İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, TELE 1 Televizyonu’nda Sedef Kabaş’ın konuğu oldu ve gündeme ilişkin soruları yanıtladı. İmamoğlu, “Engellenen bağış kampanyanızda toplanan ve bloke edilen paralar, daha sonra sahiplerine iade edildi mi?” sorusuna verdiği yanıtta şu ifadeleri kullandı:
“Hayır, iade edilmedi. Mahkemeye başvurumuz var. Hala mahkemenin adaletli bir şekilde karar vereceğine inanıyoruz ve bu süreci sonlandıracağını düşünüyoruz. Ne yazık ki bu, siyasi kibir üzerinden verilmiş bir karardır. Bu kararın son verilmesi gerekir. Bakın sabırla bekledim. Uzun zamandır bu konuda hiç konuşmuyordum ama Ramazan ayında sordunuz ve içimi acıtıyor. Gerçekten içimi acıtıyor. 100 lira, 200 lira, 300 lira fatura ödendiğinde ne denli mutlu olduğunu gördüğüm aileler İstanbul’da on binlerce var. O parayla kimleri mutlu edeceğimizi hissettiğimde, içim sızlıyor. Kızıyorum da biraz açıkçası. Kardeşim, bizi yargılıyorsanız zaten, soruşturma açtınız; yargılayın. Ama bırakın bağış yapmış insanların paraları, bir an önce ihtiyacı olan insanlara ulaşsın. Ayıptır, yazıktır, günahtır; başka bir şey demiyorum.”
Canlı yayına bağlanan İmamoğlu ayrıca şunları söyledi:
Bugün hem 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, hem de Kadir Gecesi. Bütün bu güzel anlar ya da başarıya ulaşan süreçler, bence sabırla oluşmuştur. Elbette sabır, çalışkanlıkla süslenirse başarı mümkün. Benim şu anda yaptığım şey, sürecin farkında olma. Bu bilinçle hareket ediyorum ve tümüyle yüzümü 16 milyon insana dönüyorum. Şu anda dünya, büyük bir sınav veriyor. Dünyanın en büyük kentlerinden biri olan İstanbul da büyük bir sınav veriyor. Ülkemiz büyük bir sınav veriyor. Bu sınavı verirken, konunun özünü odaklanmak lazım. Özüne odaklandığınızda, insanları muhatap aldığınızda, yurttaşlarla her zaman yüz yüze, gönül gönüle olduğunuzda, çözüm bekleyen sorunları önünüze yazıp, onlara çözüm olma konusunda hassasiyet gösterdiğinizde, sizi sabırsızlandıracak ya da sizi üzecek ya da sizi kızdıracak, öfkelendirecek bütün hususları aslında yok sayıyorsunuz. Benim kendime dönük yaptığım yol haritası ya da ruhsal olarak kendimi odakladığım yaşam biçimi böyle bir şey. Bunun sonunda çok sabırlı bir görüntü ortaya çıkıyorsa da tümüyle bu görev bilincinin bir eseri. Halimden de memnunum açıkçası. Çünkü başka türlü başarıya ulaşma şansımız yok. Sabırla doğruları yapmaya, iyilikler için uğraşmaya, topluma adalet duygusunu vermeye devam edeceğiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İstanbul’u kaybedersek, Türkiye’yi kaybederiz” demişti. Tarihe geçen bir cümle oldu bu. Sayın Erdoğan, “Halk sizi seçti ama size hizmet yaptırmam” diyerek, sizden rövanş almaya mı çalışıyor?
