Son yazılarımda gidişata ayak uydurmuş olan Türk Milletini sarsmak ve kendine getirmek için oldukça ağır bir dil kullanıyorum. Ancak buna rağmen bir tepki alamıyorum.
Bu bana, halkın benim gibi düşünmediğini gösteriyor. Eğer benim gibi düşünse, nerede ise ağır hakaretlere varan sözlerime bir cevap verilirdi diye düşünüyorum.
Halkın benim gibi düşünmemesi de doğru düşündüğü anlama gelmiyor. Çünkü Türk Milletinin akıl ve ruhunun büyük bir saldırı altında olduğunu ve nerede ise bu bakımdan dumura uğratıldığını görüyoruz. Ancak buna rağmen her şeyi bilen ama sadece kendi için yaşayan insanlarda aramızda yaşıyor. Böyle insanlar, toplumun üzerinde adeta birer asalak durumunda.
Bu aklın ve ruhun dumura uğratılmasının, değişik sebepleri ve uygulamaya sokulmuş yöntemleri var.
Görüyoruz ki; Türk Milletinin bir kısmının yaşamında; vatan, toprak, devlet, bayrak, millet gibi milli değerler önceliğini kaybetmiştir. Başka değerler bu değerlerin önüne geçmiştir.
Halbuki; saydığımız milli değerler başka değerlerin ortaya çıkışına neden olan esas değerlerdir. Bu değerler olmasa diğer değerler ne ortaya çıkabilir ne anlam kazanabilir nede korunabilirler.
Adına vatan dediğiniz toprağınız olmasa ve siz bayrağınızla, milli marşınızla bu toprağın üzerinde egemenliği kullanan bir devlete sahip olmasanız; işin, aşın, evin, yazlığın, arabanın, altının ve mücehverin, bankadaki paranın, işteki kariyerin ve gayrimenkul gibi maddi değerlerin bir anlamı olurmu? Tabii ki, olmaz!
Bugün Türkiye’nin gelişmişliğinden ve bu gelişmişlikten bireye düşen zenginlikten bahsediliyor. Diyelim ki; böyle bir gelişmişlik ve zenginlik var. Ama bunlar devletiniz, milletiniz, vatanınız, bayrağınız ve milli marşınız var ise bir değer ifade eder. Bunlar yoksa ne gelişmişlikten ne de zenginlikten bahsedilebilir.
Türkiye geldiğimiz nokta itibarı ile bölünme aşamasına geçmiştir. Memleketimizin Doğu ve Güneydoğu bölgesi fiilen terör örgütü Pkk’nın eline ve insafına terk edilmiştir.
Bu sebeple sizin, kendiniz için öncelikli ve vaz geçilmez değer olarak gördüğünüz şeyler, oralarda artık bir şey ifade etmemektedir. Çünkü artık bölgede terör örgütünün hukuku geçerlidir ve kamu düzeni söylenilenin aksine bozulmuştur.
Duble yollar, 3.köprü, hızlı tren, Marmaray, metro, metrobüs, enerji yatırımları, havaalanları, ucuz uçak yolculukları ne de iktidarın amacına ulaşmak için sosyal yardımlarla size yaşattığı “pembe hayat”; gerçekleşecek bölünmeden sonra size çok ağır faturalarla geri dönecektir.
Öncelikleriniz bunlar olduğu sürece, kaçınılmaz son sizi beklemektedir. Bu sebeple kendi menfaatlerinizi korumanın bile devleti, toprağı, bayrağı korumaktan geçtiğini bir an önce anlayınız. Ve de çevrenize anlatınız.
Bu tarz düşünen insanlarımız, sahip oldukları durumun geçici olduğunu ve bir ölüm öncesi iyiliğine benzediğini hiç unutmasınlar. Yani bile bile lades demek, hiç kimseyi kurtarmayacaktır. Bilhassa bunu “ben kendi işime bakarım, gerisi boş” diyenlerin iyi düşünmeleri lazımdır.
Küçücük menfaatleri için hem memlekete ve nihayetinde kendine acımasızca kıyanlara, 1919 ile 1922 yılları arasında Anadolu’da yaşananları hatırlatmak isterim. Şöyle ki; Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgalinden sonra görülen zulüm ve vahşet dolu olayların tespiti için 1921 yılında Halide Edip Adıvar’ın başkanlığında bir heyet kurulmuş ve bu heyette Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yusuf Akçura ve bir fotografçı yer almıştır. Daha sonra heyete Mehmet Asım ve Falih Rıfkı’da eklenmiştir.
Heyet küçük bir grup halinde, devlet otoritesinin yitirildiği ve toprakların işgal edildiği yerleri gezer ve Yunanlılar tarafından yapılanları yerinde tespit eder ve bu tespitler “İzmir’den Bursa’ya” adlı kitapta yayınlanır.
Bu kitabın yayınlanmasından sonra, içinde yazılanlara karşı 1923 yılının Ocak ayında Yeni Mecmua’da Fevzi Lütfü şu eleştirileri yapar “… 93’teki facialar gibi, Balkan Savaşları’ndaki katliamlar gibi belki bu Anadolu katliamlarını ve yangınlarını da unutabilirdik. Fakat artık buna imkan yoktur. Bu kitap, harabe küllerinin, Türk kemiklerinin ve havaya karışan masum feryatlarının en yanık nişanesi olarak, önümüzde duruyor” demektedir. Buradan çıkarttığımız sonuç “Gelecek felaketleri önlemek, ancak öncekilerin bilinmesi ve onlardan ders alınmasıya kabildir.” cümlesi içinde yer almaktadır.
Bu örnekte olduğu gibi; devletin, toprağın, bayrağın bizim için en önde yer alması gereken değerler olduğunu anlıyoruz. Bu durum, hem bu değerleri ön plana alanların hem de arka plana atanların iyi bilmesi gereken bir husustur.
Dediğimiz gibi memleketimizde gidişatı önemsemeyip farklı öncelikleri olan insanlar olabilir. Ancak bu değerleri önceliği haline getirmiş çok önemli sayıda ( bana göre %50’nin çok çok üzerinde) insanımız bulunmaktadır.
Şimdi yapılması gereken, milli değerleri önemseyen insanları bir araya getirmek ve onların yardımı ile gönül ve akıl gözü kapanmış ve de farklı öncelikleri olan insanlarımızı aydınlatmak ve 7 Haziran 2015 dönemecini başarı ile atlatarak, Türk Milletine nefes aldırmaktır.
Buna hazırmısınız?