Karşımızda Türkiye Cumhuriyeti’nde 2002 yılından bu yana iş başında olan AKP iktidarı var. Televizyonlarda da saldırı, baskın, kaçırma, yakma, yıkma ve al bayraklara sarılmış tabutlarla topraklara verilen şehitlerle ilgili görüntüler var. Dahası onuncu yılını tamamlamak üzere olan bu iktidarın sınır ötesi harekât için TBMM’den yetki alan bir de tezkeresi var. Bu iktidar daha önce de TBMM’den sınır ötesi harekât için tezkere çıkartmıştı. Bu tezkere bir yıl daha uzatılacak.
Keşke kan döken, kan yiyen, kan içen terör olmasaydı ve bu tezkere de çıkartılmasaydı. Keşke iktidar sınır ötesi tezkereye ihtiyaç duymasaydı.
Ancak burada bir çelişki var, ona da dikkat çekmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bir yanda gücünden ve hikmetinden sual edilmez bir iktidarınız var. Davos’ta “one minut” çeken, Avrupa Parlamentosunda “Fransız’ı Fransız kalmakla” itham eden, BM’de küresel odaklara meydan okuyan bir başbakanınız var.
Diğer yanda öğretmenleri kaçırılan, karakolları saldırıya uğrayan, şantiyeleri basılan, yollarına mayın döşenen, sokak ortasında teröristlerin kadın çocuk demeden infaz yaptığı, hamile kadınların kurşunlandığı bir Türkiye var.
İşin özeti kendisini kayıtsız şartsız destekleyen televizyonları, gazeteleri, bürokrasisi, televizyon aydını, sivil toplum kuruluşu ve burjuvazisiyle Türkiye Cumhuriyetinin en güçlü propaganda mekanizmasına sahip bir iktidar Türkiye’yi yönetiyor. Her istediği yasayı çıkartabilecek gücü olan, hatta Kanun Hükmündeki Kararnamelerle TBMM’ye de sormadan, devleti yapılandıran, hikmetinden sual edilemez, her şeye egemen olan bir iktidar var.
Diğer yandan yürek yakan, kan döken, anaları ağlatan terör var. Hemen her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının yarınından kuşku duyduğu bir Türkiye var.
Yine ne yaptığını bilen bir terör örgütüyle onunla nasıl mücadele edeceğini bilmeyen kafası karışık bir iktidar var Türkiye’de.
Unutmamak gerekir ki devletin ve milletin güçlü olması yetmez; onu yöneten iktidarların da bu gücün farkında olması gerekir. Zira fil gövdelerin toplu iğne başıyla yönetildiği görülmemiştir.
Yaşadığımız gerçekler iktidarın olan bitene yanlış teşhis koyduğunu ve bazı şeylerin de yanlış gittiğini gösterir niteliktedir. İktidarın terörle müzakere ya da mücadelesini bu bağlamda irdelemek gerekir.
İşte tam da bu noktada sınır ötesi harekât bir gereklilik midir sorusu, cevaplandırılması gereken doğru sorudur.
Bu soruya en güzel cevabı sınır ötesi harekât yapılması düşünülen Kandil ve havalisindeki terörist elebaşlarının sözleri verecektir.
Zap’taki kamptan Türkiye’ye sızdırdığı teröristlere, silahlı/bombalı sabotajlar ile adam kaçırma eylemi yapmaları için emir veren terörist ele başısı şu talimatları iletiyor: “Her bölge kendi içinde ’şeytani’ eylemler yapsın. Türkiye’yi cehenneme çevirin. Arazi kontrolü tamamen bize geçti. Araziye hâkim olduk. Bunu iyi kullanın; güvenlik güçlerine her fırsatta eylem düzenleyin.” Sınırın öte yanındaki terörist başının güvenlik güçlerine dönük eylem yapmayan bölge sorumluları, bölük ve tim komutanlarını ’ölümle’ tehdit ettiği güvenlik birimlerinin elde ettiği istihbaratlar arasında var.
Terör örgütünün Kandil’deki eli kanlı diğer ele başısı da “24 saat içinde Türkiye’de istediğimiz herkesi öldürtürüz” dediği de bir köşe yazarının yazdığı son yazıları arasında vardır.
Sınırın öte tarafı, sınırın beri tarafındaki insanlar için hayati tehdit oluşturuyorsa sınır önemini kaybeder. Devletler ve milletler terör tehdidi altında yaşayamazlar. Kan dökmek amacıyla eğitim yapıldığı, teröristlerin güven içinde olduğu her yer hukuk devleti için tehdittir. Vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak devletin birinci görevidir. Özgürlükler yaşayanlar içindir. Ölüler için özgürlük ve hukuk anlamsız lâkırdılardır.