Issız Şehadet…

“Bir bina, dört gün, yedi şehit… Yılışık televizyonlarımızın ruhsuz ana haber bültenlerinde, lütfedilip, 30 saniye filan yer verildi.”

Tarihe böyle not düşüyor kahreden acı gerçeğimizi Yılmaz Özdil… Sur’da şehit olan Bordo Bereli Enes’imizi anlattığı yazısında…

Sadece bu değil! Şehidimizin Vatan sevgisini, asaletini, destansı kahramanlığını, fedakârlığını, insanca duygularını, heyecanlarını anlatırken, Türk Milleti olarak içine düştüğümüz hezeyanı, çürümeyi, çöküşü, alçaklıkları, ihaneti dahi bir Şehadetin merkezinde yüzümüze vuruyor.

Vicdanı olana hançer, insan olanın olana şahdamarına bir taarruz mahiyeti taşıyan, her satırı ayrı bir azameti anlatan, müstesna tespitlerin bir bölümü şöyle;

“……..

Ve… Açılım ihanetinin kaçınılmaz neticesi olarak, şehir savaşı başladı. Enes, Cizre’deydi. Teröristlerin sözde karargâhına 20 metre mesafede bir binaya konuşlanmışlardı. Aniden, hedef binadan “bixi” tabir edilen makineli tüfek kusmaya başladı. Enes’in bulunduğu odanın duvarları delik deşik oldu, tesadüfen vurulmadı. Gereken cevap verilip, hedef yok edildikten sonra, çıktı geldi arkadaşlarının yanına, sigara yaktı, her zaman olduğu gibi gülümsüyordu.

Mermi yememişti ama yüzüne, sol elmacık kemiğinin üzerine cam parçası saplanmıştı, gözü kılpayı kurtulmuştu. Bu çatışma nedeniyle “yara beratı, gazilik listesi” hazırlandı. Listede Enes de vardı. Duyar duymaz koştu komutanlarının yanına, ismini listeden sildirdi. “Asla kabul edemem, bu sıyrık için gazilerimizin suratına nasıl bakarım” dedi. Hakkı olan yaralanma iznini bile reddetti.

*

Cizre temizlendi. Sur’a geçti.

*

Altı katlı bir binada keskin nişancı iki terörist vardı. Binanın konumu çok önemliydi. Dört sokağın kesiştiği köşe başındaydı, o bina alınmadan, o sokaklara girilemiyor, komşu binalara müdahale edilemiyordu. Tank atışı yapıldı. İki terörist öldürüldü. Bina ağır hasar almıştı. Ancak… O dört sokakta pozisyon alan teröristleri hareketsiz bırakabilmek için, o binaya mutlaka girmek, o binayı mutlaka elde tutmak gerekiyordu. Enes’in başında bulunduğu tim, arka tarafına açılan delikten binaya girdi. 12 kişiydiler. Katlara dağılmaya başladılar.

*

O sırada… Çaprazdaki binadan roket fırlatıldı. Kolonlardan birine denk geldi. Tank atışıyla ayakta durmaya mecali kalmayan bina, kulakları sağır eden bir çatırtıyla çöktü. Mahalleyi toz bulutu kapladı. Enes üsteğmen ve 11 bordo bereli astsubayımız, enkaz altında kaldı. Dokuzu kendi imkânlarıyla çıkmayı başardı. İki astsubayımız şehit olmuştu. Maalesef yazarken bile çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum… Sol kolu beton blokların arasına sıkışan Enes kendinde değildi, ağır yaralıydı ama nabzı atıyordu. Yaşıyordu.

*

Ne sağ kurtulan astsubaylarımız oradan çıkabildi, ne de Enes çıkarılabildi. Çünkü binayı indiren roketin hemen peşinden, yoğun ateş açılmıştı. Binanın hâkim olduğu dört sokaktan, mermi yağıyordu. Kafayı çıkarabilmek mümkün değildi. Zaten binaya yaklaşmak da yeterli değildi. Enes’i oradan alabilmek için, vinç gerekiyordu.

*

Tıbbi yardım bile mümkün değildi. AFAD ekipleri, canlarını hiçe sayıp öne atıldılar ama, nafile… Hareket eden her şeye saldırılıyordu. Hava karardı, defalarca denendi, olmadı, belli ki teröristlerin gece görüş dürbünleri vardı, zifiri karanlıkta bile ateş kesilmedi.

*

Üç gün sürdü! Bana göre, filmi çekilmesi gereken üç gündür.

