakın zamandaki kitaplar ve kaynaklar Sinan Efendi’nin Sultan II. Bayezıd döneminde yaşadığı ve vefat ettiğini söylemiş olsalar da bizim çıkış noktası olarak aldığımız şey caminin yapılmasının dayandığı vakfiyesi. Çünkü vakfiyesi 1510 tarihini taşıyor ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kayıtlarında da Katip Sinan Efendi Vakfı olarak geçiyor. 1510 yılında yazılmış vakfiyesinden hareket edersek, İstanbul’un fethinden sonra sarayda yaşadığı ve katip olduğu söylense de buna dair çok açık sarih bilgiler yok” ifadelerini kullandı.
ÖLDÜĞÜ VE CAMİNİN YENİDEN YAPILDIĞI TARİHTE İKİLEM
Üstelik günümüze ulaşan caminin 15. ve 16. yüzyıldan kalma haliyle günümüze ulaşmadığını, 18. yüzyılda yeniden inşa edildiğine dikkat çeken Arkeolog Murat Sav, “Muhtemelen 1766 tarihinde gerçekleşen depremde cami tahrip oldu ve akabinde yeniden yapıldı” dedi. Kubbede bulunan söz konusu mezarla ilgili halk hikâyesine değinen Sav, “Katip Sinan Efendi’ye ait olduğu söyleniyor ancak bu mezarın çatıda ne işi var? Katip Sinan Efendi’ye ait ise Katip Sinan Efendi’nin öldüğü tarihi baz alırsak ve caminin yeniden yapıldığı düşünüldüğünde bu biraz ikilem oluşturuyor” ifadelerini kullanarak tabutla ilgili görüşlerini şöyle aktardı:
“Çünkü 1700’lü yılların sonunda yazılmış Osmanlı’nın camilerini konu alan Hadikatü’l-Cevam diye bi kitap vardır. Bu kitapta Katip Sinan Mesciti de anlatılır ve Katip Sinan’dan bahsederken ‘mezarı namâlumdur’ der yani mezarının yerinin bilinmediğini belirtir. Fakat daha sonra günümüzde caminin güney tarafında mihrabının dış avlusunda Katip Sinan’a ait olduğu söylenen üzerinde de bir ibare bulunan bir mezar görülür. Fakat bu mezar ne 15’inci ne 16’ncı yüzyıldandır çünkü sonradan mezar taşı yazılmış ve oraya konmuş gibi görülüyor. Hadikatü’l-Cevam 18. yüzyılın sonunda orada Katip Sinan adına bir mezar olmadığını söylüyor. Dolayısıyla sonraki dönemlerde yeniden yapılan camilerde başka birine makam yapılabiliyor, ada atfen bir mezar taşı yazılıp konabiliyor. Buradaki gerçek mezarı olmayabilir.”
‘ÇATIYA MEZAR YAPMA GELENEĞİ OSMANLI’DA YOK’
Çatıdaki mezarla ilgili son dönemlerde anlatım yapanların Katip Sinan’a ait olduğunu söylediklerini ancak bu yaklaşımın biraz farklı olduğunu söyleyen Arkeolog Sav, “Çünkü halk hikâyesine baktığımız zaman Katip Efendi’nin mezarının hazirede olduğu fakat sabah gelip insanlar baktığı zaman Katip Sinan’ın mezarında olmadığını çatıda olduğunu görüyorlar. Bu birkaç defa da tekrarlanınca onu rahatsız etmemek adına çatıda mezarına bırakıyorlar. Ancak bu net olarak 18. yy’da yazılmış Hadikatü’l- Cevam’a bakarsak çatıda bir mezar olduğunu ve bunun Katip Sinan’a ait olduğunu belirtmiyor. Tam tersine Katip Sinan’ın mezarının bilinmediğini yazıyor. Bu önemli bir detay. Demek oluyor ki o yüzyıldan sonra muhtemelen 19. yy’da tamir sırasında böyle bir şey yapıldı. Ancak çok net bir şey demek mümkün değil” diye konuştu.
“Çatıya mezar yapma geleneği Osmanlı’da yok. Daha doğrusu İslam inancında böyle bir şey yok” ifadelerini kullanan Murat Sav, “Örneğin kilise içerisinde kubbe seviyesinde yapılmış bazı mekanlar olur. Burada mesela mezar yapılabiliyor. Ancak dediğim gibi bu farklı bi inanç türü tabii ki. Mesela Encümen arşivinde 1940’lı yıllarda caminin dıştan çekilmiş bir fotoğrafı vardır. O fotoğrafa baktığımızda da mezarın orda olduğunu görüyoruz. Etrafı kurşunla kaplanmış vaziyette. Güneydoğu yönüne denk düşen saçak dediğimiz nokta vardır, orada duruyor. 1940’lı yıllarda yakın bir zamanda tamir edilmiş de değil. Bu demek oluyor ki Osmanlı döneminde de bu mezar vardı. Bu onun göstergesi” dedi.
Encümen Arşivi’ndeki fotoğraf
‘BÖYLESİNİ BAŞKA YERDE GÖRMEDİM’
Mezarın tam olarak kime ait olduğunu bilinmediğini belirten Arkeolog Murat Sav, camiinin hikâyesinin kent kültürüne katkıda bulunduğunu da ekledi. “Hiç ummadığınız yerde yol gösterici olabiliyor. Bir de akılda kalıcı bir özelliğe sahip olmuş oluyor. Çünkü oranın hikâyesini duymak, bilmek insanların çok hoşuna giden bir özellik oluyor. Bu yönüyle pozitif bir katkı yaptığını söylemek mümkün. Ne kadar gerçek ve doğru olursa iyi olur kanaatindeyim” diyen Arkeolog Sav, Katip Sinan Camii’nin normal bir cami olduğunu ancak kubbesinde mezar olmasının onu özel kıldığını söyledi. Bu tür bir yapıyı başka bir yerde görmediğini söyleyen Arkeolog Sav, şu ifadeleri kullanarak sözlerini noktaladı:
“Genişletirsek eğer Bizans döneminde benzer şeyler vardı. Ancak onlar kilisenin çatı katına bir mekân şeklinde tasarlanmışlardı. Kiliseden dönme camilerde de böyle yapılar görmek mümkün ancak böylesine açıkta duran bir tabut ve camii olarak Katip Sinan dışında ben başka bir camii bilmiyorum. Çünkü bu bir mekân değil, direkt olarak tabut var orada. Dışarıya açık, her tarafı açık şekilde yerleştirilmiş; o yönüyle de çok farklı.”