Ben şöyle düşünüyorum: Kim kazandı? Kim kaybetti? Ya da siyasette kişisel, bireysel duygular üzerinden kazanımların, kaybedişlerin ne önemi vardır? Ben, bunu anlamam. ‘Bu bir zaferdir’, ‘Seçimi kazandım’ gibi tarifleri hiçbir zaman yapmadım. Hiçbir seçim döneminde yapmadım. Ortaya koyduğumuz şey, bir görevi devralmak. Yani millete ait olan bir makamı devraldık ve onun gereğini yapıyoruz. Dolayısıyla bir kere böyle bir tarifi doğru bulmayan bir kişiyim. Bu tarif, asla ve asla milli birlik ruhuna uygun değil. Şu anda ben görevimi yapıyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın o zamanki sözleri, hala aynı şeyi mi düşünüyor veya işte bugün o düşünceyle belki bazı hususların yavaş işlemesi, hatta yapılmaması, hükümet tarafından yapılan hamlelerin, yanlışların ardı sıra gelmesi bundan sebep midir; onu bilemiyorum. Kesinlikle ne bir şehir kazanılıyor şahsımız tarafından, ne de rakibim tarafından kaybediliyor. Ben, görevi devralıyorum ve kazananın 16 milyon insan olması için de mücadele ediyoruz. Dolayısıyla o tür tarifler, o tür bakış açıları artık çok demode. Millet bunun farkında. Millet çalışanı istiyor, iş üreteni istiyor, demagoji istemiyor ya da polemik istemiyor, bu çatışmaları istemiyor. Onun için mümkün olduğu kadar, bu tarz süreçlerle hiç ilgilenmiyorum. Evet zorluklar yaşatılıyor. Bazı engellemeler, bütçe engellemeleri, Meclis’te yaşadıklarımız; bütün bunlar var. Ama bunlar, bizi yıldıracak meseleler değil. Sadece toplumun bir süreci diye tanımlıyorum. Bir süreç yaşıyoruz. O bakımdan bilemem; hala o etki ile biz mi engelleniyoruz ya da topluma bir ceza mı verilmek isteniyor? Yani ben, 16 milyondan bahsediyorum onu bilemiyorum. Ama zamanı geldiğinde, 16 milyonun kimi cezalandıracağı hakkında, benim epeyce bir bilgim ve epeyce bir hissiyatım var.
Devlet içinde devlet olmaz” suçlamalarına maruz kaldınız. Cumhurbaşkanı, hizmet yapmak isteyen belediyeleri FETÖ’cü ve PKK’lı olmakla suçlayacak kadar bir yere getirdi. Bu suçlamalar ve etiketlemelerle ilgili ne söylemek istersiniz?
Allah, herkesin kalbine iyilik versin, iyi düşünce versin, hatta merhamet versin, iftiradan korusun. Hep dua ediyorum. Çünkü dua, bugünlere de dair hepimizin ihtiyaç duyduğu bir yakarış. Yaradana sığınıyoruz. Neticede hem kendi çabamızla hem akıllı hem bilimle hem de inancım gereği Yaradan’a sığınarak dua ediyorum. Ama dua ederken, bütün bu kötü duygularla, şöyle bir günde bile, böyle bir zamanda bile siyaseti ortak aklın önüne koyup, onun kurallarıyla, siyasetin bilinen bir takım kirli uygulamalarının kurallarıyla hareket etme biçimini kazanım elde edeceğim diye düşünmenin ne kadar büyük acizlik olduğunu aslında belirtmeye çalışıyorum. Dünya ve ülkemiz tarihi bir sınav veriyor. Bugün itibariyle, bütün İstanbul’da bizim birimlerimize arayarak başvuru yapan insan sayısı, 1 milyonu aştı. Yani böyle bir sayı, ‘ihtiyaç duyuyorum ve yardım talep ediyorum’ diye belediyeye başvuruyorsa, bu çok ciddi bir meseledir. Bu meselenin altından da uzlaşarak kalkabilirsiniz. Bir arada mücadele vererek kalkabilirsiniz. Hükümet nasıl anayasa tarafından tanımlanmış, yetkilerle bezenmiş anayasal devletin bir birimi ise, en az o kadar belediyeler de anayasanın tanımladığı devletin birimleri.
Biz ne yapıyoruz? Mesela bugün, 11 Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanımız oturduk, toplantı yaptık hep birlikte. Toplantıda ne söyledik birbirimize? Hep şunu söyledik: Yerel yönetim, nasıl kalkınabilir. Yerel yönetimler nasıl güçlenmeli? Çünkü sahada, vatandaşın ilk başvuru yaptığı ve destek aldığı kurumlar, belediyeler. Belediyeler, yerel yönetimler güçlendikçe, toplumsal refah güçlendirebilirsiniz. Başka bir yolu yok bunun. Yani Ankara’dan talimatla siz, Anadolu’nun her yerine ya da Trakya’nın her yerine ulaşamazsınız. Bu mümkün değil. O zaman bunun partisi olabilir mi Allah aşkına? Tam aksine, herkes bir seferberlik ilan edip, bu süreci çözmeliydi. Ancak ne yazık ki süreç, öyle işlemedi. Sıkıntılar yaşadık. Geldiğimiz noktada, bugün baktığımızda belediyeler olarak çok güzel şeyler yaptık; Ankara’sı İzmir’i, Adana’sı, Mersin’i, Hatay’ı; hepsi. Çok güzel işler yaptık, gurur duyuyorum her bir arkadaşımla. Ama inanın bütün sıkıntılı hallere rağmen, sineye çekerek, gündem yapmayarak işimizi yapmaya devam ettik. Hala çare arayışındayız.
