Tutarlı olabilmek son çeyrek asrın Türkiye’sinde hayli zorlaşmışa benziyor.
Hemen bütün köşe yazarları, hemen bütün siyasiler, hemen bütün televizyoncular bu son çeyrek asırda mutlaka ama mutlaka çelişkili ifadelerin sahipleri.
Ama şu kadar, ama bu kadar…
Tutarlılık önemli bir haslet haline geldi.
Halbuki asgari aydında aranması gereken bir normal hal olmalı değil miydi?
Elli yıldır yazıyorum.
Çocukluktan beri…
Çok hareketli bir hayatım oldu.
Binlerce müstear da yazdım…
Onlarca gazete dergi çıkardım.
Onlarca sivil toplum örgütünün idareciliğini yaptım.
Her kademede bürokraside çalıştım.
Tek bir satırımı bile inkar edemem.
Ne yazdıysam ve ne yaptıysam odur.
Fakat bırakın çeyrek asrı son iki yıl içinde bile insanların bir kısmı ama önemli bir kısmı daha önce ne dediyse şimdi tam tersini söylüyor.
Bu kadar olur.
Bunlar sokaktaki adam olsalar neyse…
Bunlar ne yazık ki toplumun katmerlileri…
Katma değerin en önemli kısmına çökmüş, artı değeri gasbetmiş, kalburüstü insanlar.
Sürekli ama sürekli beslenmişler.
Cemaatten beslenmişler, ABD’den beslenmişler. Utanmamışlar askerden beslenmişler. Devleti soyup soğana çevirmişler.
Hiç de yüzleri kızarmamış.
Bir dedikleri bir dediklerini tutmuyor.
İnsan biraz tutarlı olur.
Adam kanaldan haykırıyor. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi demeyen bilmemne çocuğudur diye…
Aradan fazla bir zaman geçmiyor.
Adam bu sefer yine haykırıyor.
FETÖ Terör Örgütü demeyen o.. ç.. diye…
Sahibi de öyle…
O da aynı hal ve gidişat örneği sergiliyor.
Kişiler tutarsız da devlet tutarlı mı?
Ne yazık ki devlet de son çeyrek asırda pek tutarsızdı.
Eski bildiği usulü uygulayarak yine badirelerden kurtulacağını zannedip durdu.
Hani o meşhur kavgaya dayalı istikrar programını…
Onu buna çatıştırarak kendini aradan sıyırmak ve devletin idamesini sağlamak…
Son zamanlarda edilgen iç ve dış siyasetimiz ne yazık ki devletteki tutarsızlığı daha bariz hale getirdi.
Askerimizin başına çuval geçirildi neredeyse zafer olarak büyük bir feraset olarak algılamaya çalıştık.
Kobani’de tuhaf bir terör örgütü ile işbirliğimiz ayyuka çıktı. Onu da büyük bir diplomatik zafer diye sunmaya çalıştık.
Suriye’de ve bütün güneyimizde bir kısım terör örgütleri küresel güçlerin vekalet savaşlarında işbirliği ve sözümona çatışmalar gerçekleştiriyorlardı biz de bir ona bir öbürüne yatıyorduk.
Sonra o meşhur kabir transferi… ala-yu valayla taşıdık Süleyman şahımızı…
Büyük bir zafer gibi de takdim etmedik mi?
Ne yani Davutoğlu tek başına mı yaptı bunu?
Kabir transferinin stratejik derinlik olduğu hangi tarihte yazıyor?
Fakat bugün gelinen noktada Fırat Kalkanı Harekatı diğerlerinden biraz farklı gözüküyor.
Her ne kadar bu operasyonla ilgili de kuşkular hala giderilmemiş, bir takım tuzaklar olduğuna dair imgeler olsa da zamanlaması ve yürütülmesinde eskiden yapılanlara göre daha kararlılık ve tutarlılık gözlemleniyor.
Kobani’den bu yana ne yazık ki Türkiye çok kan döktü. Çok can verdik. Çok fazla maliyeti oldu tutarsızlığımızın ve stratejik derinliğimizin.
Güya sıfır sorunlu dış politik manevrasızlığımızın…
Ama Cerablus en azından Türkmenlere büyük ümit verdi.
Devlet artık bu tutarlılığını ve uluslararası camiada destek mekanizmalarını daha da geliştirerek kalıcı bir konu komşu siyaseti ortaya koymalıdır. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ısrarla vurgulaması ve bunun ABD yetkililerince de tekrarlanması önemlidir.
Suriye politikasında eski edilgen yapıdan daha ziyade şimdi Rusya ve İran ile yakınlaşılmıştır. Burada terör örgütlerinin üzerine gitmede daha zengin argümanlar geliştirebileceğine dair daha çok senaryo ve proje geliştirme çalışabilir ülkemiz bürokrasisi ve siyasetçileri…
Ülkemiz terörden çok çekti ve hâlâ da çekiyor.
Ama tutarlılık ve demokrasiye sahip çıkma iradesi bütün silahlardan güçlü bir maniveladır.
Şimdi daha çok akıl ve diplomasi vaktidir.
Ordumuz şanlı zaferleri peş peşe müjdelerken, Halep’in de kurtarılmasıyla birlikte yeni bir barışın dilini üretebilecek her meslekten kalifiye insana ihtiyacımız vardır.
Edebiyattan tarihe, her türlü mühendislikten gelecek inşasına kadar…
Patlak gözlü bir vaizin tapınak şövalyeleri gibi kurguladığı bir gelecek değil bu…
İlimle ve irfanla örülmüş bir büyük ülkü olmalı…

