Hitler’in bakanı Dr. Joseph Goebbels bilindiği gibi modern propagandanın en başarılı uygulayıcıları arasında kabul edilir.
Kullandığı tekniklerin başında da “yalan da olsa” kitlelere verilmek istenen mesajın sürekli ve hiç durmadan “adeta bir bombardıman gibi” tekrarlanarak verilmesi gelir.
Bütün basının Nazi partisinin kontrolü altında olduğu o zamanın Almanya’sında bunu yapmak hiç de zor değildi tabii.
Ve yaptılar da;
O kadar başarılıydılar ki Sovyet ordusu Berlin kapılarına dayandığında bile Alman halkı Alman ordularının Rusya’da zaferler kazandığına inandırılmıştı.
Bir diğer propaganda metotları da yarattıkları hayali düşmanlar üzerinden mağduriyet yaratarak gerçek siyasi rakiplerini tasfiye “hatta kitle olarak imha” etmeleriydi.
Alman halkını da bunların hepsine inandırmışlardı.
Sonunda kaybettiler tabii.
Savaşı kaybettiler ama savaşı kaybederken de “o müthiş propaganda gücü” de dağıldı gitti.
Peki neden dağıldı?
Neden olacak attıkları yalanlara kendileri de inanmışlardı ve inandıkları “kendi yalanları” onlarda içi boş bir öz güven yaratmıştı.
Aslında onun adı öz güven değil güç sarhoşluğuydu.
Kibirden gözleri dünyayı görmüyordu.
Ama bunu kendileri de bilmiyorlardı.
Yalanın eninde sonunda kaybetmesi de zaten kaçınılmaz sondu.
Zulüm de yalan da ilelebet payidar kalamazdı.
Peynir gemisi de lafla yürümedi tabii.
Öyle de oldu.
Zafer kazanmak sadece propaganda ile olmaz.
Strateji de gerekir.
O stratejinin de olmazsa olmazı kurmay aklıdır.
İşte milli mücadeleyi kazanan o kurmay aklıdır.
2. dünya savaşında kaybeden de propagandadır.
Bu kadar da açık ve net bir gerçektir.