Dönem dönem Türkiye Belediyeler Birliği’ni (TBB) göreve davet eden yazılar yolladık. Bakın Türkiye’nin yerel yönetimlerini temsil eden TBB vardır. Kanun ile varlığını tescil eden bir kurumdur ve bütün belediyeler ortaktır, üyedir. Zor günlerde, hele hele bu tür ortamlarda, tarihi sorumlulukları vardır. Bu tarihi sorumluluk üzerinden, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve unutulmaması adına, ortak hareket imkanı sağlarlar. Ama bugüne geldiğimizde, ne yazık ki yerel yönetimler adına hiçbir mücadelesi oluşmamıştır TBB’nin. Ne yazık ki sınıfta kalmıştır; ‘yok’ gibidirler. Bunu niye söylüyorum? Bütün kurumları siz, siyasi bir baskıyla, hükümet baskısı ile böyle bir manevi bir ortamda bile, böyle bir zor bir ortamda bile baskı ile yönetmeye çalışır ve kurumları zorlarsanız, böyle manzaralar çıkar ortaya. Bu sefer ister bakan olsun, ister TBB olsun, ister valilikler olsun, şu kurum olsun, bu kurum olsun; başlar yanlışlar yapmaya ve dönemin ruhuna zarar verirler. O bakımdan biz, bütün bunlardan sıyrılarak hareket ediyoruz.
Ne yaparlarsa yapsınlar, engelleyemezler. Daha güçlenerek, sorunları çözme adına adımlar atarız. Ama unutmasınlar ki; biz devletin en güçlü kurumlarından birisiyiz yerel yönetimler olarak. Sadece CHP’liler demiyorum tabii ki; Türkiye’nin bütün belediyeleri. Unutulmasın ki; halkımızın oylarıyla seçilmiş insanlarız ve de unutulmasın ki; biz, asla ve asla öyle milletin ağzından çıkan kötü sözlerle, terörist benzetmeleri ile falan hiçbir şey kaybetmeyiz. Benim her zaman söylediğim gibi; ‘Kötü söz sahibine aittir.’ Kim ne söylüyorsa, kendini tarifliyor. Biz vatanperver, halkını, milletini seven, işine kendini adamış, millet tarafından seçilmiş, demokrasinin en önemli unsurları olan yerel yönetimleri temsil eden, göğsünü gere gere görevini yapmaya çalışan belediye başkanlarıyız. Kötü sözler onlara ait olsun.
Farklı bir dönem yaşıyoruz. Bugün nereden baksanız Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs ayları, tamamen pandemi süreci ile geçti. Görev süremizin 11 ayı bitmiş olacak Mayıs ayı sonunda. Bunun 4 ayını sslında biz, korona süreciyle geçirmiş olduk. Dolayısıyla öne çıkan çalışmalar, biraz daha sosyal yardım ve sosyal politikalar ile ilgili uygulamalarımız. İstanbul’da, ilk defa yaklaşık 1 milyon 200 bin haneye eli değen, vatandaşlarımızın vicdanı olarak toplumsal ihtiyaçlarımızı karşılayan bir sosyal demokrat belediyeciliğin en iyi örneklerinden birini verme konusunda hem bütçesel hem organizasyonel hem de toplumun vicdanını harekete geçiren uygulamalarımızla ortaya koyduğumuz bu performansı çok değerli buluyorum. Tabi bununla beraber yine harekete geçirdiğimiz, ilerleyen yıllarda çok önemli bir iz bırakacak olan, okul öncesi eğitimle ilgili attığımız adım. Şu anda sahada 15’i bitmiş, 30’u devam eden, 45’e yakın noktada kreş hazırlığımız söz konusu. Bu bence çok değerli bir adım ve çok da büyüyecek bir adım. İlk etapta 150 kreşi hedefledik. İnşallah bu sayı çok büyüyecek. İstanbul’un yüz binlerce çocuğuna, okul öncesi eğitim vermenin önemli bir adımını atmış olduk.
