İstanbul Barosu Başkanlığı, Yargıtay’ın yeni hizmet binasının açılış töreninde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın dua etmesi ve Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’nın da duaya eşlik etmesiyle ilgili olarak, “Yargı erkinin mekânının bu yöntemlerle açılması, bir hukuk devletinde asla kabul edilemez” açıklamasını yaptı.
İstanbul Barosu Başkanlığı, Yargıtay yeni hizmet binası açılış törenine ilişkin açıklama yayımladı.
İstanbul Barosu Başkanlığı’nın açıklaması şöyle:
“1 Eylül 2021 tarihinde yeni Adli Yılın başlaması nedeniyle düzenlenen törenlerin yeni Yargıtay Binasının açılışı ile birlikte gerçekleştirilmesi ve bu vesile ile Diyanet İşleri Başkanının da katılımıyla ve Yargı mensuplarının da cübbeleriyle dualı açılış yapılması, toplumun önemli bir kesiminde haklı tepkilere neden olmuştur.
Köpürtülerek tartışma konusu yapılmasının ve giderek ‘istismar edilmek suretiyle’ manipüle edilmesinin olası bulunmasına karşın, öğretilerimizin bizi yönlendirdiği noktadan uyarıda bulunmayı mevcudiyetimizin nedeni saymaktayız: Yargı erkinin mekânının bu yöntemlerle açılması, bir hukuk devletinde asla kabul edilemez.
Bu kanılarımızı güçlendiren iki temel, Anayasa ile belirlenen ‘laik, hukuk devleti’ ilkesi ile yönetsel bağlamda yargının ifade ettiği ‘erk’ olgusudur.
Laiklik ilkesi, – hangi ideoloji tarafından nasıl yorumlanırsa yorumlansın – devletin yargı faaliyetinin dinsel referanslarla yerine getirilmesini kabul edemez. Din ve vicdan özgürlüğü, adalet arayışının şekillendiği adliyeler için ‘çok özel’ bir anlam ifade eder. Farklı inançtaki yurttaşlara sahip olan laik hukuk devleti, adalet güvencesini her inanca eşit mesafede durarak vermelidir. Yeri geldiğinde söylenmiş en güzel sözlerden biri olan ‘devletin dini adalettir’ tümcesine özel önemler atfederken, bu tümceyi anlamsız kılan bir uygulama, ‘din devleti’ fotoğrafını verecektir.
İstanbul Barosu olarak, öteden bu yana ısrarla vurguladığımız üzere, yargı organ ve bireyleri, siyasal örgütlenme birimi olarak öngörülemez. Yargı siyasal örgütlenme yeri değildir. Adalet idealinin tecelli yeri olan adliyelerin içini reel politiğin tercihleri ile donatırsanız, adaleti de reel politiğe, o arada siyasal konjonktüre teslim etmiş olursunuz. Giderek adalet inancını ve güvenini yurttaşlar nezdinde ortadan kaldıran bu sonuç, bir dönem sonra bir bumeranga dönüşecektir. Yönetimler için iktidarlarının hukukla sınırlanması, önce onlara güvencedir.
Diğer yandan bilinmelidir ki, yargının devlet yönetiminde ayrı bir ‘erk’ olarak düzenlenmesi, sadece laik ve demokratik bir düzenin değil, özellikle de hukuk devletinin güvencesidir. Evrensel hukukun genel kabule ulaştırdığı bütün esaslar, onu uluslarüstü kılarken sadece ve yalnız hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü öncelemektedir. Çünkü ‘özgür birey’ ancak ve yalnız öyle bir düzlemde biçimlenecektir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinde bu iddialarının ‘test edilmesine’ Anayasa hükmü ile olanak açan bir ülkenin, yargının erk olma özelliğini bu denli yadsıyan bir uygulamanın fotoğrafını çektirmesi, gelecekte de unutulmayacak ve hukukçular için olumsuz bir örnek olarak anımsanacaktır.
Bu noktada yargı görevi yapanların taşıdığı inanç, tartışma konusu değildir. İnançlar herkesin saygınlığıdır. O inancı bütün saygınlığı ile yüreğinde taşıyan ve hiçbir yargısal faaliyetinin konusu yapmaması gereken kişilerin görev yapacağı mekânların ‘topyekün’ bir ‘inanç makamı’ olarak açılması, önce o görevi yapanlara karşı saygısızlıktır. Altına imza attığımız sözleşmelerle önce yurttaşlarımıza sonra da dünyaya yargıç ve savcılar için verdiğimiz güvence, bu ‘toptancı’ uygulama ile anlamsızlaşmıştır.
Ülkemiz uzun bir süreçten bu yana bir ‘yargı krizi’ yaşamaktadır. Hukuka olan inancını sadece kendisi gibi düşünmeye indirgeyen ve kuvvetler ayrılığını birliğe dönüştüren iradesi ile en temel hukuk ilkelerini görmezlikten gelen anlayıştan vazgeçilmedikçe, sözde yargı paketleri ile yeni bir adım atılmış olmayacaktır. Türk Yargısı, yazılı metinlerine yüklediği gösterişi, uygulamadaki ihlallerle yok etmektedir. Yargı bağımsızlığının sağlanabilmesi bakımından, içinde bulunduğumuz bu krizin aşılması özel bir önem taşımaktadır.
Tam da bu aşamada, başka alanlarda örneği sıkça görülen ‘dinsel referanslı uygulamaların’ yargı camiası içinde de ‘somut bir mesajla’ ifade edilmiş olması, yaşayacağımız süreçlere dair öngörüleri tahmin etmeyi kolaylaştırmaktadır.
Demokratik, laik, sosyal, hukuk devletine, tarihten gelen geleneği ve inancıyla kararlılıkla sahip çıkacak olan İstanbul Barosu, adalet idealine ulaşmanın yılmayan mücadele azmi ile mümkün olabileceğini, bu vesile ile bir kez daha teyid etmiştir.”