Türk Tarih Kurumu Başkanı ve eski milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı payşlaşımla sözde soykırım konusunu değerlendirdi.
Halaçoğlu, “Öncelikle 1915’i soykırım olarak adlandırırsa, Türkiye’nin derhal Biden hakkında nefret suçundan dava açması gerekir. Zira soykırım olduğuna dair bir mahkeme kararı olmayan bir konuda, insanları suçlayacak ve aşağılayacak sözler nefret suçuna giriyor. Bu mahkeme başvurusunu diğer devlet parlamentoları için de yapabiliriz. Kaldı ki nefret suçu uluslararası bir hukuk terimidir ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 11. Maddesine de aykırıdır. Bu maddeye göre suçlanan kişiye kendini savunma hakkı verilmesi, mahkeme edilmeden kimsenin mahkum edilememesi gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Yusuf Halaçpğlu’nun konu ile ilgili sosyal medya hesabından yaptığı açıklama şu şekilde;
Evet yine 24 Nisan geldi. Hemen herkes bu defa ABD başkanı Biden ne diyecek diye bekliyor. Soykırım derse ne olur diye tartışıyor. Arkadaşlar ne derse desin önemli değil. Hele hele soykırım derse o zaman dananın kuyruğu kopar. Tabii Türkiye’yi yönetenler biraz da bizi dinlerse.
Öncelikle 1915’i soykırım olarak adlandırırsa, Türkiye’nin derhal Biden hakkında nefret suçundan dava açması gerekir. Zira soykırım olduğuna dair bir mahkeme kararı olmayan bir konuda, insanları suçlayacak ve aşağılayacak sözler nefret suçuna giriyor. Bu mahkeme başvurusunu diğer devlet parlamentoları için de yapabiliriz. Kaldı ki nefret suçu uluslararası bir hukuk terimidir ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 11. Maddesine de aykırıdır. Bu maddeye göre suçlanan kişiye kendini savunma hakkı verilmesi, mahkeme edilmeden kimsenin mahkum edilememesi gerekmektedir. Artık savunmadan vazgeçip gereğini siyasî otoritenin yapması gerekir.
Ayrıca, şimdiki Cumhurbaşkanı başbakan iken bir teklifte bulunmuştum. Soykırımı kabul edeceğimizi belirten bir basın toplantısı yapmasını -ki bütün dünya basını katılacaktır-, basın toplantısında, bizim yaptığımız araştırmaya göre soykırım diyebileceğimiz bir hususa rastlamadığımızı, bu sebeple tarihimizle yüzleşmek adına parlamentolarında soykırımı kabul etmiş devletlerin muhtemelen (kabul ettiklerine göre) ellerinde kanıt olduğunu, gelip bizi ikna etmeleri halinde soykırımı kabul edeceğimizi ve bunun için bir ay süre tanıdığımızı, bir ayın sonunda tekrar basın toplantısıyla ilgili konuda açıklama yapacağımızı belirtmesini söylemiştim. İkinci basın toplantısında, zaten kimse gelmeyecek, fakat size on adet yabancı ve birkaç da Osmanlı belgesini her dile çevrilmiş olarak vereceğim ve basın toplantısında, kimsenin gelmediğini, zira soykırım olmadığını, bununla ilgili birkaç belgeyi kendilerine vereceğini, ancak bundan böyle bir iddia ile çıkanların Türk devletine düşman ilan edeceğimizi bildirmemizi ifade ettim. Kabul etti.
Müsteşar Ömer Dinçer beyi çağırdı, ona da anlattım. Ona talimat verdi. Önümüzdeki ay bu basın toplantısını hoca ile irtibata geçerek düzenleyin dedi. Ancak beni kimse aramadı. Şimdi bu yine uygulanabilir. Her iki kişi de hayatta ve beni tasdik edeceklerdir. Artık bu iddialara karşı bu türden hareket etmemiz gerekmektedir. Yoksa daha çok yıllar aynı sıkıntıyı yaşarız. Halbuki elimiz çok güçlü. Beni ve atalarımı, ellerinde mahkeme hükmü bulunmamasına rağmen dünyanın en âdi suçuyla suçlayanların bu şekilde hakkından gelmemiz gerekmektedir. Nefret kötü bir duygudur. Hocalıyı görmeyenler, konu Türk olunca arslan kesiliyor.”