Yine İstanbul’da, yeşil alanlar önemseyen ve hızlıca aldığımız kararlarla sadece Kemerburgaz Kent Ormanı ve Hacıosman’da açacağımız, vatandaşımızın hizmetine sunacağımız o güzide orman ile beraber, sadece iki noktada bile, yaklaşıp 4-5 milyon metrekarelik bir yeşil alanı hizmete sunmanın ve de İstanbul’un birçok noktasında bu anlamda yeni çalışmalar yapmanın gururunu yaşıyoruz. Aslında bütçe disiplinine oturtmaktan, bu kentin varlıklarını şeffaf bir şekilde vatandaşla paylaşmaktan, İstanbul’da yeşil alan tarifinden tutun birçok konuda kentsel tasarımını toplumla paylaşarak kurgulamaktan uygulamaktan söz ediyoruz. Şu anda İstanbul’un meydanlarını yine İstanbul halkı ile paylaşarak tasarlamanın sürecini yönetiyoruz. Tabii o kadar çok şey söyleyebilirim ki… Durmuş ve çalışamayan metroları, gelir gelmez harekete geçirmekten, Türkiye’nin zor ekonomik koşullarına rağmen, İstanbul’da gününe her günün dolu dolu icraatlarla ve bu yeni dönemin yenileşme adımlarla adımlarıyla, gerçekten topluma hizmet adına çok değerli bir süreci geçirdiğinizi düşünüyorum. Ekonomik anlamda zor bir dönemdi. Korona süreci ile bu çok daha da zorlaştı. Ama ona rağmen bahsettiğim işlerimiz, öne çıkan icraatlarımız diyebilirim. Ama altyapı çalışmalarımızdan birçok konuya kadar, anlatabileceğim çok şey var. Mesela pandemi sürecini çok iyi değerlendirdiğimizi, 30’a yakın noktada, gerçekten yıllardır çözülmeyen altyapı sorunlarını çözdüğünüzü, yine İstanbul’un çok sıkışık bir yaşam trafiği içerisinde birçok noktasında iyileştirme çalışmalarını sürdürdüğümüzün de altını çizmek isterim. Değerli bir süreç bizim adımıza.
Zor koşullar, insanların hem yaratıcılıklarını hem de üretme kapasitesini gerçekten ortaya çıkarır; bu bir realite. Gönlümüz şunu arzu ediyor: Türkiye’mizde ya da İstanbul’umuz da hiç kimseye muhtaç olmasın. Ama normal zamanda 218 bin insanımıza nakdi yardımda bulunuyorduk. Bu yardım miktarımız, özellikle pandemi sürecinde 281 bin aileye çıktı. Bunun yanı sıra, kendi bütçemizden yaptığımız hazırlıklar ile beraber, 500 bin aileye bir destek paketi oluşturduk ve bunun dağıtımını yapıyoruz halihazırda. Tabii bütün bu adımları atarken, toplumun böyle bir zor durumda vicdanını harekete geçirdiğinizde, olan insanın olmayan insana yardım etme bilincini oluşturduğunuz da bu aslında milli birlik ve beraberliğimizi de olgunlaştıracak bir hareketti. Dolayısıyla bütün bu harekette, biz bağışı kampanyasını başlattık. Ne yazık ki o gece, bizim başlattığımızdan bir gün sonra, hükümetin de bir bağış kampanyası başlatması ile beraber, bizim bağış kampanyamızın usule uygun olmadığı konusunda ortaya bir iddia atıldı. Hakkımızda soruşturma başlatıldı. Tabii bütün bunlar olurken, bir miktar yapılan bağışları kullandık, ki bu Yaklaşık 6 milyon civarındaydı. 3 milyona yakın paramız da birisi devlet bankası olmak üzere, diğerleri de bu talimata uyarak özel bankalarda şu anda bloke altında ve milletimiz kaybediyor. Biz, o 3 milyon lirayla, şu anda binlerce insanımıza destek ulaştırmıştık. Usulsüz bir şekilde, Vali’nin bir yazısı üzerine bankalarda paramızı bloke eden bankalara, ben bu milletin hakkını helal etmediğini düşünüyorum. Şu Ramazan ayında söylüyorum: Hakkını helal etmediği gibi, bu yanlış hareketlerinden dolayı tarih onları kötü anacak; kınıyorum. Talimatı verenler de usulsüz hareket etmişlerdir, talimatı uyan bankalar da usulsüz hareket etmişlerdir.
