lutfu-sahsuvaroglu
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Vatan–Millet-Sakarya (I)

Vatan–Millet-Sakarya (I)

service
0
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Vatan, millet, Sakarya” kavramı bir zamanlar bu milliyet değerleriyle dalga geçmenin bir aracı idi. Allah’a inanan ve mesuliyet hissi derin olan milletin ruh kökünden koparılması için bir strateji yürütenlerin iğrenç taktiğiydi. Bu kavram bir zamanlar, küresel dayatma ve algı sisteminin ‘dalga geçme’ aparatı olarak kullanılıyordu. Gerçekte bu üçleme; Arvasi’nin üçlemeleri (1) akıl, zekâ, vahiy –objektif bilgi, subjektif bilgi, mutlak bilgi-otomatizm, içgüdü, şuur-mekân, zaman, yaratan-madde, hayat, ruh-ayniyet, benzerlik, hürriyet-yokluk, oluş, varlık gibi üzerinde yeniden durulması gereken bir zihnî dirilişi ihtiva etmektedir. Vatan nereye kadar uzanırsa millet o kadar geniş sosyolojik ve siyasal birlik zemini oluşturur. Sakarya ise bu bütüncül ikilinin çekirdeğini… Gökalp’ın Oğuz’u bir nevi…
 
Sakarya, bugün Fırat’a olan aşkıyla bu küçük Anadolu coğrafyasında vatan ve millet kavramsal savunmasını icra eyliyorsa, mazide çok daha uzak deryaların telakkilerini içinde barındırıyordu. Tarih boyunca Türklük iki nehrin arasında vatan ve millet örgüsü geliştirdi. Sakarya Fırat bugünü temsil ediyorsa, Amuderya-Siriderya, Maveraünnehir, Aral’dan Tuna’ya, Hazar’dan Akdeniz’e, Volga-Tuna, Volga-Çin Denizi söylemleri de inkâr edilemez bir Kızılelma edebiyatını yani vatan-millet örgüsünün tarihsel derinliğini hatırlatmaktadır.
 
Vatan ve millet telakkilerinin tarihsel derinliği sadece bu Kızılelma edebiyatı ile açıklanacak bir olgu değildir. Meslekî, teknik, maddî temelleri de vardır. Mevzuat geliştirme, hukuk sistemi meydana getirme ameliyesi daha köklü genetik kodlar taşımaktadır. Meselâ Osmanlı kanunnamelerinin teşkilinde İslam hukuku ve bilinen dörtlü çözümlemesi ‘Kur’an, Sünnet, İcma-i ümmet, kıyas-ı fukaha’ temel alınırken ve bütün fetvalar, kanun ve yönetmelikler(!) buna göre yazılmaya çalışılırken kadim yasalar da göz ardı edilmemiştir. Bugün bile geleneksel olarak var olagelen söyleme göre “Kuran’da ararım, yoksa sünnete bakarım, yoksa icrayı ümmet ve kıyası fukaha, onda da yoksa töreye bakarım” sözü Osmanlı hukuk sisteminin özüdür. Ancak bütün bunlarda bulunamayan içtihat gerektiren haller mevzuunda kadim yasalardan mesela Cengiz yasaları, Hammurabi yasaları hep dikkate alınmıştır. Özellikle mer’a hukuku tamamen Cengiz yasalarının vazettiği biçimde oluşturulmuştur. Çünkü Cengiz yasaları, o devrin sosyolojik ve ekonomik şartlarının bir mütemmimidir. Hayvan sürüleriyle hareket felsefesini hayata geçiren iktisadi ve iktisadi yapı hayvan haklarını öne çıkarmak zorundaydı. Sürülerin beslenmesi ön önemli meseleler arasındaydı. Göçerlerin sürülerini otlatması şehir ve köylerde yaşayan tarım ve zanaatçı toplumlarının, ya da tımarlı sipahilerin haklarının öne çıktığı Osmanlı toplumunda bile önemini korumuştu. Kanunnameler incelendiğinde görülecektir ki, göçer köylüye, köylü sipahiye karşı korunmuştur. Çünkü Osmanlı, üçünün de yaşaması ile ayakta kalabilirdi. Tarım toplumu inkâr edilemez önemdeydi. Hatta denebilir ki Osmanlı bir köylü imparatorluğudur. Buğday en önemli ve sürekli üretilmesi gereken üründür. Ordunun ekmeğe, peksimete ihtiyacı geri plana itilemez. Köylünün buğday üretmesi lazımdır. O yüzden üç yıl üst üste ekilemeyen toprakların kullanım hakkı başkasına geçebilirdi. Tımarlar da vergilerin toplanması; askeri düzenin ve savaşlardaki hareket kurumunun ihyası için elzemdi. Fakat kadim olan mer’a ve göçerlik de yok edilemezdi. Kanunnamelerde bir buğday tarlasının meyve bahçesine dönüştürülmesine genellikle izin verilmezdi ancak böyle bir şey vuku bulmuşsa gerekli farkın ödenmesi durumunda ve belli bir süre gözetilerek (çoğunlukla on yıl) bahçe yıkılmazdı. Fakat mer’a “kadimden beri mer’a” olduğu için üzerine kurulan tesis isterse cennet bahçesinden bir köşk olsun yıktırılırdı. Şu hükme bir bakınız: “mer’a kadimden beri mer’a olduğu için onun üstüne bir ev yapanın ahretteki evi de tarumar edile…”
 
Yani gidiniz yıkınız dendiği gibi, beddua da ediniz deniyor. O kadar vahim bir durum demek ki…
 
“Osmanlı köyü, tarlaları, otlağı ve çayırı sınırlandırılmış, defterlerde ve kadı hüccetlerinde territorial varlığı tesbit edilmiş idarî bir ünitedir; sipahilerin birbiri karşısında veya diğer idari üniteler, örneğin vakıflar karşısında, haklarını belirleyen bir birimdir. Osmanlı köyü, esas sosyo-ekonomik yapısı bakımından, raiyyet çiftlikleri üzerinde bağımsız üretim yapan çift-hanelerden oluşmuş bir köy toplumudur”. “Büyük kitlelerin geçimi, geçimlik ekonomi, ordunun ve şehirlerin iaşesi hububat ekimine, başlıca buğday-arpa ekimine dayanır. Darlık ve açlık hububat ekimindeki noksandan gelir. Tarla, bağ ve bahçe haline getirilemez.”
 
(Devamı Yarın)

Vatan–Millet-Sakarya (I)
+ - 0

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.