Frene Bas Ey Yazar, Frene Bas Ey Yorumcu!

“yazıp çizdiklerim kabızlaşıyorsa bunda senin de suçun var”

 

J. D. Salinger

 
1: Değerli Hocamız Prof. Dr. İskender Öksüz’ün, ‘Ülkümüzü Niçin Kaybettik?’ başlığı altında başlattığı tartışmalar sürüp giderken, gaza fazla yüklenen bazı yazarların aksine ben, bu notlarla frene basmak ve herkesi frene basmaya davet etmek niyetindeyim. Neden mi? Zira yazarlarımızın ve bilhassa yorumcularımızın birbirlerine müstahak gördüğü yazı ve yorumları büyük bir üzüntü ve öfke eşliğinde takip etmekteyim.

Sözgelimi: ‘Ülkümüz Var mıydı Ki Kaybolsun?’ başlığı altında kaleme aldığı yazı sonrası, Türkçülüğü  / Ülkücülüğünü hemen her yazısıyla tescilleyen sosyologumuz, hocamız İkbal Vurucu’nun, ne Türkçülüğü kaldı, ne de Ülkücülüğü! “Sende mi eski ülkücü oldun İkbal” misali kaba ve seviyesiz yorumların yanında, “Fularlı Aydın Hastalığı” gibi birçok hastalıktan da, kanaatimce haksız yere hakkını aldı hocamız. Peki, madem yazana/konuşana bu misallerdeki gibi linç girişiminde bulunulacak, neden soruyoruz hâlâ “Ülkümüzü Niçin Kaybettik?” diye? Ülkümüzü aydınlarımızın fikrî kabızlığından kaybetmedik mi? Ve bu kabızlığın en büyük nedenlerinden birisi de, yazana/konuşana, yani ‘düşünen’ aydına reva görülen bu ‘kabız-edici’ yorum ve cevaplar değil mi?

2: Dahası aydınını kabız eden, kısırlaştıran, iğdiş eden bu tipleri barındıran camiamız, aynı zamanda internet sitelerinin okuyucu-yorumu bölümlerinde her biri âdeta ‘Başbuğ’ kesilen tiplerle de dolup taşmakta; yazarlara dair hayatî hükümler vermeler, “defol!” ya da “yaşa!” sloganlarıyla günün kazananını tayin etmeler! Aydını fikren kabız edenlerin, aydının bu kabızlığından istifade, ağzı ishal olmuşçasına naraları, kabadayılıkları! Ey ‘çok-bilmiş’ yorumcu; sen böyle salya-sümük bağırıp çağırırsan, nasıl duyulacak ‘yeni’ fikirler ev eleştiriler? Tekrar ediyorum: Biraz frene basalım cümleten; lütfen değerli yazarlarımız ve yorumcularımız. Lütfen biraz fren!

3: Aslında postmodernlik denilen hastalıktan hepimizin nasibini aldığının en açık göstergesi bu ayrışma ve parçalanmalarımız. Kendimi de dâhil ederek söylemeliyim ki –Bülent Akyürek’in bir yazısındaki ifadesinden mülhem, Ülkücü camiada kimse sıradan değil, hepimiz dışkımızda inci arıyoruz! Ben, İskender Hoca’mızın sorduğu sorunun bir yanıtının da bu olduğunu düşünmekteyim işte: Herkesin ‘Bana göre’ler, ‘Bence’ler ile yol aldığı bir Ülkücülük var bu gün karşımızda; öyleyse düşünün bakalım böyle bir idealizm olabilir mi? Parça-parça bir ülkü/ideal nerede, ne zaman görülmüştür? Tam bu noktada Sayın Mete Aksoy’un geçenlerdeki bir Facebook paylaşımını hatırlatmak isterim: Mete Bey, Türk milliyetçiliğindeki ‘Lider-Teşkilat-Doktrin’ düsturunun tek yanlışlığını, doktrinin en sonda olması olarak işaret ediyordu; oysa doktrin en başta olmalıydı, yani liderden bile önce! Evet, aynen katılıyorum Sayın Aksoy’a ve bu katılım üzerinden de İkbal Hocam’a: Biz ülkümüzü kaybettik; çünkü zaten ülkümüzü düsturumuzda en sona iliştirdik, liderden ve teşkilattan sonraya. Böylesine ötelenmiş ve liderce/teşkilatça amorflaştırılmış bir ülküye, hakikî manada ‘Ülkü’ denebilir mi? Hayır, denemez! Başımızda ‘adam gibi’ bir epistemik cemaat olsaydı, olur muydu böylesi parçalanmalar? Hayır, olmazdı! Velhâsıl, nedir şuan yürürlükteki nizam: Hepimiz ya lider ya da teşkilat sıfatıyla, garibim doktrinin içini boşaltıp-boşaltıp doldurmaktayız. Pragmatist/faydacı ve palyatif/geçici dolduruşlar ve bu dolduruşlar üzerinden efelenmeler, kovmalar, linçler… Yazık! 

Frene bas ey yazar! Frene bas ey yorumcu!  

Not: Bu yazının tüm yazarları ve yorumcuları bağlamadığı açıktır; o yüzden lütfen yazımı muhatap alanlar, “tüm yazarlara ve okuyuculara ithamda bulunulmuş” ya da “ne yani yazı yazmayalım, yorum yapmayalım mı ?” gibi ‘mantıksız’ yorumlar yapmasınlar. 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!