*

O daracık köşe başında üç gün çatışıldı. Enes’i kurtarabilmek için, dört şehit daha verdik orada, iki özel harekât polisi, bir uzman çavuş, bir uzman onbaşı… Nihayet mahalle temizlendi.

Maalesef… Enes için çok geçti.

*

Bir bina, dört gün, yedi şehit… Yılışık televizyonlarımızın ruhsuz ana haber bültenlerinde, lütfedilip, 30 saniye filan yer verildi.

*

Enes’in naaşını Diyarbakır’da üç kişi yıkadı. İmam, dayısı ve bordo bereli devre arkadaşı üsteğmen… Devre arkadaşı, Enes’in kulağına eğildi, “seninle beraber okuduk, beraber eğitim aldık, omuz omuza görev yaptık, ömrümün sonuna kadar hep yanımda olacaksın kardeşim” dedi, sonra da sırasıyla, alnından, ellerinden, ayaklarından öptü. Yıkadılar… Abdestini aldırdılar. Enes her zamanki gibi gülümsüyordu. Her zamanki gibi huzurlu, her zamanki gibi muzip muzip bakıyordu sanki… Kuruladılar bedenini… Yüzünü sildiler. Gözünden yaş geldi. Bir daha kuruladılar, gene yaş geldi, bir daha kuruladılar, gene… Devre arkadaşı darmadağın oldu, kendini daha fazla tutamadı, onun da gözyaşları boşaldı. İmam, hıçkırarak ağlayan üsteğmenin omzuna elini koydu, merak etme dedi, gözü arkada kaldı sanma sakın, cennetlik alametidir bu, için rahat olsun, bırak gözündeki yaş kalsın, arkadaşınız size cennetin kapısını araladı… Bitirdiler yıkamayı… Devre arkadaşı tekrar eğildi Enes’in kulağına, bekle bizi kardeşim dedi, tekrar sırasıyla alnından, ellerinden, ayaklarından öptü. Kucakladı. Tabuta yerleştirdi.

*

Enes’i son görev için Ankara’ya getirdiler. Kocatepe Camisi’ne.

Her şehit cenazesinde yaşanan protokol kepazeliği, Enes’in cenazesinde de yaşandı.

Ahmet Kiziroğlu geldi, 500 tane korumayla… Çünkü malum, Enes gibilerini Cizre’ye Silopi’ye Sur’a gönderen Ahmet Kiziroğlu gibiler, 500 tane koruma olmadan camiye bile gidemiyordu. Asrın liderimiz zahmet edip gelmedi, gelseydi, 500 kesmez, 1500 korumayla gelirdi. Bakanlar, parti genel başkanları, milletvekilleri geldi, 500’er korumalarıyla, şoförleriyle, yalaka danışmanlarıyla… Hepsinin çocuğu ya asker kaçağı, ya bedelli… Kameralara poz verdiler, üzülüyormuş gibi yaptılar.

*

Enes’in halası avluya giremedi iyi mi… Hem yer kalmamıştı, hem de caminin etrafı binlerce polis tarafından sarılmıştı, kadıncağızı ittirip kaktırdılar, avluya sokmadılar. Neyse ki, Enes’in devre arkadaşlarının haberi oldu, boğuşa boğuşa halayı avluya getirebildiler.

Daha hazini… Kocatepe camisinde Enes’ten başka iki cenaze daha vardı. Biri, çöken binada şehit olan astsubaylarımızdan Doğukan Tazegül’dü. Diğeri ise, Ankaralı bir vatandaşımızdı. Ne oldu biliyor musunuz? O rahmetli vatandaşımızın ailesi, avluya giremedi! Babalarının tabutu başında cenaze namazını kılamadılar! Ağlaya ağlaya, dışarda, sokakta cenaze namazı kıldılar. Siyasiler gittikten sonra, avlu boşaldıktan sonra girip, babalarının tabutunu omuzlayabildiler. Gazeteciler de siyasilerle birlikte gittiği için, bu ailenin dramına sadece Enes’in devre arkadaşları şahit olabildi.

…………….”

Her türlü kirlenmişliğin ve çürümüşlüğün hüküm sürdüğü, yitik insanlığın, tükenmişliğin kuşatmasında “Issız Şehadetler!..”

O ıssız Şehadetler ki…

Arşı titretir!..

Aslolan budur.

 

(Not; İlgili bölüm Yılmaz Özdil’in Sözcü gazetesi 29-02-2016 tarihli “Bordo” başlığında yazısından alınmıştır.)

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!