Önümüzde Irak, İran ve Suriye’nin mevcut yönetimleriyle köprüleri atmış bir Türkiye var. O, Türkiye’nin İsrail’e “One Minute” , ABD’ye ise “Okey” diyen bir Başbakanı var. Bu Türkiye’yi, Kıbrıs’ta “Yes Be Annem” diyenlerin yönettiği hükümeti var.
Libya’ya, Afganistan’a asker gönderen bu Türkiye’nin, sınırına yirmi kilometre mesafedeki terörist kampları imha edecek iradesi yok. Türkiye’ye yönelik fitnenin kaynağı olan Kandil üzerine planlar yapacak yerde, Suriye’nin rejimine karşı uluslararası komplo hazırlamakla meşgul.
“Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” diye bir atasözü var, hükümet tam da bu atasözüne uygun biçimde davranıyor. Libya’nın nasıl yönetileceğini, Tunus’un rejiminin ne olması lazım geldiğini, Mısır halkının laiklikten ne anlaması lazım geldiğini, Suriye’deki Esad, İran’daki Ahmedinecad’ın da sözlerinin eri olarak dürüst davranması gerektiğini de Türkiye’nin Başbakanı söylüyor.
Doğal olarak Türkiye’nin mukadderatı hakkındaki görüşleri de Atlantik Konseyi’nin, CIA’nın, RandCo’nun adamları söylüyor. Hatırlanacağı üzere “Kürt/demokratik Açılımı”nın işaretini de Atlantik Konseyi’nin başkanı David Philip vermişti. İktidar büyük iştah ve heves ile Atlantik Konseyi’nin Kürt açılımı ile ilgili raporunu madde madde uygulamaya koymuştu. Bu uygulamalardan DTK ve KCK adlı yapılar doğmuştu. Adeta Türkiye, kendi eliyle kendisini bölecek yapıların oluşmasını seyretmiş ve buna katkıda bulunmuştu.
Türkiye, dış sorunlara fena halde yoğunlaşmışken yeni bir ABD senaryosu, CIA’nın Türkiye/Orta Asya Masası eski şefinden geldi. Türkiye ile ilgili son senaryo Graham Fuller’e göre şöyledir: “Ekonomik kalkınma, Kürt kimliğinin tanınması, Kürt kültürünün ifadesi ve bir ölçüde bölge politikalarını belirleme kabiliyeti soruna çözümü sağlayacaktır… Ancak, Kürtler bir bağımsızlık ilan ettiklerinde onları hangi ülke tanıyacak? O zaman bu türden bir hükümet (Kuzey Irak Kürt Yönetimi), Türkiye’ye katılmak isteyecektir. Bu durumda Türkiye çok çekici bir hale geliyor. Kürdistan’ın Türkiye ile işbirliğine hem politik hem ekonomik açıdan ihtiyacı var. Türkiye ve bölgenin entegre olmuş halinde ise Diyarbakır başkent olur”.
Nedense bu Diyarbakır, son zamanlarda ortaya atılan senaryolarda hep bir yol ağzı, merkez olarak görülüyor ve gösteriliyor. Bir zamanlar eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz, “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” demişti. Halen Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ise BOP bağlamında “Diyarbakır, bölgenin parlayan yıldızı olacaktır” demişti. Benzer bir ifadeyi şimdi de Graham Fuller kullanıyor.
CIA projesinin sağ versiyonu olarak Türkiye’de ortaya atılan “Büyük Türkiye Milliyetçiliği”nin amacı da buydu. Bu yaklaşıma göre Türkiye, Kuzey Irak’taki, Suriye’deki ve diğer yörelerdeki Kürt ve diğer halklar üzerinde inisiyatif alarak büyümelidir. Bundan da korkmamalıdır. Çünkü Türkiye’nin tarihi müktesebatı buna uygundur. Ancak bu söylemlerin arka kısmında (tıpkı KCK’nın/CIA’nın amaçladığı gibi) Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtleri, ‘Büyük Türkiye’ konsepti içinde birleştirmek vardır. Bu zevat aslında “Büyük Kürdistan’ın parçaları” arasında koordinasyonu sağlayacak bir projeyi savunuyorlar. Zamanı gelince de bir referandum ya da ayrılma iradesiyle murat edilen sonuç alınmış olacaktır.
Projenin sol versiyonunu ise Ahmet Altan: “Türklerin bayrağı varsa Kürtlerin de olmalı, Türklerin devleti varsa Kürtlerin de olmalı, Türklerin anayasası varsa Kürtlerin de olmalı” diye çok daha açık ve anlaşılır yazmış. Malum mantığı kullanarak bu sonuca varan Altan, Türklerin bayrağına, devletine, anayasasına hangi bedelleri ödeyerek sahip olduğunu ise yazmamış.
İşin ilginç yanı da Başbakan dünyayı tanzim etmekle meşgulken, birileri de Türkiye’yi taksim ediyor!