Üne kavuşmak kadar ününü korumak da zordur. Hele bir de ününüz hak edilmemişse, gerçeğe dayanmıyorsa, püf demeyle sönecekse işiniz daha da zordur. Sanat dünyasında örnekleri çoktur, magazin medyasında yer almak için ne yollara başvururlar insan şaşar kalır.
Sadece sanat dünyasında mı, siyasetçiler, yazarçizerler, bilim dünyası, hatta kabadayılar âlemi bile sürekli gündemde kalma çabasındadır. Kendilerinden söz edilmeyen süre uzarsa ne yapar eder, bir yolunu bularak gündeme girmeye çabalarlar.
Bir köşe yazarı, fanatik okurları tarafından bile okunmaz hale geldiğini fark ettiğinde telaşa kapılır. En iyi çare tarih boyunca anılmak isteyen bedevinin yaptığını yapmaktır. Hani bedevi “Zemzem kuyusuna” işemiş ve adını ölümsüz kılmış ya, işte ona benzer bir iş yapar. Artık ojeli kadınlar mı olur, kadın eli sıkan erkekler mi olur, okutulan kız çocukları mı olur, bir şeyler bulunup ver yansın edilir. Yahut da tam tersi bir anlayışla dine, dindarlara, halkın kutsallarına saldırılır. Ertesi gün bir bakarsınız onun fanatik okuyucuları takdir naraları atıyor, ondan bunu bekleyen patronları, siyasetçiler sırtını sıvazlıyor. Dahası karşısında yer alanlar büyük öfkeye kapılır, adını bile anmayacakları bu insanı manşetlere taşır, haftalarca dillerinden düşürmezler. Maksat hasıl olmuştur; kişi gündemde yerini almış, adını hatırlatmıştır. Bunun mutlaka maddî katkıları da olacaktır. En azından işini koruyacak, belki zam bile alacaktır.
Bir de sadece birilerinin kutsallarına, değerlerine saldırmakla görevli olanlar vardır. Bunlar sadece bu görevleri yüzünden vardırlar. Kalemlerini onları görevlendiren ne emrediyorsa o yönde küfretmekte kullanırlar. Bu türün aslında koruyacakları bir ünleri de yoktur. Küfrederek var olmaya çabalarlar.
Bazı sapkın din adamlarının bile ünlerini korumak için aynı yola başvurduğu görülür. Unutulmamak için arada bir saçma fetvalar verme ihtiyacı duyarlar. Genellikle cinsellik alanında söyleyeceklerinin daha çok tepki çekeceğini bildiklerinden hep o konuya yönelirler. Küçük kız çocuklarıyla evliliğin caiz olduğundan, ölen eşle birlikte olunabileceğinden, çalışan kadınların iffetsizliğinden, cennette bilmem kaç huri ile günde bilmem kaç kere birlikte olunacağından, pazara çıkan kadınların cehennemlik olduğundan filan söz ederler. Haydi, bakalım, ertesi gün medyada, sosyal medyada öfkeli karşılıklar patlar.
Bilim çevrelerinde bu tiplere sıkça rastlanır. Örnek olarak bir Halil İnalcık (Makamı cennet olsun.), bir İlber Ortaylı olmak her babayiğidin harcı değildir. Bırakın onlara erişmeyi, ayaklarının topuklarına ulaşamayacak bir tarihçi ne yapar dersiniz? Fesli divanenin yolunu tutar. Hiçbir ilmi, hiçbir akademik kariyeri olmayan bu divane sırf Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığıyla ün kazanıp sürekli gündemde kalmamış, itibar kazanmamış mıydı? “Keşke Yunan kazansaydı, Atatürk İngiliz ajanıydı, İstanbul’u padişahın dedesi almıştı istediğine verir…” türü bir söz atarsın ortaya olur biter. Artık sen de İnalcık kadar, Ortaylı kadar ünlüsündür. Sosyal medyada günlerce sana küfredilse de reklamın kötüsü olmaz, herkes adını öğrenir. Okuyucu kitlen fanatiklerle dolar, patronunun gözünde itibarın artar.
Belki bu tipler ve saçmalamaları görmezden gelinse amaçlarına erişemeyecek, unutulma deryasında boğulacaklar; ama insanlar karşı çıkmadan edemiyorlar. Aslında bu adamlar, yalan söylediklerini herkesten daha iyi bilirler. Kendileri de iddialarına asla inanmazlar. Ne var ki bunların iddialarına inanacak, gerçeklerden uzaklaşacak pek çok insanın olduğu da göz önünde bulundurulmak zorundadır. Bu yüzden yanlışları yüzlerine vurulmalı, doğrular ortaya konmalıdır.
Böyle gerçeğe aykırı, toplumu geren, millî bütünlüğü zedeleyen iddiaların, başka ülke istihbarat ajanlarının yönlendirmesiyle gündeme getirilmesi ihtimali de akıllardan çıkarılmamalıdır. Böyle bir durum söz konusu olduğunda doğrudan ihanetten söz edilebilir ki bu, artık devletin emniyet ve istihbarat örgütlerinin görev alanıdır.