İlkesiz birey, ilkesiz ulus, ilkesiz devlet olmaz. Olsa bile o, hiçe bedel bireydir, olsa bile o, kul olmaya mahkum ulustur, olsa bile o, yok olmaya mahkum devlettir. Ulu bireyler vatanı dahil her şeyini kaybetseler bile, ilkesini kaybetmez ve ilkesi uğrunda ölürler. Ulu uluslar da öyledir, “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” Bir Şarki Türkistanlı birey olarak en yüce dileğim, varlığımın güvencesi, adı “İstiklal” (bağımsızlık) olan yüce İLKEM ESEN OLSUN!
Bugün Çin, Uygurları yok etmenin tüm yollarını denemektedir. Bu yolların başında, karşı koyan-sesini yükselten Uygurları öldürmek-hapsetmek, Uygurları Çinliler arasına dağıtmak, “çift dilli eğitim” uydurmasıyla Uygurların dilini yok etmek gelmektedir. Fakat bununla Uygurlar kolay kolay bitecek gibi görünmüyor. Çin işgalci askerlerinin Şarki Türkistan’a ayak bastığı 1755 yılından beri bu, Çin-Uygur ölüm kalım savaşı aralıksız devam etmektedir. Bu zaman içinde İsyanlar Yüzyılı (1757-1865) olarak bilinen olağanüstü bir devir de yaşanırken, bu devrin sonucu olarak Yakup Bey Devleti (1865), Kaşgar Şarki Türkistan Cumhuriyeti (1933), Gulca Şarki Türkistan Cumhuriyeti (1944) kurulmuştu. Fakat haddini bilmez, tarihten ders almayan açgözlü yırtıcı Çin, Şarki Türkistan’dan kolay kolay vazgeçecek gibi görünmüyor. Uluslararası ilişkilerinden destek arıyor, para gücüyle satın aldığı Uygur hainlerinin cinayetlerine sığınıyor.
Kendi vatanı Şarki Türkistan’da yaşama olasılığı bulunmayan ve kaçmak zorunda kalan Uygurlar, çoktandır Uygur ulusunun ilkesini gündeme getirip, yurt dışında Çin’e karşı savaş bayrağını açmaktaydı. Ay-yıldız armalı Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ni yaşama geçirmek olan Uygurların bağımsızlık ilkesi, geçmişte olduğu gibi günümüz Çin’ini de çok rahatsız etmektedir. Uygurlar ilkesi uğruna yeterince bedeli ödemiştir. Son olarak 10 binlerce Uygurun istiklal uğruna sokaklara taşması ve Çinli cellatlarca kana batırılıp bastırılması olan-Ürümçi 5 Temmuz 2009 Olayı, bu Uygur ilkesinin yakın zamandaki en yalın yansımasıdır. Çin ne yapıp, ne yapıp bu Uygur ilkesini hem Şarki Türkistan’dan, hem dünyadan silmek istiyor. Çin, Uygurları kana batırma yöntemiyle Şarki Türkistan’da Uygur ilkesinin varlığına geçici olarak son verebilir, fakat bu ilkenin dünyadaki varlığına elbette son veremez
İnsanlığın bugüne kadar çektiği tüm acıların kaynağı, yalanlar ile örtülmüş gizlilikte saklıdır. Çin Şarki Türkistan üzerindeki işgalci kimliğini gizlerken, bunun ancak Uygurları-Uygur ilkesini yok etmekle mümkün olacağını çok iyi biliyor ve bu sebeple bu yolda tüm gayretini sarf etmektedir. Fakat Çin’in işgalci kimliğinin en yalın kanıtı, kendisinin Şarki Türkistan için kullandığı Shin Cang (Yeni Toprak) adında saklıdır. Çin ne yaparsa yapsın, ister güç kullansın, ister hile yapsın, işgalci kimliğini gizlemekten yoksundur. Gizlilik bitecekse, gizliliğe sığınmış güç de elbette yok olacaktır ki, bunun şahidi tarihtir. Tarih ve tarih ile aydınlatılmış insanlığın bilinci, karşı koyulamayacak-yok edilemeyecek öyle bir güç ki, tüm gizlilikler, tüm yalanlar ve tüm haksızlıklar bu güç karşısında yenilmeye mahkumdur. Gerçekler (hakikatler) kimsenin iznine muhtaç olamadan dünyayı gezer, kimsenin iznine muhtaç olmadan gücünü uygular. Buna bilimin gücü denilir. Onun içindir ki, dinlerin-dogmaların-diktatörlerin en korktuğu şey-bilimdir.
