Huntington’un “Medeniyetler Arası Çatışma”, Bernard Lewis’in “Medeniyet İçi Çatışma”, Dugin’in “İslam’a (Sünni) Karşı İslam (Şii)” ve nihayet Bush’un “Haçlı Seferi” dediği şey özünde aynıdır.
Soğuk savaş komünizmi, kapitalizmin alternatifi olmaktan çıkarmıştır. Gelinen aşamada Michel Albert gibilerin yazdığı gibi artık ortada yalnızca “Kapitalizme Karşı Kapitalizm” alternatifi vardır.
İslam’ın Batılı insanın hayatında fonksiyonel olmaktan çıkan Hıristiyanlığın yerine geçmesinin de engellenmesi zorunluluk olarak görülmüştür. Uygulanan stratejilerin güncel amacının özü Hıristiyanlıktan İslam’a yönelişleri engellemek daha açıkçası Doğu’nun Batı’ya alternatif olmaktan bir kez daha çıkarılmasıdır.
Mağdur ve mazlum bir medeniyetin vahşi ve barbar olarak pazarlanması bu gerçekler ışığında düşünülmelidir. Batı yönünden, yüz yıllardır sömürdüğü, ezdiği ve sızdığı -genelde doğu, özel de ise- İslam Dünyasındaki gelişmelerin denetim altında tutulması ontolojik (varlık-yokluk) bir sorundur. Bu nedenle Batı’nın İslam Medeniyetinin iç çelişkilerini kullanarak etkinliğinin sınırlandırmaya çalışması anlaşılmaz bir strateji değildir.
11 Eylül saldırıları, ABD Başkanı Bush’a Afganistan ve Irak’ı işgal etme fırsatını altın tepsi içinde sunmuştu. Bush da İslam Dünyasın yönelik ABD saldırılarına “Haçlı Seferi” demişti. Aynı dönemin İtalyan Başbakanı Berlusconi, “Hıristiyan medeniyetinin İslam medeniyetinden daha üstün” olduğunu söylemişti. Bütün bunlara ilave olarak Danimarka’da “Karikatür Krizi” üretilmişti. Ardından Avrupa’da, sünnetin, cami ve minare inşa edilmesini yasaklayan girişimler birbiri ardından devreye sokulmuştu.
Zamanın Papası yine o dönemde devreye girerek “İslam’ın bir kılıç dini olduğuna” yönelik sözler etmiştir.
11 Eylül saldırıları ardından “İslamofaşizm” kavramları yaygınlaşmış ve “İslam’ı fobya” bir salgın haline gelmişti. Batı ülkelerinde Müslüman aleyhtarlığına büyük bir ivme kazandırmıştır.
ABD’li yazar Michael Scheuer’in Kudret Körlüğü, adlı eserinde şu çözümlemeyi yapar: ‘Amerikan’ın El Kaide’yle karşı karşıya kalması, bu durumun doğrudan ‘Bin Ladin Sorunu’ olarak tanımlanmasına izin vermez. Dürüstlük, bunun Müslümanlarla ya da İslami bir sorun olarak tanımlanmasını gerektirmektedir’.
11 Eylül ya da Paris olaylarını Batı, bir terör olayı ya da münferit saldırı olmanın ötesinde “İslami Sorun” olarak görmesi üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Bu saldırıları birilerinin İslam’ı sorun haline getirmek için düzenlendiği ya da düzenlenmesine göz yumduğu anlaşılıyor.
IŞİD’in Suriye/Irak hattındaki vahşi/barbar cinayetleri, Boko Haram örgütünün marifetleri ve Paris katliamı, Dünyadaki İslam imajını infaz etmeye hazır merkezleri daha da iştahlandırmıştır. Özellikle Avrupa’nın kalbindeki Paris katliamı, niyetleri belirli olan Batılı mahfillerin işlerini kolaylaştırmış ve İslam düşmanlarının eline arayıp da bulamayacağı gerekçeler sunmuştur.
Robert Fısk, bir yazısında “Batı, Müslümanları kendi başlarına bırakmayı öğrenmedikçe Ortadoğu’daki felaketler büyüyecektir” diyor. Fısk, ayrıca Müslüman topraklarında bugün, 11 ve 12. yüzyıldaki Haçlı Seferleri zamanından 22 kat daha fazla Batılı asker olduğunu söylüyor. Sorunun kaynağı buradadır.
Saldırıların amacı hem stratejik hem de karmaşıktır. Belki de Paris saldırısı, Avrupa’nın reflekslerini hareket geçirmeye yöneliktir. Bu saldırıyla birileri AB’ye Avrupa’yı savunmaya AB’nin sınırları yetmiyor mesajı vermiş olabilir.
Vahşet ve dehşet görüntüleri Müslümanlar arasında ciddi kafa karışıklığına neden olmuştur. İskender Pala, Paris katliamı sonrası ‘ben Avrupa’da yaşayan bir insan olsaydım şu anda İslam’a hiç sıcak bakmazdım. Türkiye’de yaşayan 20 yaşında bir genç olsaydım gene İslam’a sıcak bakmazdım’ şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştur. Gerek Suriye’de gerekse Paris’te servise konan vahşi görüntüler ‘böyle Müslümanlık olmaz. Onlar Müslümansa ben değilim’ diyen çok sayıda insan vardır.
İslam’a ve Müslümanlara bundan daha büyük zarar nasıl verilebilir?