Şu sıralar Türk Milliyetçilileri tarafından özeleştiri mahiyetinde gerçekleştirilen teorik tartışmalar, Türk milliyetçiliklerinin siyasi, içtimai ve kültürel bağlamda geldiği noktaları tespit etmek adına büyük önem arz etmektedir. Ustasından çırağına bütün kalemler, hiçbir karanlık yer bırakmamaya gayret ederek Türk Milliyetçiliklerinin bütün yönlerini -bir zamanlar tartışılması zul sayılan, tartışanın aforoz edilmesine sebebiyet veren noktaları da dâhil olmak üzere- gün yüzüne çıkartmaktadırlar.
“Hangi Milliyetçiliğin Ülküsü -1-“ adlı makalede, Türk milliyetçiliğinin salt ve tekel bir tanımlamaya tabi tutulamayacağını, tek bir Türk Milliyetçiliği algısından bahsedilemeyeceğini, Türk Milliyetçiliklerinin teorik manada üç çıkış noktasının olduğunu -Kuzey Türklüğü Ekolü, Osmanlı Aydınları Ekolü, Resmi(Kemalist) İdeoloji- özetlemeye çalıştık. Mamafih, bu üç ekolün farklı bir mefkûreye, ülküye tekabül ettiğini altını çizerek açıkladık. Ve en sonunda teorik ve arzulanan hedef bakımından birçok farklılıkları barındıran Türk Milliyetçiliklerinden hangisine sahiptiz(k) haykırışıyla, hangi milliyetçiliğin ülküsü sualini yönelttik.[1] Galiba tartışmanın kilitlendiği nokta da bu nokta olsa gerek. Bu kilidi biraz olsun gevşetmek adına milliyetçiliğimizdeki temel meselelerin altının doldurulması elzemdir.
Teoriden Yoksun Bir Türk Milliyetçiliği
Her ne kadar teorik temelleri, Akçura ve Gökalp önderliğinde farklı bakış açılarıyla atılsa da, Türk Milliyetçiliği teorik gelişimini henüz tamamlayamamıştır. Çünkü teoriği üzerine, pratiği kadar durulmamıştır. 70’li yıllarda Erol Güngör, Galip Erdem gibi düşünürler bu eksikliği görerek doldurmaya çalışsa da Türk Milliyetçiliği emekleme safhasından yürüme aşamasına geçememiştir. Yani büyüyememiştir. Bu teorik yoksunluk beraberinde yanlış pratik uygulamaları da beraberinde getirmiştir. En bariz örneği, 70’lerde temelleri atılan, 80’den sonra yaşatılmaya çalışılan Türk Milliyetçiliğinin yeni doğan çocuğu Türk-İslam Sentezi…(bazı bakargörmezlere göre sentez yerine ülkü). En büyük yanılgımız, Laik Türkçü anlayışın muhafazakâr milliyetçi yapıya dönüştüğü savını kabul etmemizdir. Muhafazakârlığın, 1969’dan sonra MHP tarafından siyasi yön olarak tayin edilmesi, hem Türkçü yapının dönüşümü yanlış bir yargıyı beraberinde getirmiştir. Türkçülük dönüştürülmek istenilmiştir, direnince ötekileştirilmiştir. Soğuk savaş atmosferinin ürettiği komünizm tehlikesine karşı din ve milliyet kökenli oluşan politik yapılanma, Türk-İslam Ülkücülüğü gibi bir mefhumu üretmiştir. Neticesinde, Sünni Müslümanlığa dayalı Türk Milliyetçiliği hem devlet hem de milliyetçilerin temel dayanak noktası olmuştur. Bu bağlamda Muhafazakâr Milliyetçilikle, Türk-İslam ülkücülüğü(sentezi) birbirine iç içe girmekle beraber teori kirliliğinin önü de açılmıştır. Bu yanılgının diğer bir sebebi de MHP=Türk Milliyetçiliği gibi bir sığ düşünceye sahip olmamızdan ileri gelmekteydi. MHP’nin Türk Milliyetçiliğinde siyasi olarak yer alması, Türk milliyetçiliğinde farklı akımların da varlığını unutmamıza neden oldu. (Veya unutmak istedik veya bize unutturulmak istenildi.) Bu kadar sığ ve yanlışların olduğu bir kaotik atmosferde eksen kaymasından bahsetmek oldukça güçtür ki ortada belli başlı bir eksen de yok ülkü de yok. 70’lerden sonra ülkü kelimesi, Türk romantizminin edebi ve sanatsal yönünün gelişiminden başka bir işlev görmemiştir. Bir siyaset biçimi olarak milliyetçi camiayı idare edenlerin derdi “Pragmatizmin” devasında yatmaktaydı, “ülkünün” kudretinde değil. ( Bu siyasi algının oluşmasında zamanın koşullarını göz ardı etmemek gerekir.)
