Başbakan “hükümet programı”nı okurken ağzından bal damlıyor gibiydi. O konuşmayı dinleyenlerin dilinin ucuna ekonomiyle ilgili olarak meşhur ilahinin “kanatlandık, kuş olduk, uçtuk elhamdülillah” mısraları gelmiş olmalıdır. Başbakan’a göre Türkiye’deki büyüme baş döndürücü. Milli gelir %8.9 artış ile almış başını gidiyor, kişi başına gelir 10 bin doları aşmış, Merkez Bankası rezervleri dövizle lebalep dolu, İstanbul, Finans Merkezi oluyor, büyük kentler için çılgın projeler birbirinin ardından devreye sokuluyor.
Hemen başından yazalım; Ekonomisini kendi fiziki, insani ve entelektüel kaynaklarına dayandırmayan hiçbir ülkenin geleceği yoktur. Ekonomiyle ilgili her şeyin gerçekte üretime dayalı olduğunu herkes bilir. Üretim, üretkenlik, verimlilik, etkililik esasına dayanmayan ekonomik yapı sürdürülebilir değildir.
Yabancıların parasıyla, faizle, döviz borçlanarak, yabancı ülkelerde üretilen malları ithal etmek ve bunu da vatandaşları faizle borçlandırarak tüketmekten ibaret bir büyüme hormonludur. OECD ülkeleri içinde en yüksek büyüme oranına sahibiz. Ama cari açık ve dış ticaret açığı konusunda da rekor kırıyoruz. Böyle bir ekonominin sürdürülebilir olması ancak devasa borçlanmalara, tepeden tırnağa her şeyi ithal etmeye ve çığırından çıkmış tüketim çılgınlığına bağlıdır. Kısacası üretme yerine tüket, imal etme yerine ithal et, tasarruf etme yerine borç et, icat etme yerine taklit et esası üzerine oturan bir ekonomik model sürdürülebilir değildir. Böyle bir model ticaret ve tüketim toplumu yaratır.
Türkiye, ihracatının %70’ini aşan kısmını ithal girdiyle sağlamaktadır. Cari açık 62 milyar doları aşmıştır. Dış ticaret açığı aylık olarak Mayıs ayında 10.057 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 2010 yılında ihracatı 113.9 milyar dolar, ithalatı 185.9 milyar dolar olarak gerçekleşti. İthalatın ihracattan fazla yükselmesi nedeniyle dış ticaret açığındaki artış, %84.5’i buldu.
Türkiye’de bugün 12.1 milyon tüketici kredi borcu olan insan var. 22 milyon kredi kart kullananların 8 milyonu, ancak asgari tutarı ödeyerek yaşayabiliyor. Sözüm ona ekonomide büyüme sınırlarını zorlayan Türkiye’de her altı kişiden birisi yeşil kart sahibidir. Yeşil kartlı demek hiçbir geliri olmayan kişi demektir. Sosyal güvencesi olmayanların sağlık hizmetlerinden yararlanması için verilen yeşil kartı kullananlara son bir yılda 2 milyon 500 bin kişi eklendi. Yeşil kartlı sayısı 12 milyona ulaştı. Yaklaşık 800 bin nüfuslu Erzurum kent merkezinde 247 bin kişi sağlık güvencesi olarak yeşil kart kullanmaktadır. Şanlıurfa, Van, Bingöl, Hakkari ve Batman’da, yeşil kartı olanların sayısı, olmayanlardan fazladır. Yeşil kartlı oranı Bingöl’de yüzde 56.00, Hakkari’de yüzde 53.40, Batman’da yüzde 52.66 Şanlıurfa ve Van’da yüzde 51.62.
Hükümet programında Başbakan, “Yapılan düzenleme ile yeşil kart sahibi vatandaşlarımızın çalışması halinde yeşil kartı iptal edilmeyerek askıya alınacak, çalışması sona erdiğinde tekrar başvurusuna gerek kalmadan aktif hale getirilecektir” diyor. Hükümetin aklına yeşil kartlı vatandaşların sayısını azaltmak ya da yeşil karta insanların ihtiyaç duymayacağı bir düzeni hayal etmek bile gelmiyor.
Dolar milyarderi rekoru
Türkiye’de insanların dokuzda biri kredi kartının rehinesi; altıda biri ise yeşil kart bağımlısıdır. Hakkını yemeyelim, dolar milyarderi sayısı bakımından da Türkiye rekor kırıyor. Geçen yıllarda 28 olan dolar milyarderi sayısını Türkiye 2011 yılında rekor kırarak 38’e çıkarmıştır.
Basında çıkan ekonomiye dayalı bir aile faciası haberi ile yazımızı bitirelim. Çünkü uygulanan ekonomik modelin sonuçlarıyla ilgili her şeyi bu haber özetliyor gibidir: “Bir işhanında 659 liralık asgari ücretle çalışan Cem Şen, geçinmek için kredi kartlarından nakit avans çekiyordu. Borç 7 bin lira olmuştu ve ödeyemiyordu. Eşi Feride, bankadan gelen mektup ve telefonlardan bunalarak kocasına “bir çözüm bul!” demişti. Sinir krizi geçiren Cem Şen, çocuğunun annesi 9 yıllık eşini, 12 bıçak darbesiyle öldürdü”.