Bir toplumdaki insanlar kendilerini güçsüz ve çaresiz hissediyorlarsa kendilerini adayabilecekleri bazı putlara ihtiyaç duyarlar. Bu aldatıcı durumdan sıyrılabilmenin tek yolu, insanın kendi gerçek yerinin ve güçlerinin tam olarak bilincine varabilmesidir.” (Erich Fromm)
İnsan dünyada sayısız güçlüklerle karşılaşır. Para, gıda, hastalık, sağlık, ölüm, yönetim, güvenlik vs. Bir kısmımız bu güçlükler karşısında yılmaz; mücâdele eder, ölünceye kadar umut ve direncini kaybetmez. Bir kısmımız da yılar; umutsuzluk, güçsüzlük ve çaresizlik içinde ölür gider.

Bu iki insan türüne baktığımızda sonuç şu oluyor: Umutla yaşayan, çalışan, yılmayan insanların başları diktir, geçicileri putlaştırmazlar, haksızlıklara boyun eğmezler. Böyleleri yaşarken ve öldükten sonra saygıyla anılırlar. Umutsuzluk ve çaresizlik içindekiler de mutsuz ve güçsüz, köle gibidirler, üretici değil tüketicidirler, para gibi harcanırlar, yüzkarasıdırlar, hiç saygı görmezler.
Evrenin en güçlü, en büyük varlığı insandır. Çünkü evreni keşfeden, yaptığı buluşlarla evren ve içindeki tehlikeleri hizmetinde kullanan insandır. Şu dünyaya bakın, insanoğlu her şeyi kendi rahatı için kullanıyor. Böyle bir varlığın çaresizliğe düşmemesi, gücünün bilincinde olması gerekir.
Gerçek bu iken insanlar neden âcizler, kendilerini ezdiriyorlar? Güvensizliklerinden, korkaklıklarından, aldıkları eğitim ve öğretimden, birkaç üçkâğıtçıya sürü olduklarından vs. Eğer biz güven sâhibi olursak, bağımsız düşünürsek, bağımsız yaşamaya alışırsak, bu sorunu aşarız.
Güçsüzlük ve çaresizlik gibi duygular insanları küçültür. Küçülen insanlar büyük sanılan insanlara tapınırlar; bazı insan ve geçici değerleri putlaştırırlar. Şimdi Türkiye’de bu var. İlk Çağın insanları ateş, güneş, baykuş gibi varlıklara tapınmışlardı. Ortaçağın insanları papaz, kral gibilerini putlaştırmışlardı. İlk ve Ortaçağın insanlarını bu hastalıklar öldürdü. Daha sonra insanlar akıllarını çalıştırmaya, kölelikten kurtulmaya başladılar. Şimdi şaşılacak olan şu: İleri dünya uluslarının bu başarısına karşın Türkiye ve halkı Müslüman olan ülkelerin insanları İlk ve Ortaçağın insanları gibiler; düşüncesizlik ve tembellikleri yüzünden “şeyh, kutup” maskeli insanlara tapınıyorlar, “Allah sıfatlı reislere, peygamber edalı liderlere” adak kurbanı oluyorlar.
Adak kurbanı olmamanın yolu: “Dünyanın en sütün ve en büyük varlığı insandır. Benim diğer insanlardan geri kalır bir yanım yok” diyeceğiz. Bu inanç ve bilinç büyük bir erdemdir. Dünyayı böyle kişiler değiştirmişlerdir. Gözümüzün önündeki şu makam, rütbe, para, akraba, hatır-gönül denen şeyler var ya, bunların her biri bizim ayaklarımızda birer köstek, bileklerimizde birer kelepçedir. Bunları kırıp attığımızda ayak ve kollarımız serbest kalacaktır. Sıkıntılardan kurtulmak için yüksek dağları yaracağız, Ergenekon’dan çıkışı tekrarlayacağız. Anadolu’nun işgâl yıllarını hatırlayalım. Bir cesur devrimcinin öne çıkışı, bir avuç yorgun ama cesur halkın: “Ölmedim, ölmeyeceğim” deyişi bugünkü Türkiye’yi yarattı. Adak kurbanı olmak yerine insan gibi yaşamak…