Ya Benzeş Ya da Öteki Ol!!!
Bu bağlamda özellikle 70’lerden sonra Türk Milliyetçiliğinde benzeştirme furyası başladı. Türk Milliyetçiliğindeki farklı akımların hızlı bir şekilde MHP’nin söylemleriyle benzeşmesi ve çatlak ses çıkarmaması istenildi. Bu tektipleştirme furyasına karşı çıkanlar ve MHP’nin -özellikle dini ve Türklük- politikalarını eleştirilenler “ötekileştirilerek” milliyetçilikten aforoz edildi. Nihal Atsız bunun en bariz örneğidir. Bu benzeştirme furyası, siyasi yapıdan içtimai yapıya inilerek devam etti. Özü ve kültürü Türk olan Alevilerin, Türk Milliyetçiliğinde kendine yer bulamaması bu bağlamda oldukça anlamlı görünmektedir. Kaldı ki Türk olmak için, artık Tanrı Dağları kadar Türk olmak tek başına yeterli olmamaktaydı. Dün, dönemin yapısı gereği bölünmelerin, kopmaların olmaması gerektiğine inanan fikir adamlarımız, Soğuk savaştan sonra -özellikle İslamcı kesimle yaşadıkları ayrışmaları da göz önünde bulundurduğumuzda- bir fikir bocalaması içerisine düşmekle beraber, teorik paradigmaları alt üst edecek camiada yeni bir bütünleşme çabası içersine girmişlerdir. Gökalp, Atsız, Erol Güngör, Arvasi gibi farklı millet ve milliyetçilik düşüncelerine sahip fikir adamları, aynı milliyetçilik düşüncesi ufkunda birleştirilerek aynı cümle içerisinde kullanılmaya başlanılmıştır. Bu anlayış, milliyetçiliğin salt ve tekel bir tanımını yapmaya uğraşan bu kesimin yeni meşruiyet kaynağı olmuştur. Bir zamanlar ırkçılıkla itham edilerek milliyetçilikten aforoz edilen Nihal Atsız artık bizdendi. Muasırlaşma ülküsü aşırı şekilde eleştirilen Gökalp de artık bizdendi. Türk-İslam ülküsünün ideologu Arvasi de bizden, İslamcı Necip Fazıl da bizden, Muhafazakâr Erol Güngör de bizden. Türk milliyetçiliğini tarih ve toplum nezdinde en önemlisi kendi içimizde meşrulaştırmamızın en pratik yolu buydu. Amaç yine ülkü değil pragmatizm!!!
Sonuç
Neticeyi kelama bağlamadan önce yine soruyorum, hangi milliyetçiliğin ülküsü? Türk Milliyetçiliği teorik olarak bir hüviyet bir ekol kazanmadan ve teorik alt yapısını olgunlaştırmadan ne toplum ne de siyaset noktasında bir işlev kazanamaz. Öyle ki Soğuk Savaş esnasında Komünizmin, Soğuk Savaş sonrasında terörizmin tehdit oluşturduğu Türkiye’de, toplumun reflekslerinden beslenen bir reaksiyon milliyetçiliği yapmaktan vazgeçmek artık bizim için elzemdir. Biz kimiz? Millet anlayışımız nedir? Türk Modernleşmenin neresindeyiz, modernleşmeye karşı tutumumuz nedir? İçtimai, siyasi, iktisadi, dış politik hedeflerimiz nedir? v.s. v.s. v.s. v.s. v.s. v.s. Sorunun sorunu doğurduğu ve bekleyen cevapların bizi taciz ettiği fikri hayatımızı düzeltmeden “ülküden” bahsetmek bizim için romantizmden öteye gidemeyecektir.
[1] Daha geniş bilgi için bkz. http://www.haberiniz.com/yazilar/koseyazisi32882-Hangi_Milliyetciligin_Ulkusu_()__1.html