“Benim de yaşadığım İzmir’de bir deprem oldu. Deprem Türkiye’nin bir gerçeği… Her zaman olduğu gibi aynı görüntüler aynı konuşmalar! Biz bunlara hiç yabancı değiliz… Çoğumuz sorumluluğu siyasetçilere ve bürokratlara atıyoruz. Onlar uzaydan mı, geldiler? Bizim içimizden çıktılar. Onları içimizden biz verdiğimiz oylarla… alkışlarla, maddi ve manevi desteklerle o koltuklara oturttuk… Şimdi de şikâyet ediyoruz… Vay efendim niye gereken tedbirleri almamışlar! Biz şehirleşmeyi ıskalamış ve Cumhuriyet döneminde şehirleşme, binalaşma ve tedbirler alma konusunda sınıfta kalmış bir ülkeyiz… Bunun sebebi insanımız da yatıyor! Samimi olalım cehalet, yoksulluk ve menfaatlerimize yenik düşerek bu tabloyu hep beraber yarattık… Kimseye kabahat bulmayalım, kendimizle yüzleşelim…”
İnsan, Havva ve Adem’den bu yana gündemdeki ilk meselemiz. Ancak ne var ki, bu mesele olumlu bir çizgide gelişme göstereceğine, devamlı surette geriye doğru gidiyor. Belki bu da, kıyamet alametlerinden biridir.
Dünyanın her yerinde insan denilen mahlukata ilişkin sayısız sorun bulunuyor. Ancak hayatın doğası gereği biz ilk önce toplumumuza, ailemize ve kendimize bakmak ve insana ilişkin sorunları bu noktadan çözmeye başlamak zorundayız.
Elbette değerlendirmelerimizi, insan fıtratını dikkate alarak yapmaya çalışıyoruz ama bu fıtratın varlığına rağmen, iyiye ve güzele doğru yol almak zorundayız
Ülkemizde son günlerde dillendirilen fakat toplum tarafından önemli görülmemiş olacak ki; yankı bulmayan konulardan biri insan kalitemizin olup olmadığıdır.
İnsan kalitesinin yüksek olabilmesi için yaşam boyunca eğitim ve eğitici seviyesinin çok yüksek olması gereklidir.
İlk eğitici annedir. Ondan sonra aile gelir. Bu okullarla devam eder. Camiler ve diğer dini kurumlar eğitimi taçlandırır. Hatta bizde “Peygamber Ocağı” olarak gördüğümüz ordumuz da eğitim ocaklarımızdan biridir. Hatırlarsanız eskiden askerliğini yapmamış olanlara “adam” muamelesi yapmazlardı. Burada adamlıktan kasıt, asker ocağında alınan eğitimdir.
Kabul edelim ki; annelerimiz bu eğiticilik vasfını iyi bir şekilde yerine getirememektedir. Onların anneleri ve anneannelerimizin anneleri de öyleydi!
Bir çocuğu yetiştirmek onun karnını doyurmak ve maddi ihtiyaçlarını temin etmekten ibaret değildir. Hal böyle olunca babalarda ne yaptığını bilmez bir haldedir. Yani sorun, anne de ve aile ocağında başlamakta ve nesilden nesile bir kısır döngüye dönüşmektedir.
Türk Milleti yüzyıllardır böyle bir ağır sorunla karşı karşıyadır. Milletin teşkilatlanmış hali olan devlet, bu sorunu tespit etse bile bugüne kadar herhangi bir çözüm sağlayabilmiş değildir. Eğitim sistemimiz yüzyıllardır tel tel dökülmektedir. Anne ile başlayıp aile devam eden insan yetiştirme konusundaki zafiyetimiz okullarımızda adeta taçlanmaktadır. Hatta bu konuda kasıt ve ihanet vardır diye rahatlıkla söyleyebiliriz!
İnsan buralarda olan eksikliği camilerde ve dini kurumlarda kapatırız diye düşünmek istiyor ama o da olmuyor. Nihayetinde din adamlarımızı da bu anneler, aileler ve eğitim sistemi yetiştiriyor. Bir de buna devleti sevk ve idare eden iktidarların beceriksizlikleri, gafletleri ve ihanetleri eklenince, insanımızın kalitesi bir türlü artmıyor hatta gittikçe azalıyor. Türk Ordusu’da her geçen gün profesyonelliğe doğru gittiği için insanın kalitesine katkı yapmak özelliğini kaybediyor…
Böyle bir girdabın içine düşmüş olan toplumun, insan kalitesinin yüksekliğinden elbette söz edilemez. Bu sebeple siz ülkenin her tarafını modern okullarla donatsanız da, her şehrimize bir üniversite kursanız da ve dünyanın en büyük camilerini yapsanız da bir sonuç alamazsınız.
Türkiye; insan kalitesizliği yaşadığı için de, müzminleşmiş ağır sorunlarla boğuşuyor ve bu sorunları bir türlü çözemiyor. Gidişata bakınca da, sorun insan odaklı olduğu için daha kötüye doğru alıyoruz.
Türk Milleti için gelecek daha zorlu geçecektir. Çünkü insan kalitesizliğinin getirdiği felsefi, ahlaki, ticari, siyasi, kültürel ve sosyal sorunlar ağırlaşacaktır. Ancak her zaman olduğu gibi bizler, bu sorunla yüzleşmekten kaçıyor ve topu başka yönlere atıyoruz.
Onun için Türkiye’nin temel meselesi “İnsan Kalitesi”nin olup olmadığıdır. Eğer bunun farkında isek çözüme yaklaşmışız demektir. Bana göre farkında olanlar vardır. Ancak bunlar istisnadır.
Büyük çoğunluk kendi kalitesine laf söylemeden ve zinhar (!) laf ettirmeden bir kalitesizlik içinde yaşamaktadır. İnşallah kendimizle yüzleşmemiz bir an önce gerçekleşir yoksa ağır bedeller ödemek zorunda kalışımız sürecektir.