Bu süreç sonrasında bağış durdu mu; durmadı. Bizim bağış alma ile ilgili hiçbir sorunumuz yok. Ama bir kampanyaya dönüşmedi. Yani bir duyuruya, insanları tetikleyici bir sürece dönüşmedi ama ona rağmen biz bağışlar aldık. Ciddi bağışlar aldık. Neredeyse 50 binin üzerinde paketi, ayni bağışlar olarak vatandaşlarımızdan aldık. Nakdi bağışlar oldu. Bunları insanlara nakdi bağış olarak aktardık. Günün sonunda bütün bu sıkışıklık ortamında, insanların yoğun bir şekilde faturalarını ödeyemediklerini gördük. Sayılar öyle bir artı ki hem İGDAŞ’ta hem İSKİ’de. ‘Buna bir çare bulmalıyız’ dediğimde, arkadaşlarım çalıştılar. Çok vicdani, dünya çapında, bence özel bir modeli Türkiye’ye hediye ettiler. Niye Türkiye’ye diyorum? Şu anda İzmir, Aydın, Edirne başta olmak üzere, birçok şehrimizde bu uygulamanın başladığını ve başlayacağını görüyorum. Şu an itibariyle, neredeyse 135 bin ailenin faturası ödendi. Bunu ödeyen, bizim vatandaşlarımız gene. O kadar güzel ki; veren el, alan eli görmüyor. Tam da bizim ahlakımıza, inancımıza, vicdanımıza uygun bir biçimde. Muazzam bir örnek. Keşke bunu, birçok faturada uygulayabilsek. Bize ait olmayan elektrik faturalarında uygulayabilsek. Biz bunu, sürdürülebilir bir hale getireceğiz İstanbul’da. Sadece bu zor günlerde değil, farklı modellerde, vatandaşlarımızın dayanışma ruhunu tetikleyici, sistematik ve asla ve asla insanların duygularının sömürülmediği ve siyasi bir alete dönüşmediği bir biçimde, insanların en vicdanı şekilde yardımlarını alabilecekleri, bağışı yapmak isteyen, yardımcı olmak isteyen insanların da en güvenilir bir biçimde yerine ulaştırabilecekleri bir modeli hediye etmiş olduk, harekete geçirmiş olduk. Muazzam bir iştir askıda fatura işi. ‘Zekatınızı, fitrenizi vermek için başka adresler aramanıza gerek yok. Vatandaşa direkt ulaşan, belediyeler. Siz ulaştırdığınızda emin olun ki, biz onu kuruşuna kadar vatandaşa sizlerin bir kuruma olarak iletiyoruz. Bu görevi yapıyoruz’ demiştim. Bunu yadırgayanlar oldu. Hatta fetva vermeye kalkanlar oldu ama vatandaşımız onu dinlemedi. Aslında bu askıda fatura meselesi, inancımızın ‘Veren eli alan elin görmesin’ dediği ve tam da fitre-zekat tanımına uygun bir modele dönüşmüştür. O bakımdan da çok değerlidir. Bence dünya bunu konuşmaya başladı. Bize geliyor bunun haberleri. Bazı yayın kuruluşları, bazı sosyal platformlarında manşetlere koyuluyor farklı ülkelerde. Çok değerli buluyorum. Bence dünya bile bu modeli alıp, uygulayacak diye düşünüyorum.
Bloke edilen paralar sahiplerine iade edilmedi. Mahkemeye başvurumuz var. Hala mahkemenin adaletli bir şekilde karar vereceğine inanıyoruz ve bu süreci sonlandıracağını düşünüyoruz. Farklı belediyelerimizin de farklı miktarlarda bloke edilmiş parası var. Tekrar Altını çiziyorum; ayıptır, yazıktır, günahtır. Siyasi ihtiras üzerinden verilmiş bir karar. Daha önce de söyledim: Ne yazık ki bu, siyasi kibir üzerinden verilmiş bir karardır. Bu kararın son verilmesi gerekir. Sona erdirilsin. Bakın sabırla bekledim. Uzun zamandır bu konuda hiç konuşmuyordum ama Ramazan ayında sordunuz ve içimi acıtıyor. Gerçekten içimi acıtıyor. 100 lira, 200 lira, 300 lira fatura ödendiğinde ne denli mutlu olduğunu gördüğüm aileler, bildiğim aileler bu İstanbul’da on binlerce var. O parayla kimleri mutlu edeceğimizi hissettiğimde, içim sızlıyor. Kızıyorum da biraz açıkçası. O bakımdan bu yanlıştan bir an önce dönmelerini, mahkemenin bu konuda süre uzatmadan karar vermesini ve o parayı serbest bırakıp, vatandaşlara bizim bunu ulaştırmamızı bekliyoruz bir an önce. Kardeşim, bizi yargılıyorsanız zaten soruşturma açtınız; yargılayın. Ama bırakın bağış yapmış insanların paraları, bir an önce ihtiyacı olan insanlara ulaşsın Ayıptır, yazıktır; başka bir şey demiyorum.