Çin’in Shang Hay İşbirliği Örgütü’nü kullanarak yürüttüğü Özbekistan’daki, Kazakistan’daki eylemlerinin, yanı sıra 08 Ekim 2010 tarihli Erdoğan-Ven Ciabao Anlaşması’nı kullanarak yürüttüğü Türkiye’deki eylemlerinin amacı Uygur ilkesini dünyadan silmek olduğu anlaşılır. Washington RFA haberine göre yakında Çin-Türkiye arasında, “Dini Sahada Yardımlaşma” olarak adlandırılan yine bir anlaşma imzalanmışmış. Bu anlaşmanın anlamı ve amacı nedir? İslam dini Arap ideolojisidir-Arap malıdır. İslam üzerinde Araplar ne kadar oynarsa haklıdır, çünkü kendi malı. Burada hayret ettiğim şu, Çin, komünist-dinsiz-diktatör bir ülke, Türkiye ise Batı yanlısı laik-demokrat bir ülke. Bu iki ülkenin din ile uğraşmasına-oynamasına anlam vermekte zorlandım, buna ne gerek var? Bilime öncülük tanımanın gereği, din, özel inanç olarak kendi haline bırakılmalı idi, inananlar inansın, inanmayanlar inanmasın. Buna devletlerin karışması çaresizliğin belirtisi olan son derece çirkin bir eylemdir. Herhalde bu eylem, Komünist Çin ile İslamcı AKP iktidarına yakışır. Düşündükçe anladım ve şu sonuca vardım: Din öyle bir varlık ki, kimin eline geçerse onun hizmetinde olur. Dine özgü bu anlaşma, bu iki siyasi güce (Çin’e ve AKP’ye) dini kullanmada uluslararası alanda meşruluk kazandırabilir mi? Asla, onların hileye düşkünlüğünü kanıtlar o kadar. Çin bu anlaşmayı, Uygurları-Uygur ilkesini yok etmek için kullanacaktır. Erdoğan ise bu anlaşmayı Türkiye’nin Atatürkçü-Laik düzenini yıkmak için kullanacaktır. Yani bu anlaşma, din ile örtülmüş bir tuzaktır. Bu tuzak diktatör Çin’e hizmet ettiği gibi, İslamcı AKP iktidarına da hizmet edecektir.
Vatanları işgal altında kalan ve en zor günlerini yaşamakta olan Uygurların ve Uygur ilkesinin bugün barınabilir ortamı hiç kuşkusuz Türk dünyasıdır. Bu dünyanın bir parçası olan Şarki Türkistan ve İdil-Ural’ın çoktandır işgale uğradığı düşünüldüğünde, en güvenilir alan hiç kuşkusuz Türkiye olmalıydı. Fakat Türkiye’nin bugünkü İslamcı AKP hükümeti, Atatürkçülük-laiklik korkusu gereği Batı’dan uzaklaşıp, kendini Rus ve Çin emperyalistlerinin kucağına atmıştır. AKP iktidarı devri, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir yüz karasıdır. Çin ve Rus üniversitelerinden unvan alan Gül’den, Ven Ciabao ve Putin ile kucaklaşan Erdoğan’dan, bağımsızlık uğruna savaşmakta olan Uygur ve Tatar kardeşlerimizin güler yüz beklemesinin elbette olasılığı yoktur. 7. Yüzyıl zihniyetiyle 21. Yüzyıl ulusal devleti elbette yönetilemez. Yönetilse bile bu yönetim ancak dinsel diktatörlük olur.
Sonuç şu ki, Çin, yurt içindeki ve yurt dışındaki Uygur hainleri ile birleşip Uygurların ulusallığını yok edebilir. Fakat Uygurların ilkesine bağlı ulusçu bireylerini asla yok edemezler. Tarihe mal olmuş Uygur ilkesi ise, Uygur adı var olduğu sürece var olacaktır. Tarih fırsatlarla doludur. Türk ulusu Araplar gibi yalana yatkın din üreten ulus değil, bilime yatkın çalışkan ulustur ki, tarihin akışı içinde uzak geçmişindeki gibi özgürlüğünü-bağımsızlığını koruyarak, saygın yaşam yoluna devam edecektir. Bir gün gelecek Uygurların istiklal ilkesinin ortamı oluşacak ve Uygur adından gurur duyan herkes kulluktan kurtulup ulusal yaşamına tekrar geri dönecektir. Yaşasın, Uygurların Kaşgar Olayının (2008) kahramanları Abdurahman Azat, Kurbancan Hemit gibi ilkesine bağlı ulusçu bireyleri! Yaşasın Uygurların istiklal (bağımsızlık) ilkesi!
Uygur ulusçularının şu günlerde yapacağı iş, tüm olasılıklardan yararlanıp, yurt içinde ve yurt dışında istiklal seslerini yükseltmektir. Bu seslerin birikimi zamanla mutlaka güce dönüşecektir. Dünyamızın yarış-rekabet ve bir savaş alanı olduğu düşünülürse, uluslar, verdiği kurbanları kadar bağımsız-özgür yaşamaya haklıdırlar. Buna yaşam için savaş kanunu denilir. Hiçbir birey ve hiçbir ulus bu kanunun dışında yaşamını sürdüremez. Savaşı göze alamayanların-yenilenlerin-zayıfların yaşama hakkı yoktur. Dünyamız güçlünün aynı zamanda haklının yaşayabileceği dünyadır.
Biz Türkler bilime yatkın ilkesiyle, dogmaları-yalanları ret eden yaşam tarzıyla, savaşçı kimliğiyle şanlı ve uzun bir tarih yaratmış ulu bir ulus idik. Maalesef tarihimizde uzun bir devir cereyan eden Arap-Çin-Rus saldırıları sonucu, bugünkü işgal edilmiş ve işgalcilere muhtaç olan duruma düşürülmüşüzdür. Tek çare, hayatta kaldığımız sürece bu ezeli ve ebedi düşmanlarımıza karşı savaşmaktır. Diz çöküp yaşamaktansa, dik durup ölmek, tarihimizin derinliklerinden gelen kutsal bir ilkedir. Ulu Atatürk’ün deyişiyle, “YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM!”