Hatip Dicle olayı ve asimetrik hukuk

Dün mevcut iktidarın her iki kişiden birinin oyunu almasına karşın seçimin stratejik galibinin AKP değil BDP olduğunu yazmıştık. BDP, bağımsız adaylarına gidecek oyları milimetrik bir biçimde hesapladığı ve her yöntemi kullanarak seçmen iradesini yönlendirip, hedeflediği sonucu almasının son derece önemli olduğuna dikkat çekmiştik. 12 Haziran seçimlerinde stratejik ve moral bakımından BDP’nin büyük bir üstünlük yakaladığından söz etmiştik.Türkiye’de bugün yalnız siyasetin değil hukukun da asimetrik bir uygulama sürecine girdiğini, bunun son derece tehlikeli olduğu görüşünü ileri sürmüştük.
YSK’nın seçim sürecinde bazı BDP destekli bağımsız adaylarla ilgili olarak verdiği kararı, sokakların karışması üzerine geri alması ciddi bir kırılma noktasıdır. Tehdit, blöf ve şantaja boyun eğen bir mekanizmanın hukuk devleti kavramıyla bağdaştırılması mümkün değildir.
Bugünlerde YSK’nın BDP’nin bağımsız milletvekili adaylarından Hatip Dicle’nin milletvekilliği ile ilgili olarak vereceği karara gözler çevrilmiş durumdadır. Yüksek Seçim Kurulu, BDP destekli bağımsız aday olarak seçilen Hatip Dicle’nin milletvekilliği hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunduğu için düşürmek durumundadır.
YSK’nın Sebahat Tuncel için uyguladığı yöntemin yani  “henüz Yargıtay onamadı”  formülünün burada işletilmesi mümkün değildir.
YSK’nın Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürmekten başka çaresi yoktur. Bu durum yasaların açık hükmü ve hukukun gereğidir. YSK’nın bu konuda yapacağı başka bir yorum ve alacağı başka bir karar da olamaz.
İşte tam bu süreçte Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan, KCK davasıyla tutuklu bulunan Hatip Dicle’yi ziyaret etmelerinin ardından şu açıklamayı yapıyorlar:   “Blok olarak tavrımız bir arkadaşımız bile eksik olarak gitmeyeceğiz” . Bu söylemden de anlaşılacağı gibi birileri bugün Türkiye’de kendini hukuktan, siyasetten ve devletten üstün bir yere konumlandırmış durumdalar.
BDP’liler kendilerini mevcut hukuk ve yasalarla bağımlı görmüyorlar. Dikkat edilirse BDP’lilerin hemen tamamı benzer biçimde terörist ağzıyla konuşuyor, dayatıcı bir dil konuşuyorlar. Söyledikleri bir cümle ile ifade edilebilir: “Ya dediğimiz olur ya da kent sokaklarını yaşanamaz hale getiririz”.
Hatırlatalım seçim sürecinde BDP’lilerin örgütlediği milisler sokakları kan gölüne çeviren eylemler yapmış ve sonuçta YSK kararını değiştirmişti. Benzer tehdidi, blöfü ve şantajı İmralı’daki teröristbaşı da sürekli bir biçimde yapmaktadır. Sürekli devlete tarih verip “eylem”  tehdidinde bulunmaktadır. Bugünlerde de gazetelerin İmralı’nın  “eylemsizlik kararını uzattığı”  türden iddiaları içeren haberleri sevinç içinde verir hale gelmeleri her şeyi özetliyor gibidir.
Türkiye’de hukuken olmasa dahi fiili olarak asimetrik bir hukuk zuhur etmiş bulunmaktadır. Bugün fiilen BDP’liler için ayrı, Türkiye Cumhuriyetinin diğer yurttaşları için daha ayrı bir hukuk uygulanmaktadır. Bu durum resmen olmasa da fiilen böyledir.
Bakınız BDP Eşbaşkanı Filiz Koçali seçim sonuçları ortaya çıkınca, Bağımsız adayların ortak bildirisini okurken şunları söylüyor:  “Bu son şans, ya dediğimiz olur ya da siz bilirsiniz, savaş dili derhal terk edilsin”.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!