İsmail Vayvaylı’nın Ardından…

İsmail Vayvaylı'nın Ardından...

RAŞİD DEMİRTAŞ

 

Gidenler boşluklarını bırakarak gidiyor. Ve boşlukların içinde “gittikçe artıyor yalnızlığımız”. İşte bir İsmail’i daha gönderiyoruz. Yalnızlaşıyoruz. İnanması güç olsa da gerçek bu, İsmail Vayvaylı’yı gönderdik. Ardında tarifi mümkün olmayan ve gittikçe de çoğalacak boşluğunda yanarak.

Gittikçe çoğalacak boşluğu… düşündükçe derinleşecek…

Gerçek bu… Emir büyük yerden ve gidecek, gidilecek. Kesin. İsmail bu kesin çağrıya anında uydu. Aslında ne kadar ona yakışan bir tavırla. Anında. Telefonla konuşurken, karşıdakinin bile anlayamadığı bir sessizliğe gömülüşle birdenbire. İkirciklenmeden yaşadı, net yaşadı. Gidişi de öyle net oldu.

Bu gidiş sana ne kadar yakıştı İsmail.  İki dünya arasındaki sırlı kapıdan geçiverdin gittin. Çabuk, sessiz, imrenilecek bir kolaylıkla

Gerçekçi bir insandı. Ya da çabuk görünen tarafı oydu. Gerçeği çabuk kavrardı. Kurmay serinkanlılığıyla düşünür ve yola düşerdi. “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” döneminde de böyleydi. O günler, “her şeyi bırakıp bu işe bakma zamanı”ydı. İsmail öyle yapan sorumluk sahibi bir avuç kişiden biriydi. Her işini bırakıp “o işe” baktı. Yıllarca… Mamak Askeri Mahkemesiyle, “Büroarasında yaşadı. Sabahın köründe çıkıp, dolmuş-otobüs Mamak’a, mahkeme kalemine gidip, mesai bitiminde aynı şekilde büroya dönüp, tasnif, çoğaltma, arşivleme, ilgili bütün kişilere belgelerini hiç eksiksiz hazırlama7 yıl süren 587 sanıklı siyasi-hukuki bir davanın teknik altyapısını yapmıştı.

Günlük işler içinde, sıradan her şey gibi. O iş öyle olmasını gerektirmişti, o da öyle yapmıştı. Verilmiş bir görev değildi. İhtilal olmuştu, ülküdaşları tutuklanmıştı. “Davayargılanıyordu. Yapılması gereken bir şeydi. İş değildi, görev değildi. “Dönemeçte” çok özel bir şey yapar gibi de değil. Yapılması gerekiyordu yaptı. O kadar.

Gerçekçiliğini tamamlayan Tanrı vergisi bir keskin zekâsı vardı. 587 sanığı sıra numaralarıyla, suçlama maddeleriyle, hangi bölge sanığı olduğunu ezbere bilecek kadar

7 sene… Özel hayatı, genel hayatı her şeyi, “büro”, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası oldu. Onunla kalkıp onunla yattı. Bunu kalıplaşmış bir ifade olsun diye söylemiyorum, gerçekten öyle olmuştu. Hiçbir maddi beklentisi olmadan. “Benim hayatım ne olacak” demeden.

İsmail hiç kaale almasa da bu yıllar, MHP Davasının Duruşma Hâkimi Vural Özenirler’in “İsmail Vayvaylı gözüm üzerinde” tehdidi altında, ama “inadına işler” yaptığı yıllardı.

Bu yılları iki sır odası arasında geçti İsmail’in. Birisi mahkemede savcılığın topladığı çuvallar, klasörler dolusu belgeyi gördüğü, fotokopilerini aldığı oda; diğeri bürodaki “bir dönemin hafızası” olan arşiv odası. Bu iki oda da radyasyonuyla, zararlı ışınlarıyla, toner kokularıyla ve unutulması gereken sırlarıyla hafızalarda bile sonsuza kadar kapandı artık.

MHP Davası bitti, İsmail yapılması lazım olanı yapmış olmanın huzuruyla kendi hayatına gitti. Kelimenin tam anlamıyla gitti. Hiç ardına bakmadan. Hiç kimseden hiçbir şey beklemeden. Şeref Abi gibi, Galip Abi gibi, Şeref Özdil gibi, diğerleri gibi.

Bir tek şey yakmıştı yüreğini. Davanın bitiminden kısa bir süre sonra, davanın arşivi çalınmıştı. Ülkücüler, ülkücülerin hafızasını boşaltmıştı.  Özellikle Şerafettin Yılmaz’ın ve İsmail Vayvaylı’nın, Şeref Özdil’in emekleriyle kurulmuş, biriktirilmiş, düzenlenmiş olan, “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası Arşivi”, kapı kırılarak hoyratça çalınmıştı. O arşiv herhangi bir avukatın bürosundaki dava dosyaları değildi. Bir dönemin dokümantasyon merkezi idi. MHP Davasının bütün sanıklarının yani 587 sanığın; polis, savcılık ifadeleri, mahkeme sorguları, MHP Genel Merkezinde, Ülkü Ocakları Genel Merkezinde, bu dava ile ilgili aramalarda toplanmış bütün belgeler, bütün duruşma zabıtları, şahit ifadeleri, iddianamede kullanılan ve kullanılmayan bütün belgeler bulunuyordu. Dava ile ilgili basında çıkmış bütün haber ve yazılar, basında çıkan yanlı ve yanlış haberlere/yazılara verilen cevaplar, tekzipler dosyalanmıştı.

