İhanet ve duyarsızlık! İçinde bulunduğumuz günlerde ülkemizi en çok tehdit eden kavramlar belki de bunlardır. Bölücü propagandanın doruğa ulaşması ve gerçekleştirilen faaliyetler, durumun en büyük göstergesi olarak öne çıkıyor. PKK terör örgütünün ve Kürtçülüğün toplum algıları ve dinamiklerinde meşrulaştırılmaya çalışılması, gelinen sürecin olumsuzluğunu gayet iyi bir şekilde anlatmaktadır. İşin en acı yanı ise tanınmış birçok gazeteci ve sözde aydının, ağız birliği etmiş ve organize olmuşçasına bu girişimlere katkıda bulunmasıdır.
Gelinen süreç öyle bir aşamaya girdi ki, terörist başı Abdullah Öcalan avukatları aracılığı ile bazı gazetecilere beğeni ve selam yollamaya başladı. Hatta bazıları bu selamdan hoşlanmışçasına “Ve aleykümselâm Apo” başlığı ile ara manşet bile attı. Türkiye her dönemde etki ajanları ve hainler ile uğraşmıştır. Fakat tarihimizde günümüzdeki gibi bir ihanet denklemine ancak İstiklal savaşı yıllarında rastlanabilir. Zaten bu faaliyeti yürüten unsurlar genel olarak, Türklük şuuru ve anlayışı ile kavgalı kişilerdir. Medya faaliyetleri içinde gittikçe pervasızlaşan bu tutum, durumun ciddiyetini daha iyi ortaya koyuyor. Geçmişte vatan hainliği olarak nitelendirilebilecek söylemler günümüzde “düşünce özgürlüğü” kisvesi altında topluma yutturulmaya çalışılıyor. “Çözüm” başlıkları altında bölücü ve Kürtçü açılımlar, kurtarıcı ilaç kisvesinde toplumun damarlarına enjekte edilmeye çalışılıyor. Damara enjekte edilenin, bir ilaç değil de zehir olduğunu insanlar ayırt etmekte zorlanıyor.
Türk medyasının içinde bulunduğu durum, fazla söze gerek bırakmayacak biçimde ortadadır. Toplum algılarına yönelik duyarsızlaştırma ve yönlendirme faaliyetleri hız kazanmıştır. Terör örgütünü ve uzantılarını meşru kılmaya yönelik en büyük destek, yine doğrudan veya dolaylı olarak medya içinde ki unsurlar tarafından sağlanmaktadır. Türk toplumu ise, bu kitlesel manipülasyon silahına zihinsel anlamda direnmekte zorlanmaktadır. Yetkili kurumların bu mesele karşısında ki etkisiz tutumları ise başlı başına bir sıkıntı arz ediyor.
Geçtiğimiz günler içinde, benliğimizi en çok sarsan olaylardan birisi 6 Temmuz tarihinde Yüksekova kent merkezinde gerçekleşen kalleşçe saldırıydı. İki uzman çavuşumuz bu saldırı sonucunda kent merkezinde, gündüz vakti şehit düştü. Yerde yatan bedenlerini sergileyen fotoğraflar bazı internet sitelerinde kare kare sergilendi. Olayın psikolojik etkisi dışında bir diğer can alıcı nokta, TV kanallarının ve “büyük medya” diyebileceğimiz unsurların bu olaya yönelik duyarsız bakış açısıydı. Bu sarsıcı olay bazı TV kanallarında birkaç dakika ile geçiştirilirken, bazı TV kanallarında ise hiç yer bulamadı. Zira medyanın tamamına yakını o tarihlerde ülkemiz açısından “pek önemli ve mühim!” olan “şike skandalı” ile “yemin skandalına” kilitlenmişlerdi. Anlaşılan yaratılan suni gündemler, iki Türk askerinin kent merkezinde gündüz vakti şehit edilmesinden daha önemli bazıları için.
Normal şartlar altında tüm Türkiye’yi ayağa kaldırması gereken bu olay medyanın ve toplumun duyarsızlığı sonucunda geçiştirildi ve gitti. Resmi kurumlar ve yetkililer, bir kez daha devlete meydan okumaya yönelik bir hamleyi sineye çekerek geçiştirdi. Çünkü onlarda o saatlerde, toplumumuz açısından “hayati!” önem taşıyan şike ve yemin skandalları ile uğraşmaktaydılar.
2006 İsrail-Lübnan savaşını hatırlayın. İsrail, Lübnan’a saldırmasının ve yerle bir etmesinin gerekçesi olarak kaçırılan askerlerini ve Hizbullah’ın saldırgan tutumunu göstermişti. İsrail-Lübnan çatışması ile bizde ki terör faaliyetleri benzer özelliklere sahip olmasa da, ülkelerin duyarlılık ve tepki kriterlerini karşılaştırmak açısından önemli bir örnek. İsrail bu olayda haksız olmasına rağmen, çıkarları doğrultusunda böylesine cesur bir hamleyi hayata geçirebilirken, Türk devleti sonuna kadar haklı olduğu bir konuda duyarsız kalabiliyor. Mesele her zaman ki gibi “geniş çaplı operasyon başlatıldı” şeklinde ki klişe ifade ile geçiştiriliyor.
Meselenin en can alıcı noktası ise, toplumun içinde bulunduğu duyarsızlık ve etkisizlik halidir. Bizim için en tehlikeli olan tehdit budur. Bugün bölücülüğe ve saldırılara göz yuman bir millet, yarın parçalanmaya ve dağılmaya da ses çıkartamaz ve tepki veremez duruma gelir. Bu sebepledir ki, toplumun silkinmesi ve üzerinde ki ölü toprağını atması her şeyden daha önemlidir. Aksi takdirde toplumun daha kötü günlerde şikâyet etme hakkı bile olmayacaktır.