Ali Zülfikaroğlu
Yakınlarının hemen hepsini o dehşet dolu gecede kaybetmiş Ceyhun Alekberov`un anlattıkları
Hocalı soykırımının nasıl korkunç, insanlık dışı bir facia olduğunu dünya kamuoyu bilse de, kimse bu faciayı yaşamış, kendi gözleriyle görmüş, bir anın içindece ebeveynlerini, kardeşlerini, yakınlarını kaybeden insanlardan bu dehşeti daha iyi anlayamaz. Hocalı`da doğmuş Soykırım hakikatlerini Tanıtma Derneği’nin başkanı Ceyhun Alekperov da bu faciayı yaşamış ve umumen akrabalarının büyük bir kısmını kaybetmiş birisidir.
Yaşadığı olayları anlattıkça bu insanların insanlık tarihinde nasıl büyük faciayla, dehşetlerle karşı karşıya kaldığını daha derinden anlıyorsun. Ceyhun Alekperov bu müthiş gecenin onun hayatında derin izler bıraktığını söylüyor: "İnsan nereden başlayacağını bile bilmiyor. Benim hayatımda bu olaylarla ilgili belli bir bölümler var ki, bir türlü gözümün önünden silinmiyor. O zaman daha ben çocuktum, 15 yaşım vardı. Gece saat bir buçuk sularında kaldığımız sığınağa komşularımız geldi ve dediler ki, Ermeniler artık Hocalı’ya girdi. Biz sığınaktan çıktığımızda artık Ermeni tankının birisi Hocalı’ya girmişti. Bizim okulun yanında anneannemlerin evi vardı. Biz geldik o eve ki, onları da alalım. Halk nereye gideceğini, napacağını kestiremiyordu. Biz Hocalı`dan çıkacağımızı aklımızın ucundan bile geçirmiyorduk. Düşünüyorduk ki, bir yere toplaşacağız, yardım gelecek ve biz yine eskisi gibi evlerimize geri döneceğiz. Hala Ermenilerin Hocalı’yı yakıp yerle bir edeceklerine, halka karşı soykırım uygulayacaklarına inanamıyorduk. Bu dehşetin gerçekleşebileceği hiçkimsenin aklının ucundan bile geçmiyordu. Bu, dünyada gerçekleşen en dehşetli soykırımlardan birtanesiydi. Kuşatma altında olan Hocalı nüfusu hem Ağdam’dan, hem de Şuşadan yardım bekliyorlardı. Ama hiçbir yerden yardım olmadı…"
"Beni bırakıp gidiniz…"
Onlar sığınaktan çıkarak yakınlarıyla ilgileniyorlar: "Geldik anneannemlerin avlusuna, gördük artık onlar evde yoklar. Okulun önüne gittik. Ninem ihtiyar kadındı, o zaman 60’dan fazla yaşı vardı ve şişmandı da oldukça. Ayağında da sorun vardı, çok fazla yürüyemiyordu. Dayılarım sırayla büyükannemi sırtlarında halka doğru götürüyorlardı. Ninem de diyordu ki, beni bırakıp gidiniz… Biz , geldik Hankendi’den gelen mültecilerin yerleştirildiği yere. Oraya varınca dediler ki, burada beş katlı binanın altında ihtiyarların ve engellilerin toplanmışlar. Hocalı halkı barikatlar kurarak bu binada yerleştirilmiş ihtiyar ve sakat insanları savunacaklarını düşünüyorlardı. Sabah olunca yardım geleceğini düşünüyorduk. Babam da o zaman hastalanmıştı. Apendisit oldu, üç – dört gün vardı yerde yatıyordu, yürüyemiyordu. O yüzden dediler ki, onu geceyle Ermeni mıntıkalarının arasından geçerek orman yoluyla Ağdam`a götürmeliyiz. Çünkü apendisit patlar ve ölebilirdi. Yani, bir yol kalmıştı geriye geceyle Ağdam`a götürmek. Öyle oldu ki, götüremedik. Babam da yürüyemiyor, kendisi de ağır adam. Evin büyüğü de bendim, ötekiler 12-13 yaşındalardı. Ablam çok küçüktü, 5-6 yaşında. Dediler ki, dağa çıkıp orda beklemelisiniz. Annem dedi ki, ben annemi bırakıp gitmiyorum, siz gidin. Öyle oldu ki, dayılarım da, annem de anneannemin yanında kaldılar, dağa çıkmadılar. Biz dağa çıkmak zorunda kaldık. İnsanların toplu olarak soykırımı da bu yerde oldu. Peşimizden gelen insanlar dediler