Daha da ötesi; sadece MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası değil, Dev-Yol, TKP gibi davaların zabıtları bile alınmış, tasnif edilmişti. Komünistlerin dağıttığı bildirilere kadar toplanmıştı. Velhasıl “Bir Dönemin Hafızası” oluşturulmuştu. Özellikle üç kişinin Şerafettin Yılmaz, İsmail Vayvaylı, Şeref Özdil’in eseriydi bu arşiv. Bütün büro çalışanlarının yüreği yandı bu arşivin çalınmasına ama bu üç kişinin yüreğinin yangısı tarif edilebilir mi?

Rahmetli İsmail başka hiçbir şey için geri dönüp bakmadı bile. Ama arşivin çalınmasından dolayı çok kırgın gitti. 

Dava bitti, o zamana kadar benim hayatım ne olacak diye sormadığı hayatına döndü. Kendi tabiriyle, çok uzun yıllar “sıfırın altı”ndan, sıfır noktasına çıkmaya çalıştı. Çıktı.

İş hayatında da gerçekçiydi. Müşterisi için yapılması gerekeni, hukukî olmak kaydıyla sonuna kadar takip ederdi. Şeref Abi’nin deyişiyle, “İsmail’e sigorta yaptırıp da sonradan ayrılan bir tek müşterisi yok”tu. 30 yaşından sonra yepyeni bir şehirde, yepyeni bir meslekte, yepyeni bir hayata başladı. Kolay olmadı tutunması. Çok zor zamanları oldu. O zor zamanları yine gerçeği kavrama becerisiyle, usanmadan yürüyüşüyle aştı. Çaba değil, öyle büyük bir çaba gösterdi ki, sıfır noktasının altından yükseldi ve geç başlamanın, yoksunlukların eksiğini kapattı.

Bir yazısında, kendisini ve akranlarını anlatırken;

Çoğumuz benim gibiydi. Benim gibi, okuma yazma bilmeyen bir annenin ve babanın çocuğu. Torosların, Erciyes’in veya Ağrı’nın ot bitmeyen tepelerine yakın bir köyün, ya da bir ağaç gölgesine hasret bozkırın çocuklarıydık. Bu kadim coğrafyanın, bu öksüz yurdun öksüz çocuklarıydık.

Çoğumuz samanlıktan bozma binalarda, yılda iki üç öğretmen değiştirerek beş sınıfı bir arada okudu. Gaz bulabildiğimizde gaz lambası altında ders çalıştık. Çoğumuzun köyü elektrikle biz yirmili yaşlarda iken tanıştı… Kıraç topraklarda kara sabanla çift sürdük… Çoğumuz bir motorlu taşıta on yaşından sonra bindi…” diyordu. İsmail buradan gelmişti, onun deyişiyle “çoğumuz gibi”, “sıfırın çok çok altından” gelmişti.

Nereden geldiğimizden ziyade, ne olduğumuz değil midir asıl olan. İsmail kelimenin tam manasıyla “üstün karakterligüvenilir bir insandı. İsmail’in zarar verdiği birisinin olduğunu sanmıyorum. Faydalı olduğu o kadar çok insan oldu ki…

Ah bu satırları okuyanların, bu sözleri veda edilen bir dostun ardından söylenen duygusal sözler, Peygamberin “hayırla yâd ediniz” tavsiyesiyle böyle söylediğimi düşünmenizi nasıl izale edebilirim bilmiyorum ki.

Faruk Nafiz’in kahramanı vardı ya, Maraş’lı Şeyhoğlu Satılmış. Hanlara yürekleri paramparça eden hikâyesini yazan, uzun harplerin yorgunu, hasta gazi… Neden birden ilişki kurdum bilmiyorum. Maraş’lı oluşundan mı? Uzun yıllar verilmiş mücadelesinden mi, o daracık arşiv odasının toner kokusundan mı? Farkına varamadığı, varamadığımız kalbinin yorgunluğundan mı? Bilmiyorum ama bu iki kahraman akraba imiş gibi geldi birden.

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış huduttan hududa atılmış bir neslin temsilcisi ya, bence İsmail ve İsmailler de vatan derdine düşmüş, kendisinden çok sevdiği şeyler için; vatan için, millet için, bağımsızlık için, aile için, dost için yaşamış bir neslin temsilcisi. Ve bunlar öbür tarafta çoğalıyor, burada azalıyorlar.

Bağırlarındaki yaraya deva bulmak için kervansaraya toplanan garipler” misali dün toplaşanlar, burada azalıp, orada çoğalıyorlar.

İsmail orada çoğalanlara selam söyle. “Ardınızdan, ardımdan garip kaldılar” de, “ne yapacaklarını bilemediler” de, “dudakları kıpır kıpır boyunlarını büktüler” de. Galip Abi’ye “Abi halâ yeterince sevemediler” de. İsmail Yıldırım’a, Rasim Uzun’a, İdris Şimşek’e, Meriç Coşkun’a, Sadık Tokuçoğlu’na, Sülün Gürsoy’a ve bütün göçmüş ülkücülere selam söyle.

Bir de bize hakkını helal et. Var ise benden yana “helal olsun”. Mekânın cennet olsun.

….

Gerçek bu… Emir büyük yerden geldi, gidecek, gidilecek. Kesin. İsmail bu kesin çağrıya anında uydu. Aslında ne kadar ona yakışan bir tavırla. Anında. Telefonla konuşurken, karşıdakinin bile anlayamadığı bir sessizliğe gömülüşle birdenbire. İkirciklenmeden yaşadı, “Atılıp bir daha dönmeden”. Gidişi de öyle…

Bu gidiş şekli sana ne kadar yakıştı İsmail.  İki dünya arasındaki sırlı kapıdan geçiverdin gittin. Çabuk, sessiz, imrenilecek bir kolaylıkla…

Gittikçe çoğalacak boşluğun… Düşündükçe derinleşecek…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!