Aşağıda anlatacağım olayın benzerlerini siz de yaşamış olabilirsiniz. Bu olay, her hatırladığımda içimi acıtır, o günlerde duyduğum keder ve üzüntüleri yeniden yaşarım. İşte, her hatırladığımda içimi acıtan olay:
2003 yılı Mart ayının son günleri ile Nisan ayının ilk günleri. ABD ve müttefikleri Irak’ı durmadan bombalıyorlar. Yüz binlerce, belki de milyonlarca ton bomba Irak Müslümanlarının tepelerinde patlıyor.
AKP Hükümeti de İncirlik Üssü’nün kullanılmasına izin vermek, Avrupa’dan kalkan Amerikan savaş uçaklarının Türk Hava Sahası’ndan geçmesine izin vermekle bu vahşete ortak olmuş durumda. Irak’lı Kürtler ise ABD’nin yanında Irak Ordusu’na karşı birlikte savaşıyorlar. Kerkük ele geçirildiğinde Irak’lı Kürtler ilk önce nüfus ve tapu dairelerini basarak tüm resmi belgeleri yok etmişler. İşte bu günlerden birinde anlatmak istediğim olay bir camide meydana geldi.
O günlerde memleketim olan Denizli’de bir Cuma günü şehrin en büyük camilerinden olan Ulu Cami’ye Cuma namazını kılmak için gitmiştim. Daha namaza epey vakit vardı. Sonradan emekli vaiz olduğunu öğrendiğim bir hocaefendi kürsüden vaaz vermekteydi. Yanlış hatırlamıyorsam vaazın konusu ağaç dikmenin faydaları hakkındaydı. Burnumuzun dibinde Müslüman kardeşlerimiz kafirlerin bombaları altında can verirken hocaefendinin hiçbir şey olmamışçasına böyle bir konuda vaaz vermesine şaşırdım.
Bana göre hocaefendi, birkaç cümleyle dahi olsa Irak Müslümanlarına yapılan bu zulmü kınamalı idi. Bunun için gerekçe de vardı. (O günleri hatırlayanlar bilir. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin karşı çıkmasına rağmen uluslar arası hukuka aykırı bir şekilde Irak’ı işgal etmişti. Hocaefendi, hiç olmazsa bu gerekçe ile ABD’yi kınayabilirdi.) Ancak, hocaefendi, bu konuya hiç değinmeden vaazını bitirdi. Vaaz bittikten sonra kendi kendime namaz bittikten sonra hocaefendiye ABD zulmü karşısında niçin tek kelime etmediğini sormaya, kendini haklı göstermesi halinde fikirlerimi söylemeye karar verdim.
Namaz vakti gelince ezan okundu, cemaatle birlikte namazımızı kıldık. Namazdan sonra çıkmayarak bekledim. Hocaefendinin çevresinde otuz-kırk kişilik bir grup vardı. (Her camide imamın ve o camide devamlı vaaz veren hocaefendinin bir hayran grubu olur. Kanaatimce bu grup da o türden bir gruptu.) Selam vererek hocaefendiye yaklaştım. Hocaefendi, selamımı güler yüzle mukabil bir selamla karşıladı. Kısa bir hoş-beş ve tanışma faslından sonra hocaefendiye içinde bulunduğumuz günlerin öneminden söz ederek ABD’nin Irak Müslümanlarına yaptığı zulmü niçin kınamadığını sordum.
Hocaefendi, vaazların konusunun Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlendiği, bunun dışına çıkılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle kendini haklı göstermeye çalıştı. Buna karşılık ben de sadece okunacak hutbelerin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlendiğini, vaazın konusunun vaizin insiyatifine bağlı olduğunu, bu nedenle vaazlar konusunda bir sıkıntı olmadığını söyledim ve hocaefendinin savunmasını boşa çıkarttım.
Hocaefendi, bu defa camilerde görevli imamların maaşlı personel olduklarını, emir ve talimatlara uymamaları halinde görevden alınabileceklerini söyleyerek kendini savunmaya çalıştı. Buna karşılık, halen görevde olan vaizlerin bu mazeretin arkasına sığınabileceğini, ancak kendisi emekli olduğu için bu mazeretin arkasına saklanamayacağını (Vaaz verilirken yanımdakilerden hocaefendinin emekli vaiz olduğunu öğrenmiştim.) söyleyerek hocaefendinin bu savunmasını da boşa çıkarttım.
Hocaefendi, hangi savunmayı ileri sürerse sürsün bir şekilde o savunmayı boşa çıkartıyordum. Karşılıklı konuşmamız bu şekilde devam ederken hocaefendinin hiddetlenmeye başladığını fark ettim. Hoca efendi ile birlikte hayran grubu da hiddetlenmeye başlamıştı. Karşılıklı konuşmanın böyle devam etmesinden yararlı bir sonuç çıkması bir yana, hayran grubunun şahsıma karşı fiili bir saldırısı ile sonuçlanması ihtimali şimşek hızıyla zihnimden gelip geçti. Bu düşünceyle karşılıklı konuşmayı aşağıda belirteceğim şekilde sonuçlandırmaya karar verdim. Aradan epey zaman geçtiği için kelime kelime olmasa da hocaefendiye mealen şöyle hitap ederek karşılıklı konuşmayı bitirdim:
“Hocam, Peygamberimizin söylediğine göre haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Bu nedenle Müslümanlar, haksızlık ve zulüm karşısında sessiz kalamazlar ve kalmamalıdırlar. ABD’nin Irak Müslümanlarına zulmettiği bugünlerde sizden de bir din görevlisi olarak ABD zulmünü kınamanızı bekliyordum. Ancak, sizin anlamsız mazeretlerin arkasına sığınarak bundan kaçınmanız beni hayal kırıklığına uğrattı. Bundan dolayı çok üzgünüm ve bu sebeple ahiret günü Allah’ın huzurunda sizden ve sizin gibi davranan Müslümanlardan şikayetçi olacağım.”
Bu olayı her hatırladığımda hala içim acır, Irak’ta ABD ve müttefiklerinin attıkları bombalarla hayatlarını kaybeden Irak’lı Müslümanları görmezlikten gelen duyarsız Müslümanların Ahiret günü hak ettikleri cezayı alacakları ümidiyle gönlümü rahatlatmaya çalışırım. Ancak, yukarıda belirttiğim üzere Hristiyanların bombalarıyla can veren Müslümanların acılarına duyarsız davranan hocaefendileri ve diğer Müslümanları ahiret günü Allah’a şikayet etme kararım değişmedi. Bu kararım halen devam ediyor. Ahiret günü, Müslümanların çektiği acılara sessiz kalan hocaefendileri ve Müslümanları Allah’a şikayet edeceğim. Çünkü, inanıyorum ki, Allah’ın adaleti mutlaktır ve şaşmazdır.