ki, artık burda durmamız mümkün değil, gitmeliyiz. Çıktık ormana, babam yürüyemiyor, ablam küçük, annem de anneannemin yanında . Benim de elimde bir tüfek vardı. Onun da namlusu yere battığından içine kar dolmuştu, ateş etmiyordu dolayısıyla. Herkesle beraber kalktık ormana. Biz dağa kalktıkça Hocalı aşağıda kalıyordu ve şehrin nasıl yandığı burden daha net görünüyordu. Tüm geceyi psikolojik sarsıntı içinde geçirdik. Bir taraftan annemin bizimle olmaması, bir taraftan Ermeniler`in bize sürekli ateş etmesi, insanların gittikçe iyice azalması, babamın yürüyememesi beni zor duruma düşürmüştü. Bir anın içinde insanlar şehit oluyorlardı. Sonumuz nolacaktı acaba? Bu soru beynimde dolanıp duruyordu… "
Halkın kurtuluşu için evladının canına kıyan ana
Bir kadar ormana çıkacak yola doğru iki kilometre yol gittikten sonra Ermeniler`in açtığı ateş sonucu 4-5 kişi, aynı zamanda yakın komşuları şehit oluyor : "Hocalı`dan beraber çıktığımız insanların bazılarıyla tekrar geri dönmek zorunda kaldık. Ormanla neredeyse 3-4 saat yol gittik. Şafak sökmemişti daha, etraf karanlıktı. Her tarafımlz kardı, ayaklarım karın içinde donmuştu. Ayaklarımı hissetmiyordum bile. Annem de aşağıdaydı, bu da beni daha kötü etkiliyordu. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Dediler ki , önde bir Ermeni mıntıkası var, 600-700 metre mesafeden ışığı görünüyor, o mıntıkayı geçtikten sonra Ağdam`a ulaşacağız. Orman yolu hiç kullanılmadığından Hocalı’da bu yolu bilen 3-4 kişi vardı . Hiç kimse bu orman yolunun bizi nereye götüreceğini bilmiyordu. Sadece yön olarak biliyorduk ki, görünen taraf Ağdamdır. Buna yol da demek doğru olmazdı, geçilmez bir orman vardı, bir de buğday tarlaları. Yanımızda da bir gelinin küçük çocuğu ağlıyordu. İnsanlar da korkuyorlardı ki, bu çocuğun sesini Ermeniler duyup bizi öldürecekler… Annesi o yüzden insanların hayatını tehlikeye atmasın diye gizlice çocuğu boğmak zorunda kaldı. Herkes, özellikle çocuğun annesi evladının öldüğünü sanıyordu. O korkunç sahneyi, insanların hayatının kurtuluşu adına evladının canına kıymış annenin yüzünde olan dehşeti ömrümün sonuna kadar unutamam. Bu sahne gittikçe beni daha kötü etkiliyor. Ana için için ağlayarak bebeğinin cesedini bağrına basmıştı. Biz Ağdama vardıktan sonra bebekten ve anneden bir daha haber alamadık. Yıllar geçtikten sonra basında okudum ki, bu bebek meğerse bayılmış. Sonradan kendisine gelmiş. Kim bilir, belki de bu Allah’ın bir mucizesiydi…
Sıradan şehir halkına karşı yapılan soykırım
… Biz Ermeni mıntıkasının yanından geçerken artık şafak sökmek üzereydi. Ansızın başka bir taraftan Hocalıdan çıkan diğer kadın ve çocuklardan oluşan bir grubun insanın bize doğru geldiğini gördük. Annemin de bu topluluğun içinde olduğunu gördüm. O zaman hangi hisler yaşadığımı inanın ki, sizlere anlatamam. O an ne yapacağımı, nasık hareket edeceğimi bilemedim, sanki dünyaya yeniden gelmiştim. Baktım ki, annem yalınayak geldiğinden ayakları mosmor olmuş ve şişmiş. Benim ayağımdakı ayakkabılarım da çok büyüktü. Zira, biz evimizden giderken ayağımıza ne geldi giyinip çıkmıştık. Ben ayakkabımı çıkarıp verdim anneme ki, giyinsin. Ben de böyle de idare ederdim. Annemin ayağı o denli şişmişti ki, o büyük ayakkabıya bile sığmadı. Karşımızda bir tepe vardı, ki tepeden geçtik mi, Ağdamdaydık. Oysa öyle değilmiş. Ağdama daha çok vardı.
