Bir ara arkadaşlardan biri "siyasi içerikli bir yazı yazabilir misin?’’ diye sormuştu. Ben,’’insanların gözüne sokarak yazmayı sevmiyorum.’’demiştim.
Yaşadığımız bu günlerde ve bu ortamda; Bırakın yazmayı, en küçük bir cümlemiz, hatta kullandığımız tek bir sözcük dahi, kendi siyasi fikir, birikim ve tercihlerimizin içsel çağrışımları değil midir?
İstediğimiz kadar, politik konuşmayacağım, siyasisi yazmayacağım deyin, yaşadığımız veya dayatılan gündemin dışına çıkmamız çoğunlukla mümkün olmuyor.
Deneyelim isterseniz. Yolda bir ahbabınızla karşılaştınız:
-Merhabalar, nasılsınız üstadım?
-Sağ olun, sağ olun, bildiğiniz gibi azizim, bu ortamda ne kadar iyi olunabilirse işte…
-Allah iyilik versin, iş-güç nasıl?
-Valla ne diyeyim ki… Zor günler… Önümüzü göremiyoruz, yatırım yapamıyoruz yaptıklarımızla ilgili de kaygılarımız var, kur aldı başını-gitti, zamlar ha keza…
-Türkiye ve Türk ekonomisi fazla etkilenmedi diyorlar ama…
-Nasıl etkilenmedi üstadım… Üretim yok, sürekli tüketiyoruz. Meselâ ben, ara maddeler dâhil tüm hammaddeyi dışarıdan alıyorum, üretim ve işçi maliyeti, vergi, SSK, fazla mesai falan derken kârdan geçtim maliyeti kurtarmanın çaresini arıyorum. Vallahi daha 10 sene önce, 5-10 yıllık programlar yapardık şimdi neredeyse günlük yaşıyoruz. Haa, bir de haftalık çalışma saati kırk saate düşerse yandı gülüm keten helva… Yaaa arkadaş biz bu kadar zengin bir ülke miyiz? Anlarım; İşçi hakları, çalışma koşullarının iyileştirilmesi vs. Zaten çalışan fazla mesaisini alıyor. Bu taslak yasallaşırsa ya mesaide daha fazla adam çalıştıracağız ya da eleman takviyesi yapılacak. Her iki durumda da, üreticinin sırtındaki kambur biraz daha büyüyecek. Yani "üretmeyin fabrikalarınızı kapatın gidin.’’ Demektir bu…
Dostlarla konuşmalar, bu minvalde uzar gider.
Üretici tarafından baktığınızda durum bu. İşçi, yani üretimi yapan tarafından düşünecek olursanız da tam tersi çıkar ortaya. Şu an hangi sektöre bakarsanız bakınız benzer sıkıntıları göreceksiniz. Tabi ki tamamen farklı konularda da olsa, toplumun genelinde, memnuniyetsizlik ve endişe hakim. Çoğumuz mutsuz ve umutsuz.
Eskiden; iş-güç, çoluk-çocuk nasıl? Sorusunun cevabı "Ellerinden öper amcası, şükür iyi, okula gidip geliyor.’’ gibi basitken, şimdilerde "Valla bizim oğlan üniversiteyi bu sene de kazanamadı, yine dershane parası’’ veya ‘’ okul bitti, askerlik bitti, diploma var, iş yok, evlilik de kapıda. Ne yaparız, nasıl yaparız bilmiyorum. Allah sonumuzu hayr’etsin.’’
Buyurun işte, yine gündemden kurtulamadınız.
Güzel ülkemin gündemi terör, Silivri, anayasa, ekonomi, eğitim, sağlık, BOP ve AB olunca söylediğiniz her cümle her sözcük doğrudan; Siyaseti, politikayı çağrıştırıyor.
Evde eşimizle veya sevgilimizle yaptığımız sohbetlerde siyasetin dışına çıkamıyoruz. Romantik bir akşam yemeğinde bile ülke gündemi, sevda sözcüklerinin önüne geçiyor.
Elbette ülke ve dünya gündemi bizi ilgilendirmeli hem de çok ilgilendirmeli. Bu güzelim topraklarda BOP ‘nin en önemli ayağı olarak oynanan; Ülkenin temel değerlerinden, benliğinden koparma, kimliksizleştirme ve yeni bir imaj yükleme gibi sinsi oyunlar, halkımız üzerinde son derece ciddi, zihinsel ve kültürel bir sarsıntı yaratmaktadır. Bu hastalıklı hâl her birimizi farklı olarak etkilemekte; kendimize veya başkalarına karşı güvensizlik, aşırı güven, bencillik, yalancılık, inkâr gibi birçok olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir.
İçimizi belki de en acıtan şeylerden biri, birçoğumuzun hiç de ehil olmadığımız konularda yanlış ve eksik bilgilerimizle "ahkâm’’ kesiyor olmamız.’
Ancak "Balık baştan kokar’’ değil mi?
İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu olup da Anayasaya Mahkemesi Başkanı olan ilk hukukçu! Bizde. Sanırım dünyada bir örneği yoktur. O nedenle adaleti herkes başka yerde arıyor…
Televizyon kanalları akşama kadar tıp eğitimi almamış doktorlarla! Sağlık sorunlarına çare arıyor, kendi aile meselelerini seksen milyonun önünde tartışmak moda. Etik, reyting uğruna feda…
Kınalı kuzuların her gün bir veya birkaç tanesinin şehit haberi ocakları tutuşturuyorsa, çocuklarımızın geleceği Allah’a emanetse, Ülke; İçeriden ve dışarıdan sürekli tecavüze uğruyorsa "siyaset konuşmayacağım, yazmayacağım ya da ilgilenmiyorum" demek, diyebilmek mümkün mü? Dahası yine bizden, camiamızdan ve de camia dışından MHP, ülkücüler ve milliyetçiler üzerinde -nedenleri hepimizce malûm- bu kadar mesnetsiz saldırılar yapılırken…
Hâl böyle olunca; Kiminle olursak olalım "iki lafın belini kıralım" desek o iki laftan biri mutlaka ülke ve dünya gündemi ile politika…
Ve tabi ki kırılan bel, yine bizim belimiz.