Ansızın üzerimize askeri araçlar saldırmağa başladı. Ermeniler bağırarak silahsız sivil halka ateşe ediyorlardı. Bundan sonra yaşanan her şeyi insan anlatmak istemiyor. Öyle şeyler var ki, gördüğünü dile getirmek istemiyor insane. Yani, ortada başsız, kolsuz bedenler vardı, insanların kanı karın üzerine akıyor, kandan buhar yükseliyor ve sen bunu gözünle görüyorsun. Yanında giden adam bir saniyenin içindece bir şekilde yere düşerek ölüyor. Çok feci bir durumdu.
Böylece biz, gelip Ağdam`a vardık. Herkes dağılıp Ağdamdakı akrabalarının yanına gitti. Orada bir 6-7 saat kaldık. Ondan sonra artık cesetlerin alınması süreci başladı. İnsanlar bekliyordu ki, acaba bugün hangi yakınının cesedini görecek diye. Benim yakın akrabalarım vardı, Hocalı’da Ermeniler tarafından öldürüldü. Hocalı’da yerli halkın çoğusu birbiriyle akrabaydı. Öldürülenlerin hepsiyle hemen hergün karşılaşıyor, çocuklarıyla oyunlar oynuyorduk. Onlardan bir tanesi de arkadaşım Mahirdir. O, babasıyla beraber ortalıktan kayboldu. Bir daha kendisinden haber alamadık.
Katledilen 40’ın üzerinde akraba
Ceyhun Alekberov`un sadece baba tarafından 40’dan fazla akrabasını Ermeniler şehit etmişler: "En yakın akrabalarımdan, babamın iki kız kardeşi, birinin iki çocuğu ve diğer yakınlarım şehit oldu. Geçenlerde o zaman Hocalı’da çekim yapmış bir Rus gazetecinin yayımladığı resimde teyzemin birinin bebeğiyle birlikte öldürüldüğünü öğrendik. Onun Çinare isimli bir kızı, Cengiz isimli bir oğlu vardı. Cengiz annesinin sırtında kurşuna dizilmiş, kızdansa bir haber yok. Bir yandan da bu avunduruyor insanı. Düşünüyorsun ki, öldü en azından, o şerefsizlerin elinde değil. Benim bir akrabam vardı, babamın dayısı oğlu – Mehman, o zaman 27-28 yaşındaydı. Üç sene önce televizyonda gösterdiler. Meğerse Ermeniler esir tutuyorlarmış, kulağını, dilini keserler. Onu bir Ermeni generalinin avlusunda kopek kulübesinde zincirde tutuyorlar. Bu insanlığa sığar mı, siz söyleyin?!
İnsan kendisini daha çok fark ettikçe, daha çok Hocalı’yı düşünüyor. Ben en azından öldüğümde o toprakta gömüleceğimi bir bilsem… Ben sık sık Google – da o yerlere bakıyorum. İnanın ki, oynadığım yerleri, avlumuzu, her gün okula gelip gittiğim yolları, ceviz toplamaya gittiğim yerleri, ceviz ağacını görüyorum… Bu yerlere bakıyorum. Hocalı’da Samir, ben, Hikmet, bir de rahmetli Mahir. Dördümüz dostluk ediyorduk. Yani, çocukluğumda lastikten "sapant" yaparak avlanmağa gittiğimiz yerler… Bunları anımsadıkça insan daha fazla hatıralarla yaşıyor. Benim hayatımın tatlı anlarının hepsi Hocalı’da kaldı"…
Tüm ağrı acıları yaşayan, hayatını yeniden kurmak zorunda kalan Ceyhun genç yaşlarından çalışmaya başlıyor: "Bunları yaşamak için bunları hissetmek lazım. Bugüne kadar hiç aklımdan çıkmaz, geceyarısı görüyordum ki, babam herkes yattıktan sonra yatağında hüngür hüngür ağlıyor. Yakınlarını kaybetmek ağır bir durumdur, ama gayretli, namuslu bir erkeğin kız kardeşlerini kaybetmesi, ya da onun öldüğünü ya da kaldığını bilmemek çok